san francisco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
san francisco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ağustos 2014 Perşembe

Kıroluk Özeti

Sizinle bir şey paylaşmak istedim. Haftasonu gittiğim San Francisco gezisinde otobüse binmeden bir Türk gördüm. Çok belli Türk olduğu bazı insanların. Direkt insanların götüne bakmalarından mı dersin, direkt bir muhabbet kurmaya çalışmalarından mı, giyimlerinden mi kuşamlarından mı artık her nedense... Kolombiyalı arkadaş ile ne zaman birisini görsek "Bu Türk, bu değil" diye direkt ayrımını yapabiliyoruz. Neyse. Otobüse bindik. Bu eleman direkt bizim arkadaş Gabriel' e (Brezilyalıdır kendisi.....) "Türk müsün" diye sordu.


Şimdi iki önemli nokta var. 

1. Tanımadığın bir adama gidip "Türk müsün" diye sormanın nasıl bir mantığı var? Adam bir bok anlamadı, ne diyeceğini bilemedi. Niye öyle dedin şimdi yani?

2. Diyelim ki adam Türk. Sana ne amk. Bilmek zorunda mısın? Sırf Türk diye birini taciz etmek zorunda mısın? Sen Türkiye' de yolda gördüğün herkesi bu şekilde taciz edebilir misin? 

Neyse hiç oralı olmadık, bu geçti yerine oturdu. İsimlerimiz kontrol edilirken lanet olsun ki benim Türk olduğumu anladı. Ve gelen sorular aynen şu şekilde, aralıksız "Aa napıyosun burda, nerde kalıyosun, yaşın kaç, gayet küçük duruyosun"....... Sana ne amk. Sana ne amk!!!


Kıro adam her yerde kıro, orası kesin. Ama Amerika'ya gelen Türk adamların yüzde 80'i ayrı bir kıro. Manyak bir özgüven patlamaları var bir kere. Zannediyorlar ki kendileri Amerika' ya gelince artık her şeyi yapabilirler. Tüm kızlara yavşayabilirler, tüm insanları muhabbetleri ile taciz edebilirler, her türlü yarak kürek muhabbeti yapabilirler, kolay yoldan para kazanabilirler, insan kazıklayabilirler vb. Zannediyorlar ki, sırf Türk olduğun için en yakın kankası olabilirsin, her şeyi seninle konuşabilirler, her türlü yavşak muhabbeti çekebilirler yanında. Bir sürü mükemmel Türk'le de tanıştım tabii. Aklı başında, ne yapmak istediğini bilen, çabalayan, çalışan, düzgün insanlar... Ama nerede 3 aylığına gelen var, onlarda bir terslik var işte.

Burada az Türk yok, ama gidip de birine "Törk mösön" diye yılışman kadar ayıp bir şey de yok yani. Kimsenin maaşını, nerede çalıştığını, nasıl iş bulduğunu vb. şeyler sormanın da alemi yok. Türk olduğunu belli etmenin, bir muhabbet beklemenin hiç alemi yok. 

Bu elemana gelince... Otobüste bir başka Türk vardı. Adam sessiz sakin, kız arkadaşı ile tura çıkmış. Hiç konuşmadık. Niye konuşalım zaten, kırk el yabancı sonuçta. Bu adama yapıştı bu sonradan görme... "Ben burada kalmak için ne yapabilirim" diyor. Adam da direkt şunu söyledi yüzüne:

"Şu mentaliteden çıkman gerek en başta."


Hevesli olabilirsin, bir şeyler değiştirmek isteyebilirsin. Yeni insanlar tanıyıp çevreni geliştirmek isteyebilirsin. Ama her şeyin bir adabı var. Haddini bilmek gerekiyor önce. Sırf Türk diye insanlara yılışmaman gerekiyor en başta. Bence bu böyle.

22 Ağustos 2014 Cuma

Ondan Bundan Vol.8

Bahsetmek istediğim iki mesele var. İlki doğum günüm! 25 oldum uleyn! Benim için bir ilk ise üç kere mum üflemem oldu. Birisi Skype' tan! Annemler almış pastayı, ben burdan üfledim abim oradan destekle söndürdü =) İkincisi Cihan sağolsun cupcake'lerden oluşan kocaman bir tepsi ile geldi öğlen yemeğinde. Pek de güzel oldu. Üçüncüsü de akşam Hillside' daki arkadaşlar sağolsunlar hazırlamışlar bir pasta, o oldu. Bir de hediyem var ki sormayın gitsin! 

Ayrıca bir de Emperor plağı. Onu nereden bulmuşlar hala bir fikrim yok.

Ertesi gün turne hocam da iki tane plak hediye etti. Direkt doğum günüm için değil, öylesine... Hatta Slayer plağı kırmızı çıktı. 500 tane üretmişler. Instagram' da var onun resmi.

Bugün de Village Records' a gittik. Bilmeyenler için söyleyeyim. Village Records ya da kısaca The Village, 60'lardan beri en bilindik stüdyolardan birisidir. Bu stüdyoyu kullanmayan kimse yok diye biliyorum ben. Zaten içeri bir giriyorsun, her yer ödül, her metrekarede bir hatıra. Yok böyle bir olay.

Ama enteresan olan şey binanın dışı idi. Çünkü, bildiğin izbe sayılacak bir sokakta, köşede, içi boşaltılmış gibi duran bir bina var. Binanın dışında hiçbir hareket yok. Kapısına el ilanları sıkıştırmışlar. Buraya sanatçıların geldiğini anlamanın imkanı yok! Ama binanın yan tarafına geçiyorsun, ufak bir kapısı var. Şu şekilde:


Sonra içeri bir giriyorsun! Pir giriyorsun! Yok böyle bir stüdyo. Mükemmel ötesi. O döşemeler, o akustik! Yok böyle bir tasarım ya. Her santimetre kareyi özene bözene tasarlamışlar. Vokal odasına 2 milyon dolar ödemişler diyorlar. Sorduk oradaki çalışan elemana. "Fiyatını bilemem ama epey vakit aldı orayı yapmak" dedi.


Bu da dersimizin geçtiği kontrol odası. Öyle huzur dolu bir ortamdı ki çıkmak istemedik üç saatin sonunda. Diğer taraflarda da resim çektim ama hepsini koymak istemedim. Piyanoyu ayrı bir odaya koymuşlar, orkestra ile sesler karışmasın diye. Vokal odası zaten bombaydı. Eko için de oda yapmışlar, eğer seslerin biraz daha eko yapmasını istiyorlarsa bu odanın kapısını açıyorlar, ille içeride kayıt yapmalarına gerek de yok. O içerideki halılar! Milyarlar eder o halılar. Odanın her bir bölümünden (ki üç oda bir salon, salon salomanje diyeyim) farklı bir ses geliyor. 

Mükemmeldi kısacası. Bahsetmeden duramazdım. Haftasonu da San Francisco' ya gidiyoruz. Bu sefer kesin! Onu da geldiğim zaman fotoğraflarla anlatırım. 

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Bayram Haftası Film Maratonu 5. Gün

Bugün, dönemin ilk sınavına girdim. Ayın 7' sinden önce bitirmem gereken bir başka sınavım daha var. Diğer dersin hocası leyla olduğu için neler olacak bilmiyoruz. Ama umudumuzu kaybetmedik.

Sınavdan gelip ancak oturabildim filmlerin başına. İlk film The Wolverine' di. Bu filmi izlememdeki tek amaç, başladım bari devamını getireyim mantığı başka hiçbir şey değil. Son zamanlarda çok fazla çer çöp film izlediğimin farkındayım. Ama gerçekten çok güzel olan birkaç film de izlemedim diyemem. O beğendiklerimi sağ üst köşede bırakıyorum zaten. Oradaki o 3 film izlemenizi tavsiye edeceğim filmler. Bakarsanız imdb veya benzeri sayfalara memnun olurum.

The Wolverine, çok gereksiz bir film. Söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Hele şu basuru azmış pozlu postere diyecek hiçbir şey bulamıyorum.

Bir sonraki film The Haunter pek de fena olmayan bir korku filmiydi. Biliyorum korku filmleri ile aram iyi değil, çok da anlamıyorum. Ama şu aile ile izlenebilecek basit hayaletli filmleri seviyorum; bana eskiyi hatırlatıyor. Abigail Breslin oynuyordu filmde. Ne kaa büyüdü o kız yahu... Neyse izlenebilir.

Bu haftasonu muhtemelen San Francisco' ya gidemeyeceğim. Ama maratonu en başta karar verdiğim tarihte bitirmeye karar verdim. Çünkü çalışmam gereken çok makale var. Bu haftasonu biraz kafa dinleyip ders çalışmaya ayırsam daha iyi benim için.