20 Şubat 2014 Perşembe

Ver Elime Manyağı

Üniversiteye başladığımdan beri en az elli tane sunum yapmışımdır. Hem uluslararasında hem tercümanlıkta ısrarla her dönem ikişer tane sunum isteyen hocalar sağolsun...

Buraya geldim burada da sunum. Hiç bitmiyor bunlar. 

Tek fark, eskiden tek başıma yapardım sunumu güzel güzel, burada 4 kişi bi sunum için uğraştık. Dört kişiyiz, konumuz Güney Afrika ve yaşanan o tatsız olaylar. Dörde gayet kolay böldük. Ama grupta bir gerizekalı var. Doğal olarak.... Kaçar mı bulur beni! Bu gerizekalı bu dört parçayı 7' ye çıkardı. 7 ne alaka diyebilirsiniz. Sonuçta 8 yapaydın bari ki eşit bölelim değil mi? Yooo 5'i bu kızın. Biz geri kalan 2'yi 3'e bölmek zorunda kaldık.

Kız ısrar, inat. Her şeyi ben yapacağım "EN ÇOK BANA SORACAKSINIZ" triplerinde. Outline' ı ben hazırlayacağım, konuşma metinlerini ben yazacağım (evet oha), power point'i ben hazırlayacağım. Sen benim yolladığım makalelerden bişiler çıkar gerisini ben hallederim dedi ya. Yaklaşık 100 tane makale yolladı. Forumda milletin grubunda 3 tane mesaj var bizim grupta 57 tane.

ULAN ANGUT! ULAN GAVAT! KİMSİN LAN SEN? WHO THE FUCK ARE YOU?
Resim 1.1: The Most Popular Girls in School (hala izlemediyseniz yazın böyle youtube'a izleyin)

Sırf inadına kızın dediği her şeye karşı çıkıyoruz. Dedik yok biz yazıcaz metinleri. Tutturdu benim vaktim var Power Point ben hazırlayacağım diye. İyice inada bindirip "Sen yeterince şey yaptın bunu ben yapacağım" dedim.

Sunumdan önceki hafta, yani bu hafta bir kontrol ettim ki kızdan - sadece kızdan, diğerlerinden değil 70 evet YETMİŞ mail gelmiş power point ile alakalı.YA RABBİİİİ YA RABBİİİİİİİ!!!

Herkes parçasını yolladı. Birleştirdim, güzelce süsledim, geri kızlara yolladım. Dedim ki mailde "Ben şimdi yemeğe gidiyorum. Siz bakın, ekleyip çıkarmak istediğiniz bir yer olursa haber verin. Sonra oturup en son olarak kelime yanlışlarını düzeltiriz."

Bir geldim ne göreyim! Karşımda at görsem bu kadar şaşırmazdım. Her şey değişmiş. Ama her şey. Bütün başlıklar, bütün cümleler, bütün resimler. Beynimden aşağı kaynar sular...

Bir hata görürsün, değiştirmek gerekir ama dersin ki şurada hatalı kullanılmış, o yüzden bence bunu yazalım ne dersin diye karşıdakine sorarsın. Bu kız her şeyi kafasına göre değişmiş, s*kip atmış. Bir de utanmadan demiş ki "Bundan sonra bir değişiklik yapacaksanız bu versiyon üzerinden yapın." 



Kızlarla saatlerce telefonda konuştuk bu ne köfte diye. Ne bok yicez diye. Her şeyi eski haline getirdim bi o kadar daha emek harcayıp. Güzel de bi mail attık biz böyle kalmasını istiyoruz, yarın görüşürüz eyvallah diye. 

Kız hala mail atıyo ama ben şurada hata gördüm burada bunu yaptım diye. Kimse de cevap atmıyor. İnadına en son yapıp yolladığımı götüreceğim ve onu ısrarla göstereceğim. Kendisi istiyorsa kendi parçasını gösterebilir. 

Bu ne lan ömür törpüsü?! Bizim burada başka işimiz gücümüz yok her dakika onun bokuyla mı uğraşacağız acaba? Ne olduğunu sanıyor burada? Nasıl bir hayatı var bu kızın? Ömrünü harcadı resmen beş puanlık sunum uğruna.

Ya sabır diyorum, yarın ipler kopacak. Sunum zımbırtısı yarın ve muhtemelen kızı mundar edip yandaki inşaata atacağım. Meydanda da sallandırabilirim ya da yok yok Mankurt yapalım en güzeli. Deve bulduk mu tamam.


9 Şubat 2014 Pazar

Museum of Tolerance

Zorla aldırdıkları İngilizce dersinden kaçamadığım için keyfini çıkarmaya bakacağım. Nasıl mı olacak o? Gelecek olan beleş A+ tabii ki. Daha şimdiden hoca bile bu dersi almamam gerektiğini söyledi. Daha ne olsun. Ama madem alıyorum, sınıftaki uluslararası öğrenciler ile kaynaşmak ve sınıf etkinliklerine katılmak hedefim. Herkes benim gibi zaten. Zorunlu ders saçmalığından kafayı sıyırmış, "Hadi bizi eğlendir Hoca!" modundayız. 

Hoca da bizi eğlemek için bizi bugün Hoşgörü Müzesi'ne (Museum of Tolerance) götürdü. Heeey!!! Resimler ile günümü anlatayım istedim.

Öncelikle söyleyeyim, çok kötü bir müzeydi. Bütün müzeyi "Almanlardan nefret edelim. Bak bize ne yaptılar." mottosunda kurmuşlar (motto ne ola ki acaba doğru mu kullandım?). Bütün lobilerden para toplamışlar "Ne yapsak da daha da ezilsek" diye müze kurmuşlar. "Ben çok ezildim" "Hayır ben daha ezildim" gibi bir içeriği vardı.

Ve tabii ki en ezilenler Yahudilerdi.

Ulan Auschwitz' e gittim (Arbeit macht frei), orada bile böyle drama yoktu la. Esas orada drama yapılması gerekirdi, her şey gün gibi ortada. Ama adamlar öyle yapmamıştı. Objektiflerdi o hallerine rağmen. Mengele denilen doktorun odasında bile bu kadar drama yoktu. Bunlar kapılar yapmış yok ölüm kapısı yok kölelik kapısı... Tövbe yarabii..

Müzeye girişte bize üzerinde ufak çocukların resmi ve ismi olan kartlar seçtirdiler. Daha sonra bilgisayarlardan çocuklar hakkında ufak bilgiler aldık. Benim çocuk Hollanda' da yaşayan Eva, 8 yaşında, yahudi bir ailesi var imiş. Ufak da bir kardeşi varmış hatta. İlk bildiğim şey buydu hakkında. Daha sonra müzede ilerledikçe biraz daha bilgi aldık. Gerçi şu an tam hatırlamıyorum. Ama sonunda kıza ne olduğunu çok iyi hatırlıyorum.

Kızın babası işlerin kötüye gittiğini görünce evlatlarını Hristiyan bir ailenin yanına bırakmış. İsimlerini değişmişler, Hristiyan okullarına yazılmışlar. Babası hiçbir masraftan kaçınmamış, her şeyi onların yaşayabileceği şekilde düzenlemiş.

Ama yerleştirdikleri kasabada çocuk sayısının artmasından şüphelenince askerler tüm çocukları tek tek araştırmışlar ve bu kızın da kardeşinin de kim olduğu ortaya çıkmış.

12 yaşına kadar saklanabilmiş. Daha sonra Auschwitz' e yollanmışlar direkt kardeşiyle. Anasız, babasız, garibim ne kadar korkmuştur. Gider gitmez oraya öldürülmüşler.

Bu kız da hayatta kalanlardan olmuş. Bir şekilde kaçabilmiş. Tanıştık kendisi ile müzede. Kadını sadece iki dakika dinleyebildik ama duyduklarım yetti zaten. Daha 11 yaşındaymış o zamanlar. Gettoya götürmüşler. 8 kardeşlermiş. Babaları işlerin ters gideceğini anlamış ve kızlarını yollamış. Ancak 4'ü kaçabilmiş kızların... Peki kızlar nasıl kaçabilmişler dersiniz? Sarışın, mavi gözlü oldukları için. Çünkü Almanlar yahudilerin sarışın olamayacağına inanıyorlarmış. Gettodan bunları toplarken, tesadüfen iki üst sokaktaymış. Eğer kendi sokağımızda olsak tanırlardı biri söylerdi, diyor. Ama başka sokakta olduğu için tanıyan çıkmamış. Yahudi olmadığına karar vermişler. Hatta Alman askerleri "sizin burada ne işiniz var" diye oradan elleri ile çıkarmışlar. Saklanmışlar, kaçmışlar... Ama iki kardeşi o yıl ölmüş, çektikleri zorluklar yüzünden. Kocası toplama kampına alınmış. Adam şuan 90 yaşlarında ama her gece hala kabuslar görüp uyanıyormuş. Kadın her gece kanepede yatıyormuş, çocukları üzülmesin diye her sabah erkenden kalkıp her şeyi kaldırıyormuş.

Dedi ki, korkudan açlık bile hissetmiyordum. 3 gün yemeksiz susuz kaldığımız günler oldu. Kimse yemek, su vermezdi. Yemek yememenin en iyi yanı nedir? Kilo vermek değil mi? Bize göre değil. Yemek yemeyince en iyi taraf tuvalete gitmenin gerekmiyor olması. Saklandığın yerden çıkmana gerek kalmıyor. Yutkunmak bile gerekmiyor o zaman.

Dedi.

Müzenin geri kalanı ile ilgili güzel şeyler söyleyemeyeceğim ne yazık ki. Çok fazla drama, Almanlar çok kötü, Avrupa bizi sevmiyor ama bak Amerika öyle mi gelip nasıl kurtardılar bizi. Rehbere de aşırı gıcık oldum zaten. Sanki holokostu biz yapmışız gibi amk bi sorular bi ses tonu... Ablanın ağır sorunları vardı. Gerim gerim gerdi bizi bütün ziyaret saati boyunca. Sorgulanmaya gitmişiz mübarek. Sanki biz öldürdük çocukları... Başından beri ters gittim kadınla. Resim yasak diyor, gözüne baka baka çekiyorum falan. Uyuz karı.

Müzenin Yahudiler ile alakalı olmayan kısmı 3 dakika sürdüğü için pek bir şey anlatamayacağım ne yazık ki. Bunlar da böyle işte diye geçiştirdiler resmen. Aşağıda çektiğim diğer resimler mevcut.
Bu sadece ilk günlerde yaptıkları ayrımcılık için düzenlenmiş bir sahne imiş.

Hitler ve seçimdeki rakibi..

Ne kaa popüler.

Bir başka not da bu ufak insanlar. Aksanlı aksanlı konuşturup göya acındırıyorlar. Başlarına ne geleceğini bilmeden geçen konuşmaları vardı. Yapmacıklık böyle vıcık vıcık her yerde...

Bunun ne olduğunu hala anlayabilmiş değilim. Vat ar diz?



6 Şubat 2014 Perşembe

Okul Gibi Film: King Arthur

Efenim, bu ecnebilerin türlü türlü huyları var, bu konuda mutabıkız. Özellikle alçak gönüllülük nedir bilmeyen bu pis batılılar yüzünden çok acayip diyaloglara da girmişliğim vardır. Zira kendileri, eğer sen kendini ıncığınla cıcığınla tam ifade etmezsen, hiçbir şey yapmamışsın, başaramamışsın gibi bir şey algılıyorlar ki allah muhafaza.

Bir de bu ecnebiler, filmleri konusunda çok acayip bir huya sahipler. Tüm bilindik aktörleri bir filmde toplamak... Ne gereksiz bir hareket. Bir alırsın, iki alırsın tamam da hepsi mi "star" olmak zorunda? Değil. Gençlerin önünü açmazlar, "hep ben, hep ben, BANA SORACAKSINIZ" tavrıyla egosu dağları aşmış 50 adamı bir filmde toplarlar.

Yeterince saf isen, ne güzel film olmuştur o, diye düşünürsün. Ama olmaz. Bir şey ters gider. Bir aksilik vardır filmde, hissedersin bir bokluk var ama bir şey diyemezsin. İşte o terslik, batılıların alçak gönüllük eksiği... Herkes filmde öne çıkmaya çalışırsa ne olur?

Aha bu:

Keira kızın fotoşoflu memeleri... Anca o kadar olmuş...

Birçoklarının PMS filmi (Love Actually gibi) diye tabir edilen filmler ortaya çıkar... En sevilebilen ama aynı zamanda en sevilmeyen filmler hemen hemen birbirine benzer ya, sebeplerinden bir tanesi de budur.

Bu filmi LOTR ile kıyaslayamazsın, niye? Adam bir şeyi çok iyi anlamış. Konun ne kadar mükemmel, ne kadar garanti olursa olsun, artist antipatisi diye bir şey var. Peter dayı koyamaz mıydı elli tane holivud abisi oraya? Adam sayıyı aşmamış, az ama öz almış idi oyuncuları. 2 sir yeterliydi onun için. Abartmamıştı... Aynı şeyi Game Of Thrones ile de söyleyebiliriz. Milyon dolarlık yapımlar, herkes içinde bulunmak için canını verir, ama ne görüyoruz dizide? Kesinlikle 50 tane "star" değil.

Kısacası, filminin, dizinin konusunu yağlı yağlı elli aktör ile boğmaz isen bir başarı elde edersin. Avengers' tir bilmem nedir, onların sırıtmasının temelinde bence direkt bu yatıyor.

Bu filmlerin mutlaka izlenmesi gerek. Çünkü okul gibi filmlerdir. Kim ne yapmış, hangisi nasıl daha ön plana çıkmış? Hepsi birbirine oyunculuk dersi veriyor. Hepsinde bir kendini kanıtlama isteği var. Figüranlarda bile...

Hepsine tek tek geleceğiz.

Ama filmin en başından itibaren incelemesini yapacağım için öncelikle bahsini etmem gereken farklı şeyler var. Anlamadığım şeyler... Mesela, Lancelot' un küçüklüğüne gidiyor, filmde ilk olarak. Onun nasıl askere alındığını falan anlatıyor. Böyle yüzleri gözleri pislik içinde, fakir, uyuz, çirkin bir grup insan görüyoruz önce. Tam Lancelot gidecekken ufak bir kız çıkıyor "Lenselooot lenseloot" diye... Bir bakıyoruz ki bu kızın yüzü gözü tertemiz, aydınlık bir surat, neşeli, yanakları al al, güzel, ufak bir kız... Niye bu kız böyle güzel, temiz de diğerleri at hırsızı gibi? Olay ne?


Kimsin sen?!

Daha sonra filmin milyon yerinde karşımıza çıkacak "Ruuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuus" diye bağıran adamlar görüyoruz. Allah belanızı versin, hepiniz ölün inşallah diye bir hissiyat uyanıyor insanda. 

Hani dedim ya figüranda bile kendini kanıtlama isteği var. Böyle bir piçlikler, bakışlar falan hepsinde gırla... Hepsi bir sassmaster..


Mesela bu adam harbi piç. Tüm artizliklerinin yanında (resimdeki gibi) filmin başındaki ilk saldırıda tüm adamları ölünce Laura Ingalls gibi koşa koşa Arthur' u öldürmeye geliyor... Tam o sırada Merlin de Arthur'a "Yapma Oğul! Elini kana bulama" der gibi gibi...



Bir de daha filmin başlarında LOTR vari "benim kılıcım, benim mızrağım, benim yayım, zikimlen daşşağım" muhabbeti ile hangi şövalyenin nesi meşhur onu görmekteyiz. Ayrıca başta Woad'ların saldırısındaki mallığı da sırf "Behey çekilin yoldan! Artur'un şövalyeleri geliyor!" gibi bir ifade kullanmak için kemikle ve taşla ölen Romalı askerlerini ve itibarlarının mahvolmasını görmekteyiz.

Baştan söylemek gerek, en piç asker Tristan' dır burada. "Düşmanı gözünden vururum! Saçlarımdan gözüm görmese de o kadar harikayım ki gene de öldürürüm." tavrı bir tek onda var. Diğerleri biraz da olsa çabalıyor, bu, ölümsüz yaratılmış mübarek, kelebek gibi uçuyor, arı gibi sokuyor... "Seni nezaketimle döverim" diyor biraz da... Artizlik olacak ya...



Bir de ısrarla "Rus" diye bağıran hırdo var. Böyle mal mal hareketler... "I can't be tamed" tavırları falan...

Daha sonra yakından tanıyoruz bu askerleri, umutlarını falan. Herkes kendini belli ediyor: Hannibal, Will Graham'a zevk için öldürmekten bahsediyor (bu muhteşem sahnenin diziye ilham verdiğinden adım gibi eminim), Lancelot, piçlik edip arkadaşlarının karılarıyla yatacağını açık açık dile getiriyor falan... Hiç kesilmeyen bir "GARIIII!!!" alt ve üst metni olan bir sahne toptan..

Bundan sonra da filmin tek iyi, sakin, pek bir olayı olmayan karakteriyle tanışıyoruz: Jols.


Jols'tan bi bok olmayacağını daha ilk sahnede anlıyoruz. Bir de GARIII RUUUUUS diye bağıran kelin karısı ile 50 çocuğunu görüyoruz. 

Romalılar Arthur' un odasına kendi eviymişçesine yerleşir ve dinlenir. Bu noktada Arthur' un ne kadar artizlik peşinde olduğunu anlarız. Tam herkes mutlu mesut şakalaşır konuşurken zart diye kalkar ayağa ve "ölenleri unutmayın" ayağı çeker. Herkesin surat pert tabii.. Daha sonra Bişop gelir. Herkesi uyuz eder. O toprakları terk edeceklerini söyler. Odadaki ağır ergen Galahad cana gelir. 

"Ergen ergen gonuşma la" bakışlı Gawain

Herkes terhis belgesini beklemektedir ama Romalı bir piçlik eder. Herkes odadan çıkarken Tristan Romalı' nın altın bardaklarını çalar. Ayrıca şu sahne de efsanedir:


Bu sahnenin devamında Bors (RUS diye bağıran i*ne) karısından şarkı söylemesini ister. Ve bu tür filmlerde duyabileceğiniz en iğrenç şarkıyı dinlersiniz. LOTR' daki şarkılar efsaneydi (Theodred' in cenazesinde Eowyn'in yaktığı ağıt gibi). Game of Thrones'a hiç girişmiyorum bile (Maiden Fair tek başına yeter). İnsan biraz özenir la. Ama tabi filmde bütün bütçe oyunculara gittiği için muhtemelen iyi bir şarkı yapacak adama para kalmamıştır.

Filmdeki kötü adamlar (Stellan Amca'ya rağmen) çok acayip sırıtıyorlar. Gerçi herkes sırıtıyor, yazının temeli o zaten. Ama bunlar ayrı bir sırıtıyor. Seslendirme yapmışlar, o sırıtmış, Alman herif baştan sona poz kesiyor. Çok feci. Ne kadar sırıttığını anlamanız için filmde şu sahneye dikkat etmeniz yeterli olacaktır.

Sassy Saxon

Daha sonra artistlikte sınır tanımayan Arthur' dan gına gelen askerlerinin ifadelerini görürüz.



Bu suratların sebebi, Arthur' un köylülere "hepiniz özgürdünüz" geyiği çekmesi. Köylüler ısrarla "dövlet bize bahmiy" diyor o arada. Devlet de şu:

Ben devlet olsam aynaya bakmam amk..

Devlet "Aman gelmem bu toprağı bana Papa verdi." diye nazlanıyor emme Arthur the Artist geleceksin ulen diye zumzuğu masaya vurunca toplanmak durumunda kalıyorlar. Şövaylelerin yükü yetmez imiş gibi bütün bir köyü de boşaltıyor Arthur.

Tam o sırada Arthur pis pis adamların bir kapıya daş dizdiğini görüyor. Dalıyor tabi içeriye. İçerisi, bir piis, bir reziiil, aman yarabbi ne olaylar dönmüştür burada dedirten cinsten bir delik. Neredeyse herkes ölmüş. İçeriden ufak bi bebe ile Keira the no-meme' yi çıkarıyorlar.

Daha sonra yola koyuluyorlar. Kimsenin dikkatini çekti mi bilmem ama Devletin anası Leydi film boyunca Dagonet' i kesiyor böyle.


Ayrıca bu leydi bu andan itibaren leydi değil, adeta bir köle gibi habire o delikten çıkanlara hizmet ediyor. Guinevere' i falan yıkıyor, o derece yani... Guinevere de sanki daha demin delikten çıkmış bir köylü değilmiş gibi hem Arthur' a hem de Lancelot' a "Eve dönünce ne yabacaan evlenecen mi?" gibi muhabbetler çekmektedir. Niyeti baştan bozmuştur bir kere.

Daha sonra bir sürü safsata. Ardından da buz üzeri savaş sahnesi var. Adamın biri Arthur'a "Ama 200'e karşı 7' siniz" diyor, Guinevere oradan atlıyor "8" diye. Tamam diyorsun, kesin yenecekler. 7 iken zordu ama 8 ile zafer garanti. İçin rahatlıyor...

Savaşı tek tek yazmak haksızlık olur, filmin tek izlenilesi yeri olduğundan açın izleyin derim.

Tristan, film boyunca onu bunu araklayan bir insan olarak şu kutuya bile ammenna diyor ya.. Onu da alıp götürüyor.


Ama bu sefer kendisi için değil. Dagonet için. Ama pek emin de olamıyorsun, filmin sonlarına doğru mezardaki kutu ortalarda gözükmüyor. Biri yürütmüş yani yine. Günahını almak istemiyorum ama savaşa gitmeden Tristan' ın aldığından yüzde yüz eminim.

Daha sonra Saksonlar Arthur' un dibine kadar gelirler. Ama Arthur, şövalyelerini serbest bırakmıştır. Herkesi evine yollamıştır. Tabii adam haklı. 8 kişiyle savaş kazanınca çıtayı neden yükseltmeyeyim demiştir.

Yolda şövalyelerin atları huysuzlaşır. Sanki gitmek istemez gibilerdir. Şövalyeler birbirlerine romantik romantik bakarlar. Gitmekten vazgeçmişlerdir. Savaşa hazırlanıp Arthur' un yanına giderler.

Buraların kuğul abisi benim bakışı

Tristan adamı beş yüz metreden vurarak filmdeki artizliklerine bir yenisi katmıştır. Ama en sonuncusu birazdan gelecektir.

Guinevere de film boyunca tek bir sefer için hayırlı bir iş yapıp Woad' lar ile savaşa gelmiştir. Onlar da savaşırlar. Arthur' un tek kişiyle savaş kazanma hevesi kursağında kalır. Gawain yaralanır.

Bu arada Gawain'i oynayan herif ile ilgili ufak bir notum var. Joel Edgerton' dur kendisi. Sürekli "ben aslında aile babası olacak adamım, benim buralarda ne işim var" gibi filmlerde oynadığını fark ettiniz mi? Warrior' da öyle. Gatsby' de bile öyle. Adamın yüzündeki o ifade silinmez.

Neyse filme geri dönelim. Tristan bir halt edip gözüne Stellan amca'yı kestirir. Yer mi İsveç çocuğu tabi, anında Tristan pert.

Savaş biter, düğün olur.

Filmin sonunda herkes AT olur. Ciddiyim. At olarak geri gelir ölen şövalyeler.


Lancelot the At


1 Şubat 2014 Cumartesi

Bir Takım Gariplikler

Çoğunluk "Dur Allasen" dedi, ben de duruyorum bu ay. Ama kendim izliyorum filmleri, size tavsiye edeceğim bir iki film var tabii.

Ama etmiyorum ulan! Ne demek la Dur Allasen!!! İnsan der ki Dilara film yaz, dizi yaz, hiç olmadı müzik yaz... Meeeh..

Bugün bir ilk yaşadım, insanlar. Sabah uyandım, baktım hala uykum var. Ama saat de geç olmuştu, kalkıp çeviri yapmam gerekti. Dedim ki kendi kendime "Hadi kalk artık, yeter!". Daha sonra içimden başka bir ses duydum "Sana mı sorucam lan?!" diye.

Kendime atarlandım bildiğin... Bana bana, bihterine... Ne yaptığımı fark ettiğimde ayıktım zaten.. Oha ne yapıyorum diye.

Bir de tam beş dakika önce çok acayip bir şey oldu. Bu yurttaki kızların yaşları barlara girmeye tutmuyor henüz. Gidebildikleri tek yer Starbucks gibi kahveciler. Zaten her dakika biri orada (üç tane var burada yaygın olan: bir Starbucks, bir The Coffee Bean bir de Peet's Coffee. Bir de bunların ayılıp bayıldığı vejeteryan kafe var ne oluyosa işte o da..). Nöbetteler mübarek.

Bi arkadaşa yakınıyodum bu durumdan, dışarı çıkabilecek kimse yok bu ne biçim iş diye. Birden merdivenden valiz sesi duyuldu. Bir kız geliyordu benim yandaki odaya. İki kelime yankılandı "Turkish...master..."

21 yaşından büyük bir kız demek oluyor, hem de Türk.

Dedim keşke başka bir şey isteseymişim... Yuh lan bu kadar hızlı olmamıştı hiçbir isteğim.

Ben kaçar...