29 Nisan 2013 Pazartesi

Film Çelıncı 28 ve 29. Gün

Atlı adam Viggo yine yıkmış geçirmiş. Çok güzel bir filmdi. İnsan ister istemez düşünüyor böyle bir durumda ben kalsaydım ne olurdu diye. Şarliz kaldıramadı kendini öldürdü mesela. Diğer bir sürü insan gibi.. Onun durumu da dehşet düşünsene. Kıyamet sonrası bi dünyaya bebek doğuruyor. Zaten filmin bir yerinde "Hayat mı bu be!" diye çemkiriyordu.

Filmden çok etkilendim ben, o yüzden sizlere de tavsiyemdir. İzleyin, izlettirin.

Yamyamlar, habire devrilen ağaçlar, tamamiyle gri bir dünya.. Nahlet gelmiş.

En sevdiğim karakter Viggo Mortensen'in oynadığı baba karakteriydi.

En sevdiğim dialog Şarliz ile Viggo arasında geçen yaşamak ile ölmek arasında yaptıkları seçim hakkındaki dialog idi. "Diğer bütün aileler bunu yapıyoor." hasbam sanki pazar pikniğine gidiyorlar, intihar ediyolar be intihar!!

En sevdiğim sahne (demeyelim de en etkilendiğim nahlet sahne) yamyamların bodrumunda ortaya çıkan insanlar.

Allah kahretmesin, sizi aileniz böyle sahneler çekesiniz diye mi onca film okuluna falan yollamış. Ne manyak insanlarsınız siz lan? Ne zorunuz var sizin? Arpanız mı az geldi bu çılgınlık niye?

O sahnenin resmi yok. Tekrar geri dönmek istemedim, o sırada da ellerim tutmadığından resim çekemedim.

Terbiyesiz herifler.

Bugünün filmi, samimi söylüyorum, bırak bu Nisan ayını, sanırım bir yıldır izlediğim en güzel filmdi. Tamamen hastası oldum, tekrar tekrar izleyeceğim. Konusu desen harika, oyuncular mükemmel. Benim için bir filmi harika yapan ne varsa bu filmde toplanmış. Kesinlikle çelıncın en iyi filmi.

Filmin genelindeki aksan da muhteşemdi, piiırfikt.

En sevdiğim karakter Albert idi. Böyle gerizekalı adamlar var, hakikatten var.

En sevdiğim dialog Albert'ın Mona Lisa'yı (diğer her şey gibi) bilemeyişi hakkındaki dialog idi. Bir de otostopyaptıkları ve bir otobüsün bunları alması sırasında otobüsün ağzına kadar rahibelerle dolu olduğunu görünce "Fuck me" deyişi var ki bu Albert'ın, rahibelerin yüz ifadesi dehşetti!

Rahibelere rağmen en sevdiğim sahne Harry'nin o viskiyi aldığı sahne. Ama ben şu aşağıdakini de koymak istiyorum, resmen Robbie'nin hayatının değiştiği anın sahnesiydi çünkü:

Bütün bir ay tavsiye ettiklerimi izlememiş olsanız bile bu Angels' Share'i mutlaka ama mutlaka ama mutlakaa izlemiş olmanızı dilerim.

Saygılar..

28 Nisan 2013 Pazar

Film Çelıncı 26 ve 27. Gün

Bir başka sıkıcı filme daha hoş geldiniz. Hacı ne çene varmış adamlarda film boyunca susmadılar amk.. Habire konuş konuş konuş, o susunca radyodan Obama konuş konuş konuş.. Beynim eridi aktı burnumdan, tutamadım, bir veda bile edemedim.

Gariptir ki bu filmde Brad Pitt bir şey yemedi. "Bir kere de bir şey yemeyeyim" demiş de filmde oynamış herhalde.

Çok sıkıcı. Erkek çenesi diye bir şey yaratmışlar mübarek..

En sevdiğim karakter yok.

En sevdiğim dialog Jackie'nin insanları "kibarca" uzaktan uzaktan öldürmesi ile ilgili anlattıklarının bulunduğu dialog idi. Bir de sondaki "Amerika bir ülke değil, Amerika bir iştir." sözleri..

En sevdiğim sahne de yok ama şu aşağıdaki sahnede kaç tane içki içildi hesabını tutamadım. Masadaki içkiler hiç bitmedi nereden çıktı o bardaklar görmedim. Tam bir muamma..


Cumartesinin filmi Snow Angels da ne kadar sıkıcı film varsa toplamışım dedirtti. En nefret ettiğim konsept: Bir çok farklı karakter kendi hayat mücadelesini veriyor, ara ara hepsinden sahneler giriyor sonra bir felaket (yılbaşı, sevgililer günü vb. günlerde tam tersi) hepsini bir araya getiriyor..

Baydı.. Resmen film bana baydı..

Son dakikalarındaki Psikopatlığa Giriş 101 bile bayıktı. Sam Rockwell "Çikolata sevmeyen vaa mı" diye sorsa tam olacaktı (bu olayı hatırlayan kaldıysa ne mutlu sdjvhf)

En sevdiğim karakter Lila. En sabit, sakin, düzgün insan oydu..

En sevdiğim dialog yok.

En sevdiğim sahne de Glenn'in kafasına sıkarak beni bu 2 saatlik işkenceden kurtardığı sahneydi.

Pazarın filmi virüs çıktı beyler, pazartesiyle birlikte çiziktireceğim. Sori. Bu video da benden size gelsin.

                                    

25 Nisan 2013 Perşembe

Film Çelıncı 25. Gün

Günün filmi Hitchcock filmi Vertigo. Çok garip bir olay, o adamın filmlerini severim ama hepsini izledin mi diye sorsan izlemedim. İzlemek için bir çaba da sarf etmedim. İnsan sevmesi muhtemel şeyleri izlemeyi denemez mi hiç?

Uzun zamandır ama çok uzun zamandır öyle böyle değil listemdeydi bu film.

Bazen bir kere bile LOTR izlememiş olan insanlara haykırıyorum "dağda mı büyüdün mağarada mı yetiştin kurtlar mı büyüttü seni anlamadım ki insan nasıl izlemez" diye. Aynı lafı kendime de söyledim bu filmle beraber. İnsan hiç mi izlemez ya?

Çok güzel film, izlenmeli. Dağda mağarada kurtlar tarafından yetiştirilmeyin benim gibi (dağda kurdun ne işi var bilmiyorum. Kurtlar dağda yaşar mı hiç bilmem. Ama böyle söyleyince çok etkili geliyor bana adffdg.)

En sevdiğim karakter Judy idi. Ama o kaşlar beni benden aldı. Nasıl bir kaştır filmi unutturdu yahu.

En sevdiğim dialog başta Scottie ile Gavin arasında geçen "How did you get in the shipbuilding business Gavin ?" "I married into it." idi.

En sevdiğim sahne de şudur:

O değil de o kadın ordan nasıl düştü lan asfksdgjdhfhlg.

24 Nisan 2013 Çarşamba

Film Çelıncı 24. Gün

Bundan yıllar önce Jack Ketchum's The Girl Next Door diye boktan bir film izlemiştim. Filmin boktanlığı sadece konunun insanı çok etkilemesinden geliyordu. Bu izlediğim film de birebir aynı konu, karakterler değişik biraz ama tamamen aynı konuyu içeriyordu. Böyle bir şey çıkacağını bilseydim hiç izlemezdim. Kafa beyin koymuyor adamda konusu. Bu yine daha hafifi. O film daha beterdi.

Ben size kısaca bahsedeceğim, siz de bana böyle filmler izlemeyeceğinize dair söz vereceksiniz.

İki tane genç kız (biri diğerinden daha küçükçe) bir sebepten dolayı bir kadının yanına bırakılıyorlar. Kadın hasta, kızların büyüğünü kıskandığı için önce dövmeye başlıyor, daha sonra da işkenceler ediyor. Öyle böyle değil ama. Kızı bodruma atıyor, üstüne üstlük mahalle çocuklarını da bu işkenceye alet ediyor. Çocuklar da sürekli olarak kıza işkence yapıyorlar. Daha sonra kız ölüyor, küçük kızı polis götürüyor, orada her şey anlaşılıyor. Kadın hapse gidiyor, sonradan o çocuklardan bazıları da hapse gidiyor.

İşin en boktan tarafı da bu olayın birebir yaşanmış olması.

Ne favori karakterim var ne dialog ne sahne.

Lanet olsun karakterine sahnesine..

23 Nisan 2013 Salı

Film Çelıncı 23. Gün

Helöv bayram çocukları! Bugünün filmi de özenle seçilmiş gibi oldu resmen. Yavşak televizyon kanallarının "Bayram akşamı çocuklar ekran başına" der gibi olmuş. Ama valla tesadüf. Özellikle seçmiş değilim.

Bu ayki animasyon bolluğunu özellikle istedim. Uzun zamandır izlemiyordum çünkü.

Zaten bu sonuncusuydu. Bundan sonra sanırım yok. Rise of the Guardians'ı son güne koymuştum emme Sinister bozuk çıkanda sondan alıp o gün izlemiştim.

Fena değildi. Çok güzel ayrıntıları vardı. Ama sıkılmadım da değil. Tavsiye ederim.

En sevdiğim karaker Calhoun idi (ses tanıdık, tip de diyorum bu kime benziyor meğer direktman Jane Lynch imiş seslendiren).

En sevdiğim dialog King Candy ile Ralph arasında geçen konuşmaydı. Zira Ralph Candyship, Puffiness diye isimler takıyordu krala alskdjldfgd.

En sevdiğim sahne de oreo askerlerdi. Şarkıları bile varmış. Resmini koyayım dedim ama yutub daha iyisini yapmış:


Ulan gülmemek elde değil be ajldsfsjfldkh.

22 Nisan 2013 Pazartesi

Film Çelıncı 20, 21 ve 22. Gün

Pek çok kez özür dileyerek, boş adam işi çelıncımın meşguliyetle bölündüğünü söylemeliyim.. İzlemekte sorun yaşamadım ancak haklarında yorum yapıp karakter falan seçmek biraz sarktı. Evimizden eksik olmayan misafirler olsun, çeviri olsun, vasfiyeliğin beynimi yiyip bitirmesi olsun (hatta ttnet olsun) biraz yorgundum bu haftasonu o yüzden en iyisi pazartesiyi de katıp üç günü çıkarmak dedim.

Ama izledim filmleri, o yüzden kendimle gurur duyuyorum. Saçma sapan da olsa işi aksatmadığım için.

Maksadım güzel bilgi verebilmek filmlerle ilgili. Özenmek istediğim için aceleye getirmedim.


20. günün filmi True Grit benim çok uzun zaman önce oynayan kıza karşı tutan gıcıklığım yüzünden izlemediğim bir filmdi. Tesadüfen kızın bir röportajını izlemiştim, Jeff Bridges ve Matt Damon için babasının oğluymuşçasına "Jeff böyle yaptı Matt şöyle dedi, çok eğlendik" gibi kirve muhabbeti çekiyordu.

Tövbe yarabbim, bak aklıma geldi gene sinirlendim.

Her neyse. İzledim. Çok sıkılmadım. İzlenebilir. Ama çok da ahım şahım değil. Bu ay sonunda filmlere kendi çapımda puanlar vereceğim orada ne demek istediğimi anlarsınız.

En sevdiğim karakter Granma Turner idi.

En sevdiğim dialog Cogburn ile LeBoeuf arasında geçen "Beni bu kızın yanında eziyorsun" "Yok canım şimdiye kadar anlamıştır senin ne mal olduğunu" idi.

En sevdiğim sahne de Cogburn'ün çocukları dövdüğü sahneydi. Tabii ben gif yapamadığımdan burada, size o sahneye çok yakın bir başka sahne koyacağım. İki dayak arası çocuklar adlı sanat eserim.


Tiplere gel ameke..

21. Günün filmi Kramer vs Kramer de benim millete izledim diye yutturduğum filmler kuşağındandı. Bir lekeyi daha temizledim, gururluyum!!!

Ne güzel filmmiş dedim. Neden dedim? Filmin konusu klasik tamam ama esas bir şey vardı film boyunca dikkatimi çeken. Film başlarken karı koca kavga ediyor kadın asansöre binip gidiyor, ertesi sabah baba oğluna yumurtalı ekmek yapmaya çalışıyor. Film biterken de baba oğluna yumurtalı ekmek yapıyor, kadın geliyor asansöre biniyor. Öyle güzel bir nüans ki filmi güzel yapan şey bence o olmuş.

Kesin izleyin derim.

En sevdiğim karakter Ted Kramer. Zaten sevmemek elde değil.

En sevdiğim dialog mahkemede Ted'in konuşması sırasında "Bir kadının bir erkek kadar hırslı olması gerektiğini söylüyordun, haklısın da. Ama bir erkeğin bir kadın kadar iyi bir ebeveyn olamayacağını söyleyemezsin. Kadını erkekten daha iyi kılan cinsiyeti mi?" sözleriydi.

En sevdiğim sahne de "babasının oğlu" sahnesi.



Veee sonunda bugünün filmi Yeraltı Peygamberi dedikleri Un Prophete (kusura bakmayın benim süslü e harflerim yok).

Bu iki buçuk saatlik fransız işkencesi resmen ömrümden ömür götürmüş olsa da hakkını vermek gerek iyi bir filmdi.

Bazen insanların kafası karışıyor. E işkence gibiymiş, nasıl iyi film oluyor o zaman? Benim filmden sıkılmış olmam kötü olduğu anlamına gelmiyor. Benim için bile kötü olduğu anlamına gelmiyor ki sadece sıkıldım o kadar.

İkisinin yeri ayrı.

Her neyse, sıkıldım ama güzel bir filmdi. Bol vaktin ve sabrın varsa otur izle.

En sevdiğim karakter var mıydı? Yok.

En sevdiğim dialog, İtalyanlar sıra sıra geçerek yoklamaya giriyor bir ton İtalyan ismini söyleyip geçtikten sonra en son bu arap geçiyor kendi adını söyleyip. Esprili şakalı bir sahneydi lokalde eğlenmiş gibi oldum.

En sevdiğim sahneler, ilk öldürdüğü adamı ara sıra gördüğü sahnelerdi.


Şu haftasonu bittiği için o kaa mutluyum anlatamam. Cenabetizmde o levelden bu levele koşuyorum yemin ederim.

19 Nisan 2013 Cuma

Film Çelıncı 19. Gün

Vee günün filmi Paranorman. Ne kadar uyanığım değil mi, her beş filmden birini animasyon seçiyorum, kafam dağılıyor. Ama uzun zamandır animasyon izlememişim işte birikmiş bunlar.

Bir keresinde Monsters Inc.'i izlememe konusunda ayak diretmiştim çok uzun zaman. Sonra filmi izledikten sonra kafama s*çmak istemiştim gene çok uzun zaman. O yüzden bütün animasyonları izleme taraftarıyım artık. Kimin içinden ne çıkacağı belli değil.

Bakınız: Paranorman. Cadıyla konuşma sahnesine kadar şöyle böyle diye değerlendireceğim bir filmdi. Ama o sahne yıktı geçirdi. Neredeyse ağlayacaktım o derece. Kafam hala karışık film güzel miydi değil miydi diye. Ama sırf o sahnesi için bile izlenir film. Tavsiye ederim o yüzden. Kesinlikle geçiştirmeyin çocuk filmi sanıp.

En sevdiğim karaker şişman çocuk Neil ve abisiydi.

En sevdiğim dialog için o kadar çok şey var ki. "Swear!" "You mean like F word?" gibi ya da "Uslu durun, arabayı kenara çekicem şimdi" gibi (arabada zombi var bir tane mızmızlanan). Ama en güzeli Norman'ın annesiyle babası arasında geçen "Sakin ol, kalp krizi geçirirsen ne olacak?" "Hortlayıp Norman ile konuşurum, o zaman dinler beni" idi sanırım.

En sevdiğim sahne baştaki hippili sahneydi.


18 Nisan 2013 Perşembe

Film Çelıncı 18. Gün

Normalde bugünün filmi olarak This is 40'yi belirlemiştim. Ama farkında olmadan izlemiş bulundum o filmi çok öncesinde. Kısaca bahsetmek gerekirse, o kadar gereksiz bir film düşünün ki, bir başka gereksiz filmin daha da gereksiz karakterlerine oturup yeniden film yapmışlar. Daha da gereksiz karakterlerle desteklemişler üstelik. Bir de nahlet, o kadar uzun sürüyor ki tarifi mümkün değil o sıkıntının. Yani Fatmagül'ün yengesine film çekselermiş aynı derecede gereksiz olurmuş. Paul Rudd'da da tam bir Rahmi tipi var.

Kesinlikle izlemeyin derim o filmi.

Onun yerine bugün çok daha merak ettiğim Dredd'i izledim. Sıradan bir aksiyon filmi. Ama şu gahrolasıca dünyada Karl Urban karizması diye bir şey var. Doğruya doğru, "ortam yıkılacak erzini belleyeceğiz beyler" filmlerinin çözüm ortağı Karl Urban. Hatırlarsanız fantastik film adamları diye bir liste yapmıştım zamanında, o listede de bir numaraydı kendisi.

Lena Headey'in (geymoftronsdaki cofrinin anası) hakkını vermek gerek. Filmin en iyi sahnesi olarak düşündüğüm tüm sahneler kendisinindi.

Filmde tek sevmediğim nokta Rookie'nin Dredd'e adeta babasının oğluymuş gibi tripler atmasıydı.

En sevdiğim karakter..... bil bakalım kim. sen söyle.. bak küserim...

En sevdiğim dialog Rookie ile Dredd arasında geçen "Yanlış cevap mı verdim" "Bilmem medyum olan sensin" şeklindeki dialog idi.

En sevdiğim sahneler arasında filmin genelinde bulunan slow motion sahneler var, hele ki filmin sonuna doğru Lena ablanın düşüşünün oldukça güzel olduğunu belirtmeliyim. Ama şu sahne de güzeldi.


Hadi şunu da koyayım kalbi kırılmasın.




17 Nisan 2013 Çarşamba

Film Çelıncı 17. Gün

The Sessions çok sıkıcı bir filmdi. Düşünüyorum, kim böyle bir filmi izlemek ister diye aklıma kimse gelmiyor. Üstüne üstlük aldığı puan da yüksek. Ben anlamıyorum bu film işinden sanırım.

Açık ara farkla şimdiye kadar izlediğim (bu challenge ayı içinde) en sıkıcı filmdi - ki bunu sıkıntıdan uyuyakaldığım Lawless'a rağmen söylüyorum. Ama karar vermek için erken, daha ilerde True Grit var onda da uyuyabilirim, kim bilir.

Filmde ne favori karakterim ne de favori dialogum oldu. Yalnız şu aşağıdakine gülmedim değil.


Ey gidi küçük "tercü"ler.. Siz çok yaşayın e mi.

Bu arada Süpermen ile ilgili o kadar ilgisiz bir insan olmuşum ki. Meğer önümüzdeki aylarda en yenisi, süper yenisi çıkacakmış. E onu beklerim o zaman, dedim. Sanırım Dredd'i koyacağım çelınca. Sinister'dan da vazgeçmiş değilim, onu da son gün izleyeceğim, kısmetse. Süpermeni de gider sinemada izlerim oh mis gibi koca ekran + Henry Cavill.

16 Nisan 2013 Salı

Film Çelıncı 16. Gün

Efendiler! Şimdi bir film düşünün, filmin konusu yok, dialog neredeyse sıfır ama çok şey anlatıyor.

Muhtemelen sıkılıp yarısında çıkabileceğiniz veya uyuyakalacağınız cinsten bir film. Sadece ilgisi olan, yönetmenin ne cins bir manyak olduğunu duymuş ve görmüş kişiler bir şeyler yakalayabilir.

Tabii ben filmin bir konusu yok dedim ama boru da değil aslında. Ağır bir alt metni var filmin. Çok ağır bir hristiyanlık eleştirisi var. Resimde gördüğünüz, filmde bir kelime bile etmeyen "One Eye" tahmin edilebilir ki Odin'i sembolize etmekte. Girdiği hiç bir savaşı kaybetmemesi, arada bir gördüğü görüntüler direk Odin'i çağrıştırıyor. Bir de sığ hristiyanlar var, amaçları zenginlik falan filan.

Filmin en güzel ayrıntısı One Eye'ın elinden düşürmediği balta. (Hristiyanların kılıçları, hristiyan olmayan kuzeylilerin baltaları..)

Ha ben çok mu anlarım? Anlamam. Fragmanına aldanıp kanlı bıçaklı bir aksiyon filmi beklemeyin. Filmin ilk 20 dakikası kafa parçalamakla falan geçse de o kadarla kalıyor. Geri kalanı mesaj içerikli.

Bu filmde ne yazık ki seçme şansın yok öyle favori karaktermiş dialog imiş. Filmin en başında yazan şu yazıyı paylaşayım siz onu kabul edin. "There was only man and nature. Men came bearing crosses and drove the heathen to the fringes of the earth."

One Eye'ın kırmızı görülerinin sahneleri güzeldi güzel olmasına da filmin başlarında bir adam öldürme sahnesi vardı ki dillere destan.


Kısacası film, yönetmenin bok yemesi, seyirciyi köylü yerine koyması gibi özellikleri taşıyan ağır bir film. Güzeldi. Tavsiye etmem. Diyelim ki yönetmenine göre film seçmek istiyorsunuz, kesinlikle benim favori yönetmenlerimden biridir kendisi (Nicolas Winding Refn), o yüzden tavsiye ederim.

15 Nisan 2013 Pazartesi

Film Çelıncı 15. Gün

En başta bir özür gerek. Hem bu kadar geç koyduğum ve bunu neredeyse alışkanlık haline getirdiğim için, hem de günün filmini değiştiğim için. Esas film Sinister olacaktı, o kadar da merakla beklediğim bir filmdi. Ama film bozuk çıktı ve ben bunu son dakikaya kadar fark etmedim. O yüzden listenin son filmini koydum ki bundan sonraki sıra değişmesin.

Ayrıca listeden bir filmi nisan öncesi izlediğimi fark ettim, onu değişebilirim. Hiç yeni çekilen Süpermen filmi izlemediğim (ve Stoker'ı bulamadığım) için muhtemelen onu izleyeceğim. Ama oraya gelirim daha vakit var.

Rise of the guardians güzel bir film değildi. Tavsiye etmem. Ha olur da bir gün Paskalya Tavşanı'na ayrı film yapacak olurlarsa onu merakla ve severek izlerim ve insanlara da onu tavsiye ederim.

Zira Tavşan bariz en sevdiğim karakter oldu. Aksanıyla, tavırlarıyla..

En sevdiğim dialog ve sahne de aynı anda geçiyor. Jack Frost'u tenhada yakalayan Tavşan'ın 68 yılının hava durumu hesabını sormasıydı.

Buyurun:


Altyazıyı çeviren arkadaş "bloody seatbelts"i "kanlı emniyet kemerleri" olarak çevirmiş, filmden çok ona güldüm.

Sandman'a da uyku perisi demişler, ona gülmedim. Sandman dediğin gotik olur, ağır abidir. Filmdeki tipe biz halk arasında totik diyoruz. Peri babandır diyesim gelmedi değil.

Olur da izlemeye karar verirseniz altyazılı izleyin. O güzel seslendirmeleri (özellikle tavşanı seslendiren Hugh Jackman'ın performansını) kaçırmayın.

14 Nisan 2013 Pazar

Film Çelıncı 13. ve 14. Gün

Moon da harika ötesi filmler kuşağındanmış. En başından böyle bir şey çıkacağını bilmiyordum. Bunca zaman izlememiş olmam büyük kayıp. Tavsiye ederim.

En sevdiğim karakter 2. Sam idi.

En sevdiğim dialog Gerty ile geçen "Beni neden kolluyorsun?" "İşim bu Sam" gibi bir dialog idi.

En sevdiğim sahne Gerty'nin suratlarının değiştiği sahnelerdi. Hatta bir tanesi:





Pazar günün filmi de Stand By Me idi. Bu filmi ben yıllarca millete izledim diye yutturdum. Her muhabbeti açıldığında "He yaa ne güzel filmdi" gibi gazlayıcı cümlelerle milletin anlattığı ayrıntıları sanki ben de fark etmişim gibi konuya müdahil de oldum. Artık içim rahat. İzlemedim değil artık. Yalnız o zamanın bebelerinin oyunculukları bir harikaymış gerçekten. İki günün de en belirgin özellikleri dehşet oyunculukların olmasıydı.

En sevdiğim karakter Teddy idi. Kulağı yanık olan.

En sevdiğim dialog Chris ile Gordie arasında geçen bir dialog idi. "Sen benim babam değilsin." "Keşke olsaydım." şeklinde..

En sevdiğim sahne de (tüm o sülüklü sahnelere rağmen) ölü çocuğu bulduktan sonra Gordie'nin ağladığı sahneydi.




Çok şükür ki bu ay seçtiğim filmlerden çok memnunum. Geçen seferki gerçekten kötü filmlerin bir araya gelmesiymiş. Çelınc o kadar da sıkıcı bir olay değilmiş.

12 Nisan 2013 Cuma

Film Çelıncı 12. Gün

Cumanın filmini aile ile izleyince biraz cumartesiye sarktı ben de cumartesi paylaşırım bunu dedim. Gerçi hala cuma sayılır da neyse. Hotel Transylvania MUHTEŞEM ÖTESİ DEHŞET ACAYİP GÜZEL bir filmdi. Şimdi ne işin varsa yavaşça yere bırak ve filmi ara, bul ve izle!! Yok böyle bir olay yahu! Gülmekten ağlamak böyle bir şey olsa gerek. Herkese hemen yapılacak iş olarak tavsiyemdir.

En sevdiğim karakter tabii ki de Dracula.

En sevdiğim diyalog(demeyelim de cümle): Dracula Jonathan'ı uçakta yakalar, konuşmaya çalışırlar birbirlerini anlamazlar. Tam o sırada ekranda Twilight vardır. Dracula şunu der: "This is how we're represented? Unbelievable."

En sevdiğim sahneler Dracula'nın kırmızıya döndüğü her sahne.


Zombi işçilerin saraışın zombiyi kesmeleri:


Ve Dracula'nın dans sahnesi. Kendisini aşağıdaki videoda görebilirsiniz.


11 Nisan 2013 Perşembe

Film Çelıncı 11.Gün

Ejderha dövmeli kızın kitaplarını okumadım. İzlediğim ikinci versiyonundan sonra da okumayı hiç düşünmedim. Ama bu ilk film cidden okumam gerektiğini hissettirdi. Kesinlikle çekilen ikinci filme göre çok daha dolu bir film olmuş. Noomi Rapace zaten harika ötesi karizmatik bir insan. Onun oynadığı Lisbeth, diğer çemçüğün oynadığından daha oturaklı bir karakter olmuş. Zaten bu yüzden de En Sevdiğim Karakter olarak onu diyeceğim (tabii ki de).

En kısa zamanda diğer filmlerini de izleyip, kitaplarını okumayı düşünüyorum.

İnsan ister istemez diğer izlediğiyle kıyaslamaya gidiyor. Bütün film boyunca ama öbüründe böyle değildi, burda böyle değildi falan gibi şeylere takıldı kafam. Hollywood'un acınası romanslarının yanında bu soğuk İsveç'lilerinki bile daha samimi, daha oturaklı olmuş.

Bir de neden o kadar değişirsin ki arkadaşım onu da anlamış değilim ben. Madem ortada kurulu bir düzen var, bir kurgu var daha niye oynuyorsun üstünde saçma salak eklemeler çıkarmalar yapıyorsun? Madem ben daha iyisini çekerim diye bir iddian var, en azından saygılı ol da hikayeden sapma.

Tabii Hollywood'un böyle bir kaygısının olduğunu düşünmek naiflik. Neyse.

En sevdiğim dialog Martin ile Blomkvist arasında o işkence sahnesinde geçen dialog idi. Öbür filmde de oydu gerçi. İki filmdeki tek ortak paydam o sahne oldu zaten.

Ama en sevdiğim sahne tabii ki de arada bir ekrana giren Harriet'in resmi oldu. Öyle anlarda koyuyorlardı ki o resmi, filmi bütünleştiren nokta olmuş resmen. O da şudur:


Ne kaa güzel bi kız. Her ne kadar makyaj ve fotofoş da olsa..

10 Nisan 2013 Çarşamba

Film Çelıncı 10. Gün

Komedi izlemek istiyorsanız ve Will Ferrell tarzı komedi de size göreyse kaçırmamanız gereken bir film. Bizim zamanında zorla izlediğimiz dizilerle iyi alay etmişler.

Gülüp eğlenip geçersiniz.

Temiz iş.

Habire sigaraların içildiği (Will Ferrel'in bir türlü içemediği), yol sahnesi olarak hep aynı görüntünün arkada döndüğü, arka plana resim konulan sahneler hoştu epey.

En sevdiğim karakter Onza idi.

En sevdiğim dialog yoktu resmen her söz hoştu. Ama şu şarkı (filmin açılışı aynı zamanda) film hakkında bir bilginiz olması açısından size yeter diye düşündüm. O yüzden en sevdiğim sahne de budur diyorum.



Aslında koymak istediğim video linki buydu: http://www.youtube.com/watch?v=xyP9amMfhAw

Hangisini izlerseniz artık. İkincisi alt yazılı sanırım.

10 gün içinde izlediğim ve en beğendiğim iki film var The House Bunny ve Looper. İkisini kesinlikle tavsiye ederim izlememiş olanlara.

9 Nisan 2013 Salı

Film Çelıncı 9. Gün

Sonundaaaaa sonunda komedi filmlerine geçebildim. Çok şükür yarebbim. Ortadan ikiye ha çatladım ha çatlayacağım derken resmen çölde bir vaha gibi yetişti imdadıma House Bunny.

Emma Stone henüz kızıl, Kat Dennings henüz fakir garson kız değil. Sene 2008.

Çooooooooooook beğendim ben. Çok eğlendim. Tavsiye etmeyi bırak, fırsatını bulsam zorla izletirdim size.

Anna Faris var daha nolsun.

O kadar güzel sahne o kadar güzel diyalog vardı ki resmen seçemiyorum. O yüzden ikisini bir arada çıkarmak ve biraz da film hakkında bilginiz olsun diye şu videoyu buldum. İzleyiniz.





En sevdiğim karakter KESİNLİKLE Carrie Mae idi. Bomba bir karakter. Yok öyle bir şey yahu.

İyi iyi, yarın da Casa de mi padre var mis gibi.

Bu arada beni sevindiren bir şey de insanların artık Unutma Beni'yi değil de bu çelınc yazılarını okuyor olması. Çok seviniyorum ona da.

8 Nisan 2013 Pazartesi

Film Çelıncı 8. Gün

Günün filmine geçmeden önce biraz dert yanayım, blogun amacı çok da sapmasın. Malum burayı dert köşesi olarak kullanıyorum çok uzun zamandır. İnsanlara gına getirtiyorum yazdıklarımla.

Bir şey için çok uğraşırsın ama inadına olmaz ya. Bu son iki yılımı çok güzel özetleyen, özetlerken de adeta (!) erzimi bilmem ne eden bu gerizekalı durum hakkında bir şey demek istedim. Olmayacağını hissettiğim, en ufak bir şüphemin dahi bulunduğu bir işe bu kadar umut bağlamamayı ne zaman öğreneceğim bilmiyorum ama epey yol kat ettim sanırım. Resmen dipsiz kuyu, battıkça batıyorsun. Daha niye uğraşıyorsun? Demek ki seçtiğin yol yanlış. Her ne kadar istediğin kesin bir şey olsa da ona ulaşmanın yolu tek değil ki. Bendeki bu çocukça inat da buradan geliyor zaten "Bir kere de benim istediğim şekilde olsun" demekten. Kendi yolunu daraltan benim, kendini çıkmaza sokan benim. Kendi sinirini bozan, ömründen boş yere 2 yıl silen benim.

Bunu bir daha yapmamam lazım, kendimi acil toparlamam lazım. Zira Amerika'ya gidiyorum. Öyle ya da böyle. Bugün ya da yarın. Bir şekilde.

Belki ilerde size 5 alternatif kuralımı anlatırım bir yazıda.

Neyse filme geçelim. Tam bir aile filmi. Otur akşam, al eline çayını çekirdeğini izle. No brainer. Biraz dram, biraz spor biraz Eastwood yaşlı huysuzluğu tamam işte. Ayrıca filmde Justin Timberlake'in olduğunu bileydim hiç koymazdım ben bu listeye ya hadi neyse.

En sevdiğim karakter Pete idi. Tam amca.

En sevdiğim dialog Pete ile Gus arasında geçen "Bu evin hali ne?" "Duymadın mı? Feng Schmay" şeklinde geçen salak espriydi.

En sevdiğim sahne de aha bu:


Bazen tam bir gakkoşa dönebiliyorum zevklerimle. Allah benzetmesin.


7 Nisan 2013 Pazar

Film Çelıncı 6. ve 7. Gün

Methini çok duyduğum filmin içinde Patrick Stewart olanını izlemek istedim. Sanırım ilki kadar iyi değilmiş. Ama çok güzel bir filmdi. Bunun esas oyununa gitmek gerekirmiş.. En kısa zamanda ilk versiyonunu da izleyeceğim. Şu resimde gördüğünüz ikili yıkmış geçirmiş resmen. Pis köylülere oyunculuk dersi vermiş, s*ktiri çekmişler.

En sevdiğim dialog kraliçe ile oğullarından biri arasında geçen dialog idi. Hatta şöyle özetleyeyim: "I know. You know I know. I know you know I know. We know Henry knows, and Henry knows we know it. We're a knowledgeable family."

En sevdiğim karakter kraliçeydi tabii ki de. Glenn Close dehşet ötesi bir kraliçe olmuş.

En sevdiğim sahne de yine kraliçenin en sonunda tek başına nasıl kalakaldığını gösteren sahne. O da budur:


Güzellik işini iyi yapan ve onu bilen, kendinden emin, güçlü kadının yüzündedir bana göre. Glenn Close da gördüğüm en güzel kadınlardan birisi bu yüzden.

Ayrıca Jonathan Rhys Meyers de bu filmden sonra sanırım Tudors için düşünülmüş.


Şimdi baktım saate zaten günün bitmesine çok kalmamış. O yüzden haftasonunu bir arada çıkarmaya karar verdim. Hatta hep böyle olsun. Meşgul olmama fırsat kalsın. Haftasonlarını bir arada çıkarayım bundan sonra.

Pazarın filmi Lawless idi. Daha ilk sahnelerinde "ulan ben bu filmi neden seçmişim, neden çelınca koymuşum acaba" diye bir düşündüm. Aklıma bir cevap gelmedi. Muhtemelen Mia ablamız içindir.

Ne yazık ki ben bu filmleri pek sevmediğimden daha ilk sahnelerinde uyuklamaya başladım. O yüzden ne favori karakter, ne sahne ne de dialog yok. Uyudum resmen. Sonra da kapattım.

Gary Oldman'ın başlardaki karizması iyiydi ama. İleride ne oldu bilemem ama onu sayabilirsiniz.

Bugünlük de böyle olsun kardeş, demek aklımda farklı bir film kalmış bunu koyarken. Bırak böyle köylü filmi olmasını, "yeni kötü adam bulduk (Hardy) koyak filme yardırak" diye çekilmiş gelmesi yüzünden sıkıldım sanırım. Kendisi belki kötü rolde değildi ama suratına kazımışlar adamın "kötü adamsın sen kötü kal".. Meh. Sonra da niye uyuyorsun. Aha işte buyur.

Ayy çok kabayım aha maha.. Cık cık.

Ayrıca neyse ki salı ve çarşamba günü komedi filmi izleyebileceğim, sonunda.

5 Nisan 2013 Cuma

Film Çelıncı 5. Gün


Yalnız nahlet olsun şuraya koyacak adam gibi bir resim bulamadım. Looper dehşet ötesi bir filmdi, izlemeyen varsa hemen izlemeli. Daha ilk sahnesinden kilitlenmiyorsan sorun sende dostum. Hangi birini anlataym? Hangi karakteri seçeyim. Hangi sahneyi koyayım. Otur baştan izle, beni de yorma, kendine de bir iyilik yapmış olursun.

On numara beş yıldız x 40. yıl.

En sevdiğim karakter Cid. Her ne kadar Emily Blunt hayranı olsam ve yanlı davranmak istesem de çocuk daha bir harikaydı.

En sevdiğim dialog için kesin şu cümle diyemeyeceğim. Ama film boyunca dönen "Benim olanı bana verdi" "Senin olanı sana verdim. "Senin olana sahip olmak" lafları çok güzeldi bence.

En sevdiğim sahne için kafamda kesin bir şey vardı son sahnelere kadar.. Adamların birden ortaya çıkışları ve öldürülüşleri güzel sahnelerdi. Ama şu sahne hepsinden de güzeldi sanırım:


Aslında düşününce filmde o kadar güzel sahne var ki, Joe'nun 30 yılı da çok güzeldi mesela. Adamlar yapmış. Bir de filmde bir adam vardı (Kid dedikleri) adam aynı Fatmagül'deki tecavüzcülerden birine benziyo la askjfkghh.

4 Nisan 2013 Perşembe

Film Çelıncı 4. Gün

Gün geçmiyor ki bir film daha beğenmeyeyim. Frankenweenie o kadar da ahım şahım bir şey değildi. Beklentim yüksekmiş demek ki.

Filmde hayvanlar canlanana kadar acayip sıkıldım. Tek beğendiğim sahneler o kedili kız ile o hayvanların canlanıp milletin canına okuduğu sahnelerdi. Hele o kedi.. kjfhsdfg salak.

En sevdiğim karakter o kedili garip kız. Yok böyle bir şey yahu :D

En sevdiğim dialog, Rzykruski'nin Victor ile olan dialoğu. "Memlekette herkes bilim adamı. Tesisatçı oğlumun bile Nobel'i var." sözüydü.

En sevdiğim sahne kedili her sahne ama hele şu yok mu şu:

İzlemezseniz de olur gibi.

3 Nisan 2013 Çarşamba

Film Çelıncı 3. Gün


The Big Sleep'in Ahmet Ümit editörlüğünde güzel bir baskısını almıştım aylar öncesinde. Genelde bu tarz kitapları pek okumam, sıkılırım. Ama bu kitap ve devamında gelen kitaplar dehşet sardı beni. Muhtemelen Raymond Chandler'ın güzel karakter yaratmış olmasından.

Film çok kötüydü kardeş. O yüzden lafı bu kadar dolandırdım. Nerdeee benim hayranı olduğum Philip Marlowe nerde tıfıl, çemçük  Humphrey Bogart. Yoo beybi olmamış. Eski filmleri neden sevmediğimi hatırlattı adeta.

Adeta kelimesini de cümlede kullanmış bulunmaktayım.

Kitapları çok güzel ama okuyun derim. Film için hikayeyi bozmuşlar ille de romans olsun demişler. Oysa o kadar ters ki Philip Marlowe'a. 5 kitaptan sadece birinde birine karşı bir şeyler hissetmişti o da çok sürmemişti.

Otu boku tekrar tekrar çeken Hollywood esas bunu tekrar çekmeli. Bütün hikayeler için bir film yapmalı. Adam gibi karakterin hakkını vermeli.

En sevdiğim karakter Lauren Bacall'ın hakkını verdiğini düşündüğüm Vivian.

En sevdiğim sahne ve dialog (hayret ikisi de aynı anda geçiyor!) Marlowe ile evin uşağı arasında geçen "Yanlış duymuşsun bayan Vivian benimle görüşmek istememiş." (oysa istemişti sonradan kavga edince senle konuşmak istemiyorum diye odasından kovmuştu Viv) "Özür dilerim zaten hep böyle hatalar yaparım" diye uşağın imalı sözleriydi.

Filmin alayı imalı laf sokmalardan oluşuyor ama o laf daha bir hoş. İzlerseniz eğer tahminimce siz de beğenirsiniz.



Dipnot: Altyazı bulmakta zorlanabilirsiniz. Eski filmlerin genel sorunu bu dostum.