los angeles etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
los angeles etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2015 Perşembe

Başıma Gelenler: 2015 Edition

Bu yıl olanları listeledim:

- Amerika' dan döndüm, şokunu yaşadım.
- İşsiz kaldım, depresyona girdim.
- İnsanları işsizliğim ile darladım.


- İşsizliğime hayret ederek yılın yarısını devirdim.
- Çeşitli çeviri işleri aldım. Bir kere dolandırıldım ve çevirinin parasını alamadım.
- Dolandırıldığım işin çevirisine gitmek için ODTÜ' nün dil sınavına gitmemeyi tercih etim. O yüzden ODTÜ' ye başvurumu iptal ettim. 
- Gölbaşı'nda çok enteresan bir iş adamı ile tanıştım. Bir sürü çevirisini yaptım, iş hayatlarındaki çok enteresan şeylere şahit oldum.
- 2 kere farklı ortamlarda Olga Hanım diye anıldım.



- Mayıs' ta Malatya' ya gittim, büyükleri ziyaret ettim. Düğün dernek kuruldu, bir sürü acayip olay yaşandı. Düğün draması eksik olmadı.
- Leydi adında bir kedi evimize yerleşti. Çok seviyorum eşşoğlusunu.
- Annem ve babam abime "Ablan..." diye başlayan cümleler kurdular bol bol. Abimin ablası oldum.
- İstediğim işi buldum, tüm sıkıntılarım sona erdi.
- Budapeşte' ye gidip şehri görmeden 7 gün geçirdim. Acayip yoruldum ama mükemmel insanlarla tanıştım.
- Patron kaprisi, sekreter kaprisi nedir onları gördüm.
- Sabrımın yeni sınırlarını keşfettim bol bol.
- İnsanların tüm gün mesai anlayışına bir anlam veremedim.



- Yeni çeviri büroları ile anlaştım. Güzel iş bağlantılarım oldu.
- Arkadaşlarımı çok ama çok özledim. Bir günüm bile onları düşünmeden geçmedi. İletişimimizi sürdürdük, seneye buluşmak için planlar yaptık.
- Ağrılı ödem sıkıntılarım yüzünden doktorlara gittim. 
- Doktorlara gitmişken akupunktura da başlayayım dedim, başladım. İyi geldi la.
- Netflix' ime kavuştum.
- Youtube alemlerinde kayboldum.

Yılın ilk yarısı bir sis içerisinde geçti ama sonradan tüm taşlar yerine oturdu gibi. Çok şükür.

19 Nisan 2015 Pazar

Ondan Bundan Vol.12

Vay anasını, bu yazının 12.' sini yazdığıma inanamıyorum! O kadar oldu mu yahu? Valla olmuş işte.


* Sıfırı tükettim arkadaşlar. Her yönden üstelik, sadece parasal anlamda da değil. Param bitti, izleyecek filmlerim bitti, bu ay sonunda muhtemelen Spotify hesabımı da yenileyemeyeceğim. Tıkandım her açıdan. Yapılacaklar listemi açıyorum, bomboş! Hiçbir şey koyamıyorum içine resmen. Geçen Kolombiyana mesaj attı "ee ne zaman gidiyoruz Los Angeles' a birlikte" diyor. Kıza diyemedim benim dolmuşa binecek kadar bile param kalmadı diye. Kızılay' a gidemiyorum ben amk.


* Bu arada Atılım' dan arkadaşlarımız Mert Kağan Ekinci ve Onur Orhun Bozkurt hepimizin hayali olan tercüme bürosunu açabilme cesaretini gösterdiler. Çok büyük bir tebriği hak ettiler. Başarılı insanların işlerini büyütmeleri gibi güzel bir şey daha yok ya. Darısı başımıza.


* Spotify Kanada listeleri bir harika dostum. Great Lake Swimmers tarzı şarkılara hastaysanız siz de kesinlikle tavsiye ederim.

* Facebook' ta sağ alt köşede, zaten ekli olduğunu düşündüğüm sevgili "arkadaşlarım"ın esasında ekli olmadığını ve önerilenler olarak yerini aldığını görüyorum. Helal size. Cansınız.


* Bu aralar sıkıntılı. Ama ayın 5 şarkısı mükemmel olacak işte tam da bu yüzden. Son olarak kendimi hareketlendirmek veya en azından kalkıp bir iş yapmak için hareketli şarkılara sardığımı belirteyim. Uzun zamandır dinlemediğim kadar folk metal şarkıları dinliyorum yine. Bünyeye iyi geliyor.

Bu kadar yeter bu seferlik.

14 Aralık 2014 Pazar

Toplanmak

Ömrümde hiç Black Friday çılgınlığı yaşamadım demeyeceğim artık!!! Şükran Günü ardından gelen o cuma var ya, işte o gün insanlar birbirini öldürüyor alışveriş sırasında. Tabii ben öyle birbirini öldüren veya birbirinin üstüne çıkan kimseyi görmedim. Benim gittiğim dükkanlar boş bile sayılırdı. 

Ama alışverişin dibine vurdum!!!

Toplanma için şimdiden plan yapmaya başladım. Eşyaları nasıl sığdıracağımı düşünmeden uyuyamıyorum zira. Onu şöyle yaparım, bunu böyle yerleştiririm diye diye uyuyorum. Çok fazla kıyafetim yok ama çok fazla kitap, plak vb. bin türlü eşyam var. Geriliyorum feci. Üstelik hala almam gereken birkaç parça daha var.

Şaka maka okul da bitti. Aman tanrııım!!!

P.S: Oda arkadaşım pazartesi günü ayrılıyormuş, çılgın atacağım odada. Hülooğ!!!



P.S.2: SOA' yı izleyin!

7 Aralık 2014 Pazar

Gerginlik

OKUL BİTİYOR LAN! Sakinleşmem gerek. Hem de en acilinden. İnanamıyorum bu hafta resmen en son derse gireceğim ve her şey bitecek. Yapmam gereken tonla iş var. Geri dönüş için hazırlıklar var. Geri dönüş için kendimi hazırlamam var. Ciddi ciddi daha uzun sürmesini beklemişim demek ki. Onca emeğin ardından çok çabuk geçti bu bir yıl.


Ama mükemmel oldu be Corç! En harika yıl.


Bir ara da yeni yılda yapmak istediklerim ile bu yılın karşılaştırmasını yapsam hiç fena olmaz, değil mi gençler?


Bir de bir ricam var: Son günlerim pek yoğun (hala elimde bir çeviri var) ve pek yorucu (madden, manen) geçmekte olduğu için her facebookta gördüğünüzde "Eeee nabıyosun, az kaldı, dönüş ne zaman" temalı sorularınızı sormayın artık. Gerildikçe geriliyorum.

Not: Uslu çocuk olduysanız hedayeniz hazır. Artık bu saatten sonra mesaj atmanız ne yazık ki sizi hediye listesine sokmayacak. Sorry not sorry.

30 Kasım 2014 Pazar

Kötünün Kötüsü

Herhalde en kötü oda arkadaşım, şuan odada bulunan olsa gerek. Yarmagül gibi bir kız olmasının yanında aşırı derecede pasaklı olması, bazı arkadaşların dediği ve ciddi olarak katıldığım o "götünü attıra attıra yürümesi", sürekli tepeden bakması, sürekli benden rahatsız olmuşçasına bir ifade ile etrafta gezinmesi, sanki odadaki iğrenç varlık benmişim gibi triplere girmesi... Offff of.. Say say bitmiyor.

Bir de karı sürekli temizmiş gibi tribe girmiyor mu? Etrafta insanlara karşı sürekli bir temizlik muhabbeti, sürekli bir örnek insan ifadesi. 


Bir kere odaya bir kağıt geldi "Lütfen odanızda bulaşık tutmayınız" diye. Ben de kağıdı alıp kızın dağ gibi biriktirdiği bulaşıkların üzerine koydum. Kız kağıdı bulaşıkların altına koydu. Öyle duruyor kağıt bir aydır bulaşıkların altında. 

Kız odaya kustu, onun üzerine çamaşır suyunu döktü ve havalandırmadan bastı gitti, ölüyordum o iğrençlikten az daha o gün. 


Bir kere bile odayı süpürmedi, bir kere bile çöpü dışarı çıkarmadı. En başından uyardım ben onu, ilk geldiği günlerde. Bu çöp çıkacak bu oda her hafta süpürülecek diye. Tın... Yatak toplamak hak getire zaten. Bütün kıyafetleri dağ gibi yığılı sandalyesinde. İçki şişeleri, bulaşıklar, çer çöp... 

Bir de tuvalette makyajını yapıyor, gören der kaçak kat çıkmış, inşaat alanı gibi ortalık. O bronzerlar, o pudralar, bu sefer de tuvaleti bok götürtüyor.

Bir de sürekli uyuyor. Ben kendimi çok uyuyorum diye sıkıyorum, yoook bundan sonra tövbeler tövbesi. Ben çok uyumuyorum arkadaş! Kız gece saat 12' de uyuyor, sabah 9' a kadar. Sonra okuldan geliyor 2' de ve akşam 7' ye kadar tekrar uyuyor. O 2 ile 7 arası saatte ben odadayken perdeleri kapatıyor, benden ses çıkınca da oflayıp pofluyor. Lambayı açında bir hışım götünü dönüp yorganını kafasına falan çekiyor. Hele bir de ben odadayken kendi dışarı çıkacağı zaman lambayı kapatmasına ve odayı kilitlemesi var ki hiçbir anlam veremiyorum zaten.

Bir ay kaldı. Son bir ay.

20 Ekim 2014 Pazartesi

Aydınlanma

Geçen bunca vakit ne oldu nasıl olduysa, bir türlü bir yazı yazmak için kafamı toparlayamadım. O yüzden kusura bakmayın. Bir ara geçenlerde kafam güzelken aklıma harika bir yazı fikri gelmişti ama ayıkınca gitti tabii o fikirler. 


Cumartesi günü tam öğlen 12:30' da bir dersim var. Hoca, nasıl menajer olunur onu anlatıyor. Sınıfta bir sürü yeni insan var daha konuyla alakası olmayan tabii. Bu arada son döneme girdiğime hala inanamıyorum! Resmen okul bitiyor Aralık' ta. 


Cumartesi kalıp derse gitmek bana çok ağır geliyor. Sebebinin gittiğimiz o malum dershaneler olduğuna eminim. Lise sondan itibaren hiçbir hafta sonu eğitim ile ilgili bir mekana gitmek istemedim. Yok dil kursuymuş yok bilmem neymiş... Boğazıma basıyorlar resmen.

Tamam, en azından bu sefer konu güzel, istediğim şeyleri öğreniyorum. Hele daha üç ders oldu ama kimlerle tanıştık kimlerle konuştuk tek tek ifade etmek mümkün bile değil. Hocamız Music Biz alanında epey adı geçen bir insan. 

Perşembe günleri de eskiden ders aldığım bir hocadan ikinci dersi aldım. Pazarlama dersi. Bu aralar feci kafayı takmıştım zaten pazarlama derslerine. Yurttan ayrılan arkadaşlardan bütün kitapları topladım, tek tek okuyorum. Bu hoca da bir kitap yazmış, akıllara zarar. Her satırını tek tek okuyup sindirmek gerek.


Dersler dışında uğraştığım pek bir şey kalmadı. Gelirken ne getireceğime karar vermek, arkadaşlarla vakit geçirmek ve son günleri dolu dolu yaşamak dışında yapacağım bir şey yok.

Şaka maka bitiyor lan! İki yıl uğraştım bunun için. Vay anasını...


29 Eylül 2014 Pazartesi

Ondan Bundan Vol.10

Bu ay için blog ile alakalı bir çok dahiyane fikrim vardı. Ama mucizevi bir şey oldu ve inanılmaz hareketli bir sosyal hayatım oldu (en azından benim için). O yüzden blog nanay...

Bu ay yurttan bir sürü insan ayrıldı. Bildiğin yaprak dökümü... Emily gitti, Kolombiyalı gitti, Cihan gitti (adam bir anda "ben gidiyorum" dedi ve gitti la), oda arkadaşım gitti, gitti de gitti.

İki hafta boyunca yurtta gık çıkmıyordu. Ama işin eğlencesi burada zaten. İki hafta tatilimiz vardı. Gezmenin tozmanın, yemenin içmenin bokunu çıkardık ufak bir kadro olarak. 

Yaprak dökümü diyorum ya, burası Los Angeles, burada kış olmuyor beybi. Eğer yaprak döküyorsa bir ağaç öbür hafta tekrar çiçek açıyor. Bunu unutmamak gerek. Bir sürü insan gitti ama yerine yenileri geldi. Malumunuz çoğu insan refleks midir nedir, sonbaharda okula başlama eğiliminde. Şuan inanır mısın, yurt, tıklım tıkış dolu! Resmen bu haftasonu, Hillside' da gördüğüm en büyük kalabalığı gördüm.

Yeni gelenler gene aynı dengede, bol bol Brezilyalı (nahlet), Türk (meh), İspanyol (yeni oda arkadaşı), İtalyan, Japon. Enteresan olarak bir tane Hintli bir kız var. Ben en başta kızı asosyal ve inek bir tip olarak bekliyordum ama kız bomba bir şey çıktı. Yeni gelen herkes eğlenceli.

Tabii bunlar cicim ayları, iki hafta sonra görürüm kankalıklarını. Ama dediğimiz her şeye evet diyorlar. Şuraya gidiyoruz diyosun peşinden geliyorlar. Bunu yiyeceğiz diyorsun onu yiyorlar. Hanımağalığın tadını çıkarmaktayım.



Üstüne bir de çeviri geldi. Oh mis. Üç aydır gelmiyordu çeviri, malumunuz yaz... Ölü mevsim bizim için.

Bir de ikidir, oturma odasında yayılan yabancıları görüyoruz. Adam gelmiş dayamış eşyasını masalara koltuklara bildiğin götünü devirmiş yatıyor! Kimsin, nasıl geldin? Kem, küm. Hayır, bir de bunlar yakaladıklarımız. Nereden bu cesareti almışlar, kim demiş, gidin oraya serin postu diye bilemiyoruz. İz üstündeyiz ama.

Son olarak da Lily (eski oda arkadaşım -çılgın-) aradı bugün, yerleşmiş Irvine' e. Gelecekmiş önümüzdeki hafta araba kiralayıp. Parti o zaman başlar... Beybi.

Kolay gelsin beybililer... (Beybiliboy karikatürünü aradım aşağıdaki şey çıktı.)


2 Eylül 2014 Salı

Yaşlı Teyze Sorunu

Birkaç hafta önce yurda yaşlı bir teyze yerleşti. Sebebini bilmiyorum. Yani, tamam okula yazılmış, kalacak yere ihtiyacı varmış gelmiş, anladım onu. Neden buraya geldi onu bilmiyorum. Herkes tedirgin. Herkes perişan. Japonlar ağlıyor bir köşede. Tayvanlılar kızgın. İtalyanlar "Perchè Dio?" diye dolanıyor ortalarda. Tadımız tuzumuz kalmadı.


Teyze bir yemeğe iniyor, Allah belamızı veriyor yeminlen. Ağız şapırtdatmalarından, üstümüze sıçratmalara, ortalığa dökmelerinden, millete laf yetiştirmesine kadar bin bir türlü huyu var. Bütün hayat enerjimiz çekiliyor. Bir de bir saygısız ki sorma gitsin. Diyelim ortada dönen bir muhabbet var, birileri konuşuyor. Cart diye lafa dalıp kendi diyeceğini diyor, karşıdakini susturuyor. Daha sonra millet yemekten kalkınca da surat asıyor.


Benim kata taşınmış üstelik. Sabah akşam kapının önünde. Eskiden odanın kapısını açık bırakırdım ki havalansın oda. Artık onu yapamıyorum. Niye? Bir bakıyorum teyze kafasını uzatmış odaya bakıyor! Bir de böyle sessiz sessiz yürümeleri yok mu?! Her an karşına çıkabilir. Her an ödünü patlatabilir. Lara Croft' ın hizmetçisi gibi lan!



Bir de bu yaşlıların default bir kokusu var. Tuvalete girilmiyor lan o kokudan! Dolapta nasıl bir sabun saklıyorsa bütün kat o sabun kokuyor. Enteresan. Eskiden odası aşağıdayken iç çamaşırlarını yemekhaneye bakan pencerenin dışına asıyordu kuruması için.....


Gitmeye de hiç niyeti yok teyzenin. Tek başına evde canı sıkılıyormuş, öyle söyledi. Böyle olunca insanları görüyormuş. E teyzecim git yaşıtlarının yanına o zaman. Ne anlıyorsun yaş ortalaması 20 olan, çoğu ingilizce bile konuşamayan insanların bulunduğu yurttan? Jigolo mu arıyor bilemedim ki? Eminim, bizim yurttan daha uygun bir fiyata, daha iyi koşullar içerisinde kendine harika bir ev bulabilir. Craigslist, kendine ev arkadaşı arayan yaşlı dolu. 

Bunları yazma gereği duymamın sebebi de attığım şu tweet.


22 Ağustos 2014 Cuma

Ondan Bundan Vol.8

Bahsetmek istediğim iki mesele var. İlki doğum günüm! 25 oldum uleyn! Benim için bir ilk ise üç kere mum üflemem oldu. Birisi Skype' tan! Annemler almış pastayı, ben burdan üfledim abim oradan destekle söndürdü =) İkincisi Cihan sağolsun cupcake'lerden oluşan kocaman bir tepsi ile geldi öğlen yemeğinde. Pek de güzel oldu. Üçüncüsü de akşam Hillside' daki arkadaşlar sağolsunlar hazırlamışlar bir pasta, o oldu. Bir de hediyem var ki sormayın gitsin! 

Ayrıca bir de Emperor plağı. Onu nereden bulmuşlar hala bir fikrim yok.

Ertesi gün turne hocam da iki tane plak hediye etti. Direkt doğum günüm için değil, öylesine... Hatta Slayer plağı kırmızı çıktı. 500 tane üretmişler. Instagram' da var onun resmi.

Bugün de Village Records' a gittik. Bilmeyenler için söyleyeyim. Village Records ya da kısaca The Village, 60'lardan beri en bilindik stüdyolardan birisidir. Bu stüdyoyu kullanmayan kimse yok diye biliyorum ben. Zaten içeri bir giriyorsun, her yer ödül, her metrekarede bir hatıra. Yok böyle bir olay.

Ama enteresan olan şey binanın dışı idi. Çünkü, bildiğin izbe sayılacak bir sokakta, köşede, içi boşaltılmış gibi duran bir bina var. Binanın dışında hiçbir hareket yok. Kapısına el ilanları sıkıştırmışlar. Buraya sanatçıların geldiğini anlamanın imkanı yok! Ama binanın yan tarafına geçiyorsun, ufak bir kapısı var. Şu şekilde:


Sonra içeri bir giriyorsun! Pir giriyorsun! Yok böyle bir stüdyo. Mükemmel ötesi. O döşemeler, o akustik! Yok böyle bir tasarım ya. Her santimetre kareyi özene bözene tasarlamışlar. Vokal odasına 2 milyon dolar ödemişler diyorlar. Sorduk oradaki çalışan elemana. "Fiyatını bilemem ama epey vakit aldı orayı yapmak" dedi.


Bu da dersimizin geçtiği kontrol odası. Öyle huzur dolu bir ortamdı ki çıkmak istemedik üç saatin sonunda. Diğer taraflarda da resim çektim ama hepsini koymak istemedim. Piyanoyu ayrı bir odaya koymuşlar, orkestra ile sesler karışmasın diye. Vokal odası zaten bombaydı. Eko için de oda yapmışlar, eğer seslerin biraz daha eko yapmasını istiyorlarsa bu odanın kapısını açıyorlar, ille içeride kayıt yapmalarına gerek de yok. O içerideki halılar! Milyarlar eder o halılar. Odanın her bir bölümünden (ki üç oda bir salon, salon salomanje diyeyim) farklı bir ses geliyor. 

Mükemmeldi kısacası. Bahsetmeden duramazdım. Haftasonu da San Francisco' ya gidiyoruz. Bu sefer kesin! Onu da geldiğim zaman fotoğraflarla anlatırım. 

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Latinlerin İletişim Formülü

Arkadaşlar dün gece feci bir aydınlanma yaşadım. Resmen kafamın içerisinde oturdu bütün olaylar. Buraya geldiğimden beri "ben neden bu Brezilya' lıları anlamıyorum" derdine düşüyordum ya artık anlıyorum!


Mesele sadece Brezilya menşeili olmaktan geçmiyor. Bütün Latinler aynı. Denedim %100 çalışıyor.

Şimdi başlıyoruz:

Örnek 1: Latinler kendi aralarında konuşmaktadır. Birisi "Hava bugün çok güzel" der. Diğeri onaylar. Tam bu sırada Dilara lafa dalar "Valla ne güzel hem serin hem güneşli" diye. Tam o sırada 1 numaralı Latin "Aslında bu havadan nefret ederim ben" der. Diğeri "Evet evet, hiç sevmem" der.


Örnek 2: Latinler yine durum belirten ifadeler ile insanlarla iletişim kurma çabasındadır. 1. Latin "Bugünkü yemek bok gibi, dışarıda mı yesek" der. 2. Latin de "Evet ya gidelim bence de" der. Bu arkadaşların suşiye bayıldığını bilen Dilara "E o zaman gidip suşi yiyelim" der. 1. Latin "Keşke çıkabilseydim ama çıkamam bugün" der. 2.' si de "Yarın gideriz belki ama bugün olmaz" der.


Örnek 3: Latinler yemek yapma meselesi ile alakalı konuşmaktadır. 1. Latin "Yemek yapmayı çok özledim" der. 2. Latin "Ben de ev yemeklerini özledim" der. Dilara lafa atlar "Ben de özledim. Acaba girip bir çorba mı yapsam şuan mutfağa" şeklinde. 1. ve 2. Latin "Yemek yapmaktan nefret ederim" minvalinde lafı çevirirler. 


Örnek 4: Latinler Robin Williams (rest in peace) hakkında konuşmaktadır. 1. Latin "Duydun mu RW ölmüş" der gayet üzgün. 2. Latin "Evett duydum çok yazık olmuş" der. Olayı yeni duyan Dilara "Neee?! Ciddi misin?" diye üzülür. 1. Latin "Ünlüler ölünce üzülen insanları anlamıyorum" der. 2. Latin de "Evet yani bana ne sonuçta" der.


Şöyle durdum baktım bugüne kadar başımdan geçen bütün konuşmalara. Hepsi bu şekilde işlemiş. Maksatları muhabbeti kesmek ya da dışlamak değil. Dibimden ayrılmıyor hiçbirisi. Madem istemiyorsun, konuşmazsın sonuçta. Bunlar öyle değil. Hem konuşacaklar hem de benim söylediğimin tam tersini söyleyecekler. Adamlar zevk alıyor bundan. Zarfı atıyorlar, sen de muhabbete giriyorsun. Zart! Hemen tersine çekip seni haksız çıkarıyorlar, kendilerince seni eziyorlar. Sanki kendileri söylememiş gibi, sen bir şey istemişsin de onlar istememiş gibi oluyor dışarıdan bakınca. Hiçbir zaman muhabbeti ben başlatmıyorum, hiçbir zaman ortaya yeni bir şey atmıyorum. Kendileri söylüyor, ikinci cümlede kendileri ile çelişiyorlar. Huyları bu. Evet, çözdüm. 


30 Temmuz 2014 Çarşamba

Bayram Haftası Film Maratonu 5. Gün

Bugün, dönemin ilk sınavına girdim. Ayın 7' sinden önce bitirmem gereken bir başka sınavım daha var. Diğer dersin hocası leyla olduğu için neler olacak bilmiyoruz. Ama umudumuzu kaybetmedik.

Sınavdan gelip ancak oturabildim filmlerin başına. İlk film The Wolverine' di. Bu filmi izlememdeki tek amaç, başladım bari devamını getireyim mantığı başka hiçbir şey değil. Son zamanlarda çok fazla çer çöp film izlediğimin farkındayım. Ama gerçekten çok güzel olan birkaç film de izlemedim diyemem. O beğendiklerimi sağ üst köşede bırakıyorum zaten. Oradaki o 3 film izlemenizi tavsiye edeceğim filmler. Bakarsanız imdb veya benzeri sayfalara memnun olurum.

The Wolverine, çok gereksiz bir film. Söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Hele şu basuru azmış pozlu postere diyecek hiçbir şey bulamıyorum.

Bir sonraki film The Haunter pek de fena olmayan bir korku filmiydi. Biliyorum korku filmleri ile aram iyi değil, çok da anlamıyorum. Ama şu aile ile izlenebilecek basit hayaletli filmleri seviyorum; bana eskiyi hatırlatıyor. Abigail Breslin oynuyordu filmde. Ne kaa büyüdü o kız yahu... Neyse izlenebilir.

Bu haftasonu muhtemelen San Francisco' ya gidemeyeceğim. Ama maratonu en başta karar verdiğim tarihte bitirmeye karar verdim. Çünkü çalışmam gereken çok makale var. Bu haftasonu biraz kafa dinleyip ders çalışmaya ayırsam daha iyi benim için.

Bayram Haftası Film Maratonu 3. ve 4. Gün

Önümüzdeki haftasonunda yapacağım San Francisco gezisi biraz tehlikeye girdi. Belki o günlere de film koyarım. Haber veririm o zaman.

İzlediğim ilk film Transcendence idi. Acaba ben neden Rebbecal Hall' u sevmiyorum? Böyle acayip bir iticilik var bu kadında. Film fena değildi. Filmin ortalarına doğru "madem herşeye gücü yetiyor bu adam neden kendine bir beden yapmıyor" diye düşünüyordum, onu da yaptı şerefsiz. Karmaşık gelen yerler de vardı ama genel olarak otur işte arkadaşlarında izle bu filmi. Kimseyi ısırmaz, kimseyi üzmez, kimseyi düşündürüp gücendirmez. Kimse sıkılmaz da. Tam o ayarda bir film.

İkinci film Attila'ydı. Ben bu filmi izleyip izlemediğimi hatırlamıyordum. Daha sonra bir kaynaktan kalitesi fena olmayan bir kopyası geçti elime. İzlemek farzdır dedim başladım. Hikaye şöyle efenim: İskoçya' nın bağrında kopup gelen Hunlar Roma' ya saldırıyor. Ulan diyorsun, bu Hunların tipi nedir? Bir an yeminle Braveheart izlediğimi sandım. Genelde içinde at olan her filmi izlemeyi adet edinmeye çalışan bir insanım da yani ebesinin hörekesi be. Bir de ne çirkin insanlar oynuyordu hacı. Yok mu eli yüzü biraz daha düzgün, şöyle köle kız olarak koyacak. Saçını beş yıl önce kızıla boyamış çingen bulup oynatmışlar lan filmde! Yeminle bak.

Gençler bu arada iki günü birleştirmemin iki sebebi var. Hem bayram günü arada kaynıyor yazdıklarım hem de gerçekten yetiştiremiyorum artık bir şeyleri yapmaya bu aralar. Bu hafta iki sınavım var, spor salonuna gidiyorum hergün, okunacak makaleler, araya iki gezme tozma da girince tamam işte bütün gün bitti, geçmiş olsun. Planımda olsaydı ona göre ayarlardım önceden ama ani kararlar bunlar. O yüzden yargılamayın beni.

4. günün ilk filmi Reality Bites idi. Bu filmin adını sanını hep duyardım. Özellikle geçen dönem aldığım bir derste hoca sürekli bu filmi örnek verirdi "music supervision" olayı için. O sırada izlemeye fırsatım olmamıştı ama artık vaktim var bunlar için. O yüzden izlemenin tam zamanıdır dedim. Çok önyargılı oturdum filme. Allah aşkına şu postere bak ya... Neyse ama düşündüğüm kadar da kötü değildi. Ben harbiden çok kötü bir şey bekliyordum ama gayet izlenir bir film. Tavsiye ederim.

Son olarak da esasen Somewhere in Time' ı izlemem gerekirken The Host ile bitirdim günü. Çünkü, okulu su bastı. Okulu su basınca bütün dersler iptal oldu. Yurttaki elemanlar da tutturdu film izleyelim diye. Ve bu filmi seçtiler. Nahlet gelsin bu filme! Uzun zamandır bu kadar kötü bir film daha izlememiştim. Bu bir kitapmış ve yazarı da şu meşhur Alacakaranlık serisinin yazarıymış. Ulan ne bekliyorsun beşikteki bebeğe aşık olan kurt adam yazan karıdan? Bu yazarın bir formülü var, her kitabında uyguluyor sanırım. Esas kız, bir boka yaramayan... İki oğlan birisi esas kızın ilk başta aşık olduğu, diğeri de sonradan araya giren. Ama kız hep esas oğlanda kalıyor. Sonradan giren de boş kalmıyor ona da ayarlıyor birini. Herkes mutlu oluyor sonra... Vıcık vıcık... Bilseydik en başından izlemezdik muhtemelen. Ama bilmiyorduk işte, film bitene kadar da haberimiz yoktu. İzlemiş bulunduk. Ve ömrümden 2 saat de böyle gitti....

Bu arada okulu öyle bir su bastı ki, umarım yarın da dersler iptal olur. Sınavım var çünkü.

Yaş geldi 25' e ben hala ergen liseli gibi doğal afetlerden derslerin iptal olmasını bekliyorum. Evet...


21 Temmuz 2014 Pazartesi

Yurt Halleri

Üç gündür kaldığım yurtta çok acayip şeyler oluyor. Birisi bir kızı camdan dikizliyor diye suçlanıyor, yurttan atılıyor. Bir Brezilyalı tongaya düşürülüyor (alsında tam tersi olurdu), Asyalılar masamıza oturup bize dikleniyor falan. İnsanların suyuna yemeğine ne katıyorlarsa son günlerde herkesin ayarı bozuldu.

Yurtta şuan yeni adamlar mevcut. Yirmi tane Tayvanlı geldi. Geldikleri gün tuvalet tıkandı, taştı, her yeri bok götürdü. Bizim katta kalan kızlardan bir tanesi sakal traşı oluyor bildiğin, görünce şoka girdim. Tuvalet eğitimini tamamlayamamış bu insan ekibi ne zaman geri gidecek pek bir fikrim yok. Temizlikçiler ellerinden geleni yapıyor her gün tuvaletleri temizlemekle. Destek vermeyi unutmayalım bu emekçilerimize.


Ulan geçen kahvaltıda arkamdan öbür masaya geçmeye çalışan ama beceremeyen koca götlü bir kız, resmen poposuyla benim sandalyeyi itekleye itekleye geçmeye kalktı. İnsanlıktan nasibini almamış bu Homo Habilis için türlü türlü fikirlerim var. Ama daha zamanı var işte o planların. Ulan gavat, ulan kıt! Adam gibi "Afedersiniz geçebilir miyim," desene! Resmen tacize uğradım lan! Bu sabah da aynı kız ve tayfası geçmişler bizim masaya (herkesin her zaman oturduğu bir masası var ilk defa gördüm bir başkasının masasına dadanan) yayıla yayıla bir de suratımıza bakıyorlar bir problem mi var diye. Çöp şiş olacaklar haberleri yok. O nasıl bir kendine güvendir, o nasıl bir harekettir hiç beklemezsin Asyalılardan. Höt dersin çekilir çünkü bunlar.

Neyse. Yeni bir oda arkadaşım var. Oda arkadaşını anlatmadan önce tarif etmek istediğim bir film var adını hatırlamıyorum. Bir eleman var fotoğraf çekiyor sürekli, bu ve bunun kız arkadaşı resimlerde bir farklılık görüyorlar. Resimlerde bir ruh var. Bunu araştırıyorlar bu ruh meğer bu elemanın üniversiteden manitasıymış, bir sürü olay. Kız acayip çirkin. Bir de ruh halini düşünün, manyak bir şey. İşte o kız ayarında bir kız benim bu yeni oda arkadaşım. Kız gıkını çıkarmıyor, sürekli ders çalışıyor. Ulan çok korkuyorum bu kız ölürse başıma musallat olur diye. Geceleri horluyor bazen, korku filminden çıkmış gibi amk. Huyuna gitmeye çalışıyorum kızın ki musallat olmasın.


İspanya' dan yeni kızlar geldi. Sevdim ben baya bunları. Neden mi? Brezilya'lıları fırıl fırıl parmaklarında döndürüyorlar çünkü. Yerin dibine sokup çıkarıyorlar. Allahım bir gülme geliyor aslkdfjshgkdflşj.. Bir sürü yeni resim çektim polaroid ile. Bu aralar keyfimiz yerinde o yüzden. Bir de şu Tayvanlı Habilisler bir gitsin süper olacak.


Ha bir de her gün menüden tavuk çıkmazsa artık o daha süper olacak.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Fotoğraf Çelıncı 11. ve 12. Gün

Bir bakıyorum günler çifter çifter geçmiş. Ulan noldu bu zamana? Çok acayip...

Dün Aybars Türkiye' ye geri döndü. Bütün yurt onu uğurladık. Bir kısmı hava alanına gitti. Ben gidemedim, çevirimden ötürü. Ve hatta gidip dondurma almak dışında hiç dışarı çıkma fırsatım bile olmadı. Ders, çeviri, çeviri ders. Bu kaa.

The dondurma. İki kurabiye arası, eşsiz lezzet. Kurabiyenin biri beyaz çikolatalı, diğeri üzümlü, yulaflı. Oh beybi.

Bir pervanenin yalnızlığı adlı sanatsal çalışmam. Ulan çok sıkıcı hayatım var diyorum inanmıyorsunuz.

Bu paket Eco Emi' den geliyor. İçinden neler çıkmadı ki bu ay. Eco Emi denilen zırzavat, bizim bildiğin aktarın paket yapıp evlere yolladığı ürünler. Hiçbir farkı yok. Hatta içinden hacı yağı bile çıktı amk.

Bu da benim çılgın bebiş. Büşra' nın dibi düşsün diye koyuyorum. Nihaha!

Okula giderken kullandığım koşu yolundan bir kare alayım dedim. Kaymış amk.

Bu da derste ne kaa sıkıldığımızın bir resmi. Paty yayılmış, elinde telefon. Pipo desen (evet adamın adı o) bana poz kesiyor. Öbür çocuğun adını unuttum.

Size diyorum ya bir takım haberlerim var diye. Çok az kaldı. Bugün yarın kesinleşecek ne olup ne olmayacağı. Anlatacağım. Şu iki haftayı atlatırsam benden yiğidi yok ama. Hem sınavlar, hem çeviri. Acayip gergin olmam gerekir ama üstümde bir sükunet, bir sabır... Sebebi de işte o açıklayacağım sürpriz diye tahmin ediyorum. Olaylar olaylar...