29 Eylül 2014 Pazartesi

Ondan Bundan Vol.10

Bu ay için blog ile alakalı bir çok dahiyane fikrim vardı. Ama mucizevi bir şey oldu ve inanılmaz hareketli bir sosyal hayatım oldu (en azından benim için). O yüzden blog nanay...

Bu ay yurttan bir sürü insan ayrıldı. Bildiğin yaprak dökümü... Emily gitti, Kolombiyalı gitti, Cihan gitti (adam bir anda "ben gidiyorum" dedi ve gitti la), oda arkadaşım gitti, gitti de gitti.

İki hafta boyunca yurtta gık çıkmıyordu. Ama işin eğlencesi burada zaten. İki hafta tatilimiz vardı. Gezmenin tozmanın, yemenin içmenin bokunu çıkardık ufak bir kadro olarak. 

Yaprak dökümü diyorum ya, burası Los Angeles, burada kış olmuyor beybi. Eğer yaprak döküyorsa bir ağaç öbür hafta tekrar çiçek açıyor. Bunu unutmamak gerek. Bir sürü insan gitti ama yerine yenileri geldi. Malumunuz çoğu insan refleks midir nedir, sonbaharda okula başlama eğiliminde. Şuan inanır mısın, yurt, tıklım tıkış dolu! Resmen bu haftasonu, Hillside' da gördüğüm en büyük kalabalığı gördüm.

Yeni gelenler gene aynı dengede, bol bol Brezilyalı (nahlet), Türk (meh), İspanyol (yeni oda arkadaşı), İtalyan, Japon. Enteresan olarak bir tane Hintli bir kız var. Ben en başta kızı asosyal ve inek bir tip olarak bekliyordum ama kız bomba bir şey çıktı. Yeni gelen herkes eğlenceli.

Tabii bunlar cicim ayları, iki hafta sonra görürüm kankalıklarını. Ama dediğimiz her şeye evet diyorlar. Şuraya gidiyoruz diyosun peşinden geliyorlar. Bunu yiyeceğiz diyorsun onu yiyorlar. Hanımağalığın tadını çıkarmaktayım.



Üstüne bir de çeviri geldi. Oh mis. Üç aydır gelmiyordu çeviri, malumunuz yaz... Ölü mevsim bizim için.

Bir de ikidir, oturma odasında yayılan yabancıları görüyoruz. Adam gelmiş dayamış eşyasını masalara koltuklara bildiğin götünü devirmiş yatıyor! Kimsin, nasıl geldin? Kem, küm. Hayır, bir de bunlar yakaladıklarımız. Nereden bu cesareti almışlar, kim demiş, gidin oraya serin postu diye bilemiyoruz. İz üstündeyiz ama.

Son olarak da Lily (eski oda arkadaşım -çılgın-) aradı bugün, yerleşmiş Irvine' e. Gelecekmiş önümüzdeki hafta araba kiralayıp. Parti o zaman başlar... Beybi.

Kolay gelsin beybililer... (Beybiliboy karikatürünü aradım aşağıdaki şey çıktı.)


10 Eylül 2014 Çarşamba

1993

Uzun zaman önce fark ettiğim bir şeyi sizlerle paylaşmak istedim. Ne zaman güzel ve eski sayılabilecek bir film bulduysam mutlaka ama mutlaka 1993 yılında yapılmış olduğunu fark etmiştim bir ara. Uzun zamandır bu yıl ile alakalı bir yazı yazmak aklımdaydı.O yıl çekilen bütün güzel filmlerin listesini hazırlayacaktım. Liste aşağıda efenim... Bir gün oturun ve bu filmleri tek tek izlemeye başlayın. 1993 yılında milletin ekmeğine suyuna ne katmışlarsa artık, bize izleyip tebrik etmek düşüyor.

4. Piano
11. Naked
12. Rudy

Benim bu listedeki favorim The Remains of The Day. Hatırlıyorum, annemle izlemiştik bu filmi (1993' te değil) çıldıracaktık neredeyse Anthony Hopkins' in tepkisizliği yüzünden. Mel Brooks'un Robin Hood parodisi de bir numaradır. İzlemeye bu ikisinden başlayın.


Jurassic Park muhtemelen ömrümde gittiğim ilk film idi. Ben Aslan Kral' dır diye düşünüyordum ama o film Türkiye' de 1995' te gösterime girmiş.

İzlemediğiniz filmler varsa şimdiden iyi seyirler sizlere.

5 Eylül 2014 Cuma

İstanbullu Gruplara Alternatif Şarkı Sözleri

Ekşicilere rağmen İstanbulluları bombardımana tutma fikrini beğenen arkadaşlarıma selam olsun. Onlardır ki istediler bir başka yazı "Istanbullu gruplar" hakkında. Ben de önceki yazıdan biraz bahsettiğim bir konudan gireceğim. 

Bu dersimizde İstanbul çıkışlı grupların şarkı sözlerini ele alacağız gençler. Grubunuzu kurdunuz. Sıra şarkılara geldi. Nasıl şarkı yazmalısınız? İstanbullu gruplar nasıl şarkı yazar? Başlamadan önce unutmayın. Beyzadelik şart!


Kural 1: Ne yaparsanız yapın, mutlaka ama mutlaka bir şarkınızda Istanbul deyin. Çok alakasız bir yerden gelse de (mesela "Bir ben miydim uğruna yanan aşkının, Istanbul şahit bu alçak yangının") mutlaka bağlayın İstanbul' u bir yerine o şarkı sözünün. İstanbul şahit olsun, İstanbul sebep olsun, İstanbul dövsün, sövsün, sevsin, üçüncü tekerlek olarak mutlaka ilişkinde bulunsun. Gören desin ki ilişkin İstanbul' la. Karşıdaki yalan dolan, sen esas onu istiyorsun. Rimelleri falan aksın İstanbul'un.

Kural 2: Bol bol "Ben" deyin. Ben kelimesini bir şarkıda 10' dan az kullanan grup İstanbullu olamaz çünkü. Eğer kelimeyi kullanamıyorsanız da sorun değil. Tekil şahıs eki olan -m harfini hayvan gibi vurgulayacaksınız. DöndüMMM, geldiMMM, bildiMMMMMMM. BENNNNNNN BENNN! BANA SORACAKSINIZ.


Kural 3: Kibar konuşun. Hiçbir İstanbullu "Beni bu işe alıştıran senin yavşak enişten" diye şarkı sözü yazmaz. Ayrıca kelimeleri de kıra kıra söyleyeceksiniz. Yapacağım değil yapıcaaam diyeceksiniz. Bütün memlekete örnek oluyorsunuz konuşmanızla çünkü. Locanın lokumlarını lokma lokma yiyeceksiniz, değil demeyeceksiniz diil diyeceksiniz. Bedava diksiyon dersi "vericeksiniz". Bir Istanbullu grup olarak asli göreviniz budur.

Kural 4: Şarkının konusunu kesinlikle ortaya koymayacaksınız. İsteyen istediği yere çekebilecek. Dansöz gibi kıvıracaksınız. "Şair burada kime sesleniyor" diye soracak insanlar size. "Su içerken sevgilinin gözünden yaş gelmesi" temalı bir siyasi şarkı çıkarın karşıdakine. Önemli olan bozuntuya vermemek, ne yaptığınızı biliyormuş gibi davranmak. Unutmayın, sanat sanat içindir. Ve siz İstanbullusunuz. Geri kalan köylülere dert anlatmak için kasmayın.


Kural 5: Sivaslı kızları hedef alacaksınız. İstanbul' da yaşayan bir Sivaslı kız ne sever, ne giyer, ne yer, ne içer. Bilemiyorsanız da onların hoşuna gidebilecek bir iki eşya bulun. Şarkınızın adı da bu olsun. Ojeler rujlar havada uçuşsun. Sigaralar, kahveler ve sıcak şaraptan vazgeçmeyin. Ha bunları sadece Sivaslı kızlar sevmiyor, farkındayım. Ama hedef kitleniz bir İstanbullu olarak Sivas nüfusudur. 

Kural 6: Sevgilinize "bundan sonra işler böyle" temalı bir şarkı yazın. Bundan böyle kanmam sana deyin, bundan böyle sen söyle...

Kural 7 (Yediveren Kuralı): İstanbullu gruplar çimen demeyi çok sever. Çimen deyin, bulut deyin, martı deyin, rüzgar deyin. Gül deyin. Mümkünse yediveren deyin. Yedi İstanbul'un kutsal sayısıdır. Yediverensiz şarkınız olmasın. Bir tane mutlaka bulunsun repertuarınızda. Hayat, kader, ama biz mutluyuz, güller ve çimen lay lay, ah oh, biraz da orama...


Kural 8: Yapsa, etse, olsa... Keşkeler, aman dikkatler, şarkı sözü değil dilek ağacı dikin. Aman aman deyin. Belirsizlik katın, olmuş gibi konuşup yoksa diye bağlayın...

Kural 9: Şarkı içinde dikkat etmeniz gereken bir başka şey de şarkınızda nesneleri kullanmak. Aklınıza ne gelirse. Yatak yorgan, yastık, cımbız, törpü, elma, armut, domates, biber, patlıcan. Şarkıda kahvaltı edin, çay için, sigara dumanını rüzgara üfleyin. Sevgilini adeta sigaraya boğacaksın gerekirse. Ama çok ekstrem bir örnek tabi o. Biz yatak ve yorgana sadık kalalım şimdilik.

Kural 10: Son olarak şarkının adına gelelim. İstanbullu gruplar, grup ismi olarak 3 ila 8 kelime arası zincirleme tamlamaları seçse de, şarkı isimlerini mümkün olduğunca kısa ve nesnel tutarlar. Tek kelime olsun. Mümkünse Sivas kızları referanslı bir nesne ismi olsun. Kızlara odaklanın. Kızların "ay ne şeker" diyeceği isimleri seçin. Bir kızın köpeğine isim seçer gibi şarkınıza isim seçin. Günlere odaklanın. Dün, bugün, yarın... Pişman olmayacaksınız.

Bu maddeler ile harika şarkılar yazabiliriz. Ben yazdım bile bir tane. Şarkının adı Istanbul da olabilirdi. Ben 'Bugün'ü kullanmayı uygun gördüm.


Bugün (Madde 10)

Istanbul yorgun bugün, sokakları ağlıyor (madde 1)
Ne yapsaM edemeM ki seni mutlu (madde 2, 4) 
Gözlerindeki hayalleri anlıycaM bugün (madde 2, 3)
Bir şans vermeli bugün Istanbul sokaklarına (madde 1 ve oha olay çıktı sokağa çıkıyoruz madde 4)

SigaraMın dumanından bulut yaptıM bugün (Sivas mode madde 5,2)
Rüzgarına umutlarıMı bıraktıM bugün
Ağlamıycak (madde 3) bundan sonra Istanbul (madde 6)
Yediverenlerle dolUcak sevgimiz (madde 7,4,2)

Istanbul bulsa BENi (madde 1,8)
Koysa başımı yastıklara (madde 8,9)
Sevse bugün Istanbul yormasa (madde 1,8)

Afiyet olsun.

3 Eylül 2014 Çarşamba

Ondan Bundan Vol.9

Şu yazıyı buldum derinlerde bir yerlerde. Nasıl gözümden kaçmış acaba? Eski biraz.

* Daha demin çevirdiğim şeye şok geçirdim. Bu hem İngilizce hem Türkçe gazetelere ilan veren şirketlerin nasıl işe alım yaptığına dair. İlk önce ilan veriliyor, sonra CV' ler toplanıyor. İlk elemeden sonra mülakata başlanıyor ve en son da yazılı sınav ile son karara varılıyor. Çok basit ve hilesiz duruyor değil mi? Esasında neler oluyormuş? Bir iş için reklam verince yüzlerce başvuru alıyorlar. İşe alım yapılacak bölümdeki adam yüzlerce adamın CV' sini okumak istemediğinden bunları çalışanlarına dağıtıyor. Çalışanlar kendilerine rakip gördükleri en iyi CV' leri saklıyorlar. Ortalama CV' ler İK bölümüne gönderiliyor. İK bölümü o arada kendi tanıdığı adamın CV' sini bu dosyaya ekliyor ve bir mülakat düzenleniyor. Mülakatta bu adamlara iltimas geçiliyor. En son yazılı sınav var ve bu sınav soruları işe alım yapılacak bölüm ile alakası olmayan İK bölümü tarafından basitçe hazırlanıyor. En sonunda kendi istediği adamı işe sokmuş oluyor. Hadi bunu da açıkla Hürriyet İK! Bütün hayat enerjim çekildi amk...




* Büşra' nın lisedeki halini hatırladım birden. Ufak sırt çantasını, at kuyruğunun her daim ne kadar süper durduğunu, kollarını kavuşturup yavaş yavaş yürümesini, kalemlerini, şiirlerini, mektuplarını... Hala saklarım onları.


* İnsanın kendi sınırlarını bilmesi iyi güzel de etrafındakilerin sürekli onu zorlamaya çalışması kötü. Bir şey biliyoruz da söylüyoruz. Yok ille kendisi test edecek, onaylayacak. Gerizekalı.




* Geçen dönem, Hukuk hocam çok güzel bir şey söylemişti. Dünyada yapılan bazı işler var hani insanlar "Ama o da yaptı" diye savunabiliyor ya. Neyin mazeret neyin hak olduğu ile alakalı bir konuşmaydı onunki. İnsanlar karıştırıyor. Kendine hak görüyor ya bazı şeyleri (bkz. polislerin at gibi davranması), aradaki farkı anlayabilmek çok önemli o yüzden. Kendini savunmak için mazeret üretmek ile neyin hakkın olduğu kıyaslaması. Melih Gökçek mazeret sunuyor sürekli mesela. Mansur Yavaş hakkını savunuyor. Anladınız aradaki farklı. Memleketimizde mazeret sunarak kendini haklı çıkaracağını sanan dalyaraklar çok ne yazık ki. Haklı olan adam her şekilde haklıdır. Mazeretler seni haklı çıkarmaz. Sadece kendini kandırırsın. İnsanları oyalarsın. Sonuç olarak iki şey var: Mazeret ve hak. Hangisinin ardında durduğunu iyi bilmeli insan.




2 Eylül 2014 Salı

Yaşlı Teyze Sorunu

Birkaç hafta önce yurda yaşlı bir teyze yerleşti. Sebebini bilmiyorum. Yani, tamam okula yazılmış, kalacak yere ihtiyacı varmış gelmiş, anladım onu. Neden buraya geldi onu bilmiyorum. Herkes tedirgin. Herkes perişan. Japonlar ağlıyor bir köşede. Tayvanlılar kızgın. İtalyanlar "Perchè Dio?" diye dolanıyor ortalarda. Tadımız tuzumuz kalmadı.


Teyze bir yemeğe iniyor, Allah belamızı veriyor yeminlen. Ağız şapırtdatmalarından, üstümüze sıçratmalara, ortalığa dökmelerinden, millete laf yetiştirmesine kadar bin bir türlü huyu var. Bütün hayat enerjimiz çekiliyor. Bir de bir saygısız ki sorma gitsin. Diyelim ortada dönen bir muhabbet var, birileri konuşuyor. Cart diye lafa dalıp kendi diyeceğini diyor, karşıdakini susturuyor. Daha sonra millet yemekten kalkınca da surat asıyor.


Benim kata taşınmış üstelik. Sabah akşam kapının önünde. Eskiden odanın kapısını açık bırakırdım ki havalansın oda. Artık onu yapamıyorum. Niye? Bir bakıyorum teyze kafasını uzatmış odaya bakıyor! Bir de böyle sessiz sessiz yürümeleri yok mu?! Her an karşına çıkabilir. Her an ödünü patlatabilir. Lara Croft' ın hizmetçisi gibi lan!



Bir de bu yaşlıların default bir kokusu var. Tuvalete girilmiyor lan o kokudan! Dolapta nasıl bir sabun saklıyorsa bütün kat o sabun kokuyor. Enteresan. Eskiden odası aşağıdayken iç çamaşırlarını yemekhaneye bakan pencerenin dışına asıyordu kuruması için.....


Gitmeye de hiç niyeti yok teyzenin. Tek başına evde canı sıkılıyormuş, öyle söyledi. Böyle olunca insanları görüyormuş. E teyzecim git yaşıtlarının yanına o zaman. Ne anlıyorsun yaş ortalaması 20 olan, çoğu ingilizce bile konuşamayan insanların bulunduğu yurttan? Jigolo mu arıyor bilemedim ki? Eminim, bizim yurttan daha uygun bir fiyata, daha iyi koşullar içerisinde kendine harika bir ev bulabilir. Craigslist, kendine ev arkadaşı arayan yaşlı dolu. 

Bunları yazma gereği duymamın sebebi de attığım şu tweet.