28 Aralık 2013 Cumartesi

Yeni Yıl Kararları

Hayvani boyutlarda sıkıcı bir yılı daha atlattığıma göre oturup hakkında dert yanabilirim. Ve sürekli bir şeylerden şikayet eden birisi olarak iğneyi kendime batırma vakti. Bir hesap yapmam gerek kendim ile alakalı.

Aslında bir yıl çok sakin geçti. Kuş uçsa "oo aksiyoon" diye tepki verir oldum. Ama bana öyle geliyor ki deli gibi bir yıl yaşadım, çok yoruldum. Oysa, evde çeviri yapıp okul meselesine dert yanmak ve film izlemek dışında pek bir şey yaptığım söylenemez.

Mesele şu ki bu yıl kendimi ben yordum. Çok fazla. Yaptığım işten dolayı değil, tamamen duygusal. Zaten istediğim işi yapsam böyle yorulmam, yorulsam da böyle söylenmem. Son iki yıldır (belki daha uzun süredir) çok da parlak günler geçirmedim, tek sebebi de benim takıntılarımdı. Yani ortada kesin bir sebep de yoktu. Ama gel onu bir de bana sor. Hiç bu kadar üzülüp, kırılıp, korktuğum bir dönem daha olmamıştı. O yüzden yapacağım planlar genelde kendimi kasmayacağım, keyif yapmaya odaklanacağım şeyler üzerine olacak. Keyif yapmak için plana ihtiyaç duyan bir insan da tanımadım demezsiniz. 

Neyse başlıyorum.

1. İlk olarak, daha az endişe etmek. Derdine düşmemek. Hiçbir şeyin, hiçbir kimsenin derdine düşmemek. Eğer karşıdaki kişi benim kadar önemsemiyorsa ben de önemsememek istiyorum. Umarım 2014 içinde kendimi bu konuda geliştiririm. Çok sıkıntı çektim, sebebi de bu kaygılar, endişeler. Konu ne olursa olsun kendimi sıkmamak, zora sokmamak, korkmamak ilk hedefim. Bunu yaparsam zaten gerisi kendiliğinden gelir. Farkındayım.

2. Daha az yemek yemek. Burada bir itirafta bulunayım. Benim annem çok ısrarcı bir insandır. Söylemesine gerek yok, istediğini yaptırmada bir numara. Karşıdaki istemiş, istememiş, ihtiyacı var yok farkında değil. Kendince insanları mutlu etme yolları var (mutlu ettiğini sanıyor yani), onlardan şaşmıyor. Mesela kendisi, benim doktorda kolesterolümün yüksek olduğunu öğrendiğinde keyfimi yerine getirmek için Abuzer'in Yeri' ne götürmüştü (bkz. Dürüm Sarayı). Ankaralılar bilir nasıl bir yer olduğunu. 

Annem benim mutsuzluğumu yemekle atlatacağıma inanıyor. Bir yıldır daha gözümü açmadan kahvaltı masasına oturtuyor. Öğlen vakti yine yemek de yemek diye zorluyor. Kahve içiyoruz ille yanında bir şey olacak. Akşam ille o sofraya oturulacak.

Tamam normal olan o. Ama yemekler ağır. Yememem gereken şeyleri yapıyor sürekli. Sürekli bir et, sürekli bulgur, köfte.. Ve halt ettin yemek istemedin diyelim. Öyle bir bakıyor ki, tarifi mümkün değil. Diyorsun ki "Allah belanı versin Dilara, uzatma, ye şunu git zıbar". Bir kere kahvaltıya oturma bakalım, bütün günü sana zehir ediyor. 

Ben Ankara'ya ilk geldiğim yıl, ailesiz yaşadığım o güzel, mükemmel ötesi yıl 46 kiloydum.

Şimdi 55.

Ve bu 55, benim kendime dikkat ettiğim halim. Arada diyetisyene gittik bu kolesterol için. Diyetisyenden sonra 50 kilo oldum ama bu aralar azdı gene.  Ben en son ne zaman açlık hissettiğimi hatırlamıyorum. O derece...

O yüzden daha az yemek yemek hedefim. Aç kalayım amk. Ölmem sonunda. Yemek yemeyeyim, öğün atlayayım. Midem dinlensin, kolesterol gerilesin. Ne bileyim bir hafifleyeyim ya. Geceleri mide ağrısız uyuyayım. Stresten de değil yani, sadece yemekten.

3. Bilgisayarım yokken şarkı dinlemeyi kesmişim, farkında olmadan. O kadar çok dinlemediğim şey var ki. Bu yıl sürekli o dinlemediklerimi elden çıkaracağım. Hatta bu konu ile alakalı çelınc bile yapabilirim. Filmlere yaptım, müziğe neden yapmayayım...

4. Para hesabı yapmamak. Tamam hayvan gibi para harcamayacağım ama hesabını da tutmayacağım. O işi abime devrettim noterle. :D

5. Resim çekmek, çekilmek. Hele, oraya gittiğimde ilk işim adam gibi bir telefon almak olduğundan, o telefonla her dakika resim çekmek ve çekilmek istiyorum. Artık 2008' den kalan resimleri profil fotoğrafı yapmak istemiyorum. Bir de resimlerde gülerek poz vermek istiyorum. Buna daha dikkat edeceğim.

6. Blog yazılarını daha düzenli yazmak. Mümkünse, her hafta belirli bir gün içinde yayınlamak. Düzen şart.

7. Belki inanamayacaksınız ama bu yıl insanlarla çıkmayı düşünüyorum. (Daha önceden hayvanlarla çıkmışım gibi oldu aksljdfhgdkh) Yıllardır şu okul olsun, şu iş bitsin, şu geçsin falan diye kendimi geride bıraktım hep. Bu yıl bu konu hakkında daha girişken olmayı düşünüyorum. Hani zaten çok fazla çıkma teklifi alan birisi değilim zaten ama benim de kimseyi cesaretlendirdiğim söylenemez. Onun da farkındayım.

8. Bol bol bisiklete binmek. Mümkünse oradaki o alışma dönemim biter bitmez bir bisiklet almak. Bisiklete binmeyi öğrendiğimden beri gördüğüm en mutlu rüyalarımda hep bisiklete biniyordum. Valla bisikletsiz geçen yıllarıma çok acıyorum.

9. Daha paylaşımcı olmak. Her konuda. Son iki yıldır (hep ne olmuşsa o iki yılda olmuş amk) ciddi anlamda kendimi her konuda her şeye karşı kapatmışım. Bencil bir insan oldum. Derdim kendimi düze çıkarmaktı çünkü. E artık o olduğuna göre, tekrar insanca davranabilirim demek.

10. Sakin olmak, rahat olmak, bol bol gülmek, umursamamak, boğaza bir şey düğümlenmeksizin (globus histericus) gelen huzurlu bir uyku, neşe, bol bol gezmek, yeni yeni insanlarla tanışmak, uyumlu olmak. Her an bir bokluk olacakmış gibi düşünmeden yaşayabilmek.

Evet olan istekler bu. Geneli aynı doğrultuda zaten fark etmişsinizdir. 

Bir kere okuldayken, asansörde tanımadığım bir çocuk bana "sen hiç gülmez misin" diye sormuştu. Bu yıl o algıyı gerçekten kırmak istiyorum. Daha az şikayet, daha az endişe, bol bol mutluluk, bol bol huzur... Hepimiz için...

23 Aralık 2013 Pazartesi

Los Angeles Ev Kirala(yama)ma Durumları

Son bir kaç yıl içerisinde ortaya çıkan gergin yapımdan ötürü bu sıralar çok çekiyorum. Çünkü bu Los Angeles insanları acayip rahatına düşkün, hiçbir şeyi umursamayan insanlar ve ben buna SİNİR OLUYORUM!!!

Kasımın başından beri ev bakıyorum. Sadece ev de değil, kalacak herhangi bir yer. Okuldaki yurtları kullanamıyorum maalesef, bir bokluk var o işte zaten. Ama okuldakiler de pek yardımcı olmadılar şu ana kadar zaten. Tam bir bilgilendirme alamıyorum hiçbir konu hakkında. Kasımın başında okulda benimle ilgilenen adama sordum nerede kalacağımı. Daha vize falan almadan. Çünkü adam gibi kalacak bir yer ayarlayamadıktan sonra gidip orada ne bok yiyeceksin yani bu kadar bariz. En önemlisi kalacak yer ya ötesi var mı? Adam o zamanlar "Daha erken", "Bulursun, halledersin" falan diye geçiştirdi. Şimdi diyemiyorsun "Ulan gerizekalı zaten bir mailime haftada bir cevap alırsam kendimi şanslı hissediyorum, önününzde Noel tatiliniz var ne bok yemeye zaman bulup da ben buradan bir şeyler ayarlayıp orada ev bulacağım?" diye... Kaldı ki bir yer ayarlayamadım buradan kalacak, orada ne bok yiyeceğim uçaktan inince? Sonra bu adam ne yaptı? Tuttu noel arefesi mail attı "buldun mu kalacak bir yer" diye. ........................

Memleketlerinde özel yurt kavramı yok. Bu öğrencileri yerleştirme mevzusu ile uğraşan bir takım insanlar var zaten onlar da Türk. Yurt murt yok ya... 2 tane mi ne var okul etrafında özel yurt. Birisi zaten direkt Jungle, güçlü olan yaşar modunda. Aylık temizlik ve yemek yapma zorunluluğu var sadece kendine değil, orada kalan herkese... Ve istediğin bir odada kalamazsın, öncelik senden önce o yurtta kalanlara. Kıdem işi yani.

Kısa süreli kalacağım yerde yemek de var ama biraz pahalı geldi bana. Ben karar verene kadar yurt doldu taştı bana yer yok zaten artık.

Bir yer daha var hiç resmi falan olmayan. Tamamen sürpriz, gidince bakacağım.

Esas kalmak istediğim yer ise atarlı ergenler tarafından yönetilmekte (bkz. sorority girl), o konu ile ilgili daha ayrıntılı şeyler yazabilirim ilerideki durumlara bağlı olarak. Ona da gittiğim zaman bakacağım. Bir bakmışsınız bu yaşımdan sonra Sorority kızı olmuşum. ASDFADFSAD

Evlere bakıyorum, acayip pahalı yahu. Tek kişilik odayı unut zaten, rüyanda bile göremezsin. Tek kişilik adam gibi bir odan olsun istersen en azından 1000 dolarını gözden çıkaracaksın ona da elektrik, su, internet dahil olmayabilir yani... 1000 dolar vereceksin ayda, eşya alacaksın içine, temizlik, yemek, of bir ton şey. Bilmem ki değer mi... Sanmıyorum. Ama önümüzdeki haftalarda gelecek olan çeviri paralarına da bağlı tabii bu durum. Belki kendime lüküs bir hayat sunabilirim.

Bir de daha ilk başından hiç tanımadığın insanlarla ev paylaşmak bana ters geliyor. Yurtta biriyle anlaşamasan öbürü var, yemek ya da temizlik derdin de ev kadar değil. Yurt istiyorum, yurt istiyorum diye solacağım daha gitmeden. Zaten evler rezil ya. Bildiğin yazlık ev. Nefret ederim öyle beyaz, kapısız, dangalak evlerden. Nerede o süslü evler lan? Nerede o tuğlalı stüdyo daireler? Sırf dalgasına tüm fiyatlar için baktım gene de bir tane bile tuğlalı stüdyo bulamadım ya. Tutacağımdan değil de yani.. İstesem de bulamazmışım demek ki. Bir evde boydan boya aynalı gardroplar var, aman yarabbi, gece kalkıp adam öldürürsün, öyle krize sokar adamı o şekilsizlikler.

Bir de size bırakacağım şu resimleri yolluyorlar, evin resimlerini istediğimde. Siz karar verin, bu insanlar ile bir ev paylaşılır mı?

Başlıyorum:
Hmm, güzel tava, hemen evi kiralamalıyım mı diyorlar normalde nedir? Oo beybi süper tava, süper tencere, süper fırın.... Oyhş..






Peki ya bu nedir a dostlar? Bu duş başlığını görüp de eve tav olmayan var mı? Yoo dostum yooo olamaz. Ev dediğin budur!






Ve tabii ki evde lamba da olması gerek. Olmaya da bilir tabi. Ne yapıyorlar? Hemen bir resimle kanıtlıyorlar sana lamba var mı yok mu? Bilmek gerek tabii. Kandırabilirler seni evde lamba var diye, hayallerinle oynayabilirler. Macera dolu Amerika...





Evin neresine ait olduğu belli olmayan kapı köşelerine ne demeli peki? Her eve lazım. Odanın resmini ne yapacağım, bunlar daha heyecanlı... Resim dediğin böyle çekilir Corç. Yıllardır yedin kendini bitirdin "... Photography" diye. Fotografi budur!




Ayrıca sesinizi duyar gibiyim "Ya bu evin penceresi yoksa" diye. Olmaz olur mu? Kanıtlarla ortada her şey. Bkz. Soldaki resim.

Ve işin en kötü tarafı, bunlar, aldığım en düzgün resimler. En düzgün ev bu sanırım. Gidip görmeden de bir şey diyemem tabi ama durum ortada. Çok umutsuzum ev bulma konusunda. Gidip gör, gidip gör diyorlar da o zaman da dünyanın en güzel evini bulmayacağım garanti.

6 Aralık 2013 Cuma

Siyah Giyen Adamlar

Hep aynı kıyafetleri giyen insanlara çok özenmişimdir. Millet orta okul ve lisede çıldırırdı niye bir örnek giyiyoruz diye. Ben severdim lan manyak gibi. Hatta kızlara pantolon o zamanlarda çıkmıştı bir kere bile pantolon giymedim. Sonra Ankara' ya geldim, aynı kıyafet üst üste iki kere giyilmez dediler. Ciddi olamazsınız dedim. Valla dediler, alay ederiz, aşağılarız. Kendimi o zaman o kadar yetersiz hissetmiştim ki tarifi mümkün değil. O zaman üzülüyordum ama son zamanlarda fikrim o kadar değişti ki...

Ben hala her gün aynı kıyafeti giyememe konusuna takığım. Ama artık bıraksan hep ne giyerim diye düşündüğümde de giyecek bir şey bulamıyorum. Öyle bir şey bulsam var ya artık kimseyi dinlemem giyerim.

Hayrettin Amca' nın meşhur kırmızı kazakları gibi...

Hatta aklımda olan hep siyah giymek. Ben bir tek bende var bu takıntı sanıyordum ama bir sürü insan kendini sadece siyah giymeye adamış. Bu kişileri önce aşağılamışlar, kendine güveni yok demişler, zevksiz demişler ama sonra yavaş yavaş kabullenmişler. Bir bir sadece siyah tasarlayan modacılar çıkmış, editörler siyah giymeye başlamış falan. (Vogue' da okuduydumdu)

Zaten mini siyah elbise gibi bir gerçek varken kimse siyah giyene zevksiz diyemez, çarpılır.

Aklınıza sadece karalar bağlamak gelmesin. Giydiği şeylerden bir tanesi mutlaka siyah olanlar bunlar.

Ben siyaha alışkınım, kendimi daha çok beğeniyorum siyah giyince. Daha güvende ve güçlü hissediyorum. Resmen bana güç geliyor siyah giyince. Tercümanlığın son yılında hatırlarsanız hep siyah giyiyordum, niye? Tüm o sevimsizliklerle başa çıkabilmek daha kolay olsun diye. Özellikle de Sultan'la aynı dersimiz yok ise giyerdim.

Siyah giyince bütünlenmiş hissediyorum. Her şey gözüme daha kolay, daha güzel geliyor. Böyle bir boyum uzuyor sanki bir güç geliyor işte. Enteresan bir hissiyat.

Ama şöyle bir dezavantajım var. Ayıla bayıla, salya sümük baka baka öldüğüm grunge tarzını ne zaman takip edecek, ne zaman üstüme başıma o tarz kıyafetler geçirecek olsam on yaş gençleşiyorum. Zaten ufak duran birisi için (hala kapılarda kimlik soruyorlar ibneler) pek güzel bir hissiyat uyandırmıyor. Böyle sanki öyle giyinmek için geç kalmışım gibi. Hep öyle hissettim tüm hayatım boyunca. 7 yaşındayken saçlarımı iki yandan at kuyruğu yapmanın çocukluk olup bana yakışmayacağını veya pembe giymenin bebek işi olduğunu düşünürdüm. Kimse de "olur mu öyle şey güzel evladım" demedi açıkçası. Ve hala "O ne öyle bebe gibi" mentalitesinden çıkamamış bir vaziyette kendime istemeyeceğim kıyafetler seçerken buluyorum kendimi.

Bir de siyahın çeşidi var. Mesela Yozgatlı siyahı denilen bir şey var ki tam olarak şu yandaki resim. Ablacım olmuş mu o dedirtir. Böyle giyemezsin. Anasının kuzusu balık etli bir bağyan olduğum için resmen korkulu rüyam. (Resim de kiminse alla belayı versin) Bir de bunun üstüne deri ceket giyerler o zaman Çorum stayla yelken açmış olurlar. Çakma sarışın değil, platindir saçları, dipleri üç aylık gelmiş kara kara durmaktadır ama kendilerini bir Taylor Momsen görürler, bir Hilary Duff, bırakırlar öyle.. Gözlerinde hayvani bir siyah eye-liner vardır böyle kaşlarına kadar giden...

"Büyümüş iş kadını olmuş" siyahı var bir de. Girsem mi girmesem mi bilemedim yahu. Ne giyerse giysin altta kalın siyah opak çorap, off.. Neyse.

WeHeartIt siyahları var bir de. Anoreksik kızların yırtık siyah çoraplı, bereli - şapkalı, üzgün fotoğraflarından anlaşılan... Bazen de 50 santim topluklu botlarla giyiyorlar bu siyahları (o botlar da meşhurmuş ama bilememdim ben, anlamam öyle şeylerden).

Siyah ile ilgili henüz oturtamadığım mesele de aksesuar ki önemli bir nokta. Zira siyah her türlü aksesuarı kabul etse de benim bünyem aksesuarı sadece alışverişte sever. Ne takarsam takayım eksik kalıyor gibi, kime baksam dolduruyorlar elleri kolları bilerziklerlen yüksüklerlen. Ben taksam ağaya gelin gitmiş 13'lük köy güzeli gibi oluyor. Ya da benim algım öyle işte, yakıştıramıyorum bir şeyleri.

Siyah bir yüzüğüm vardı hatırlarsanız, hiç çıkarmadığım, takmadan çıkmam dediğim. Kırıldı, yenisini aldım ama eskisi gibi kaliteli bir şey değildi, alışamadım. Üstelemedim, vazgeçtim imza olarak. Bir tek siyah saatim var her yerde taktığım, onun dışında hala arayıştayım.

Bu arayışı lise zamanı yapsaydık şimdi böyle olmazdı. Lise sona kadar bir örnek giydirdikleri için ve liseye gitmek dışında bir sosyal hayatım olmadığı için giyinmeyi hala öğrenemedim.

Vaay, yazıya üniformaları severek başladın ama küfrederek bitiriyorsun diyeceksiniz. Deyin lan valla. Ne dengesiz bir insan oldum ben öyle..

Bir de o kadar grunge' dır bilmem nedir diye takılıp dışarı çıkarken hala anne tarzı blazer kot ikilisiyle çıkmama ne demeli? Bazen tam bir Jamiryo...

1 Aralık 2013 Pazar

İnternet radyosu

Lastfm üyeliğini o kadar çok sevmiştim ki. Millet alay etti, çakma yollar gösterdi bedava dinlemek için. Ama üyeliğin bir klası vardı. Tarif etmesi zor. Abonesin işte. Bir ağırlığı var.


Yok fizy kullan yok bilmem ne diyenler de çok hafif geliyordu. Grooveshark bir tek lastfm ile yarışabiliyordu ama yılların alışkanlığını o bile yenemezdi.

Bir anda kestiler Türkiye yayınını. Ortada kaldım. Tamamen ortada kaldım. Abartmıyorum bunları söylerken. Zira ekmeğini tercümeyle kazanan bir insan olarak beni bilgisayar başında saatlerce tutabilecek bir şeylerin arayışına giriyorum doğal olarak. Kimisi sigara içer, kimisi şarap, kimisi bol bol kahve.. Herkesin kendi yolu var çeviri yaparken. Benimki de lastfm idi.

Lastfm varken günde çevirdiğim ortalama sayfa sayısı: 25
Lastfm yokken günde çevirdiğim ortalama sayfa sayısı: 5

Arkada açacaksın radyonu, dinleyeceksin. Bir sonra ne çalacak merakı zaten seni başında tutuyor. Neyse ki Spotify geldi. Spotify birçok bakımdan daha iyi lastfm'e göre. O kadar lastfm seven ben bile bunu söylerim rahat rahat.

Gerçi hala alışma dönemindeyim ama çevirdiğim sayfa sayıları arttı şimdiden. Günde 10 sayfaya çıktı. Gerçi lastfm zamanı elimde teknik çeviriler vardı hep, teknik çeviriler daha hızlı ilerliyor bir sebepten ötürü. Şu aralar elimde makaleler var. Daha kolay gözükse de daha fazla zaman alıyor yine 'bir sebepten ötürü'.

Bir de yeni yeni dikkatimi çeken bir şey var. Ben hep folk radyosuyla çalışırsam daha hızlı ilerliyor diye düşünürdüm hep. Ama öyle değilmiş. Brit pop radyosu beni daha ayık tutuyor. Folk bir süre sonra bayabiliyor ama brit pop baymıyor. Dikkatimi koruyor.

Brit pop candır. Spotfiy daha da candır.


Dipnot: Tüm bu gelişmeler gene çeviriden kaytarıp buralara kütük gibi yazı döşemekten alıkoyamıyor. O teknoloji henüz gelişmedi.