film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2014 Cumartesi

Romantik Komedi Telaşı


Bazen insan izleyecek no brainer filmler arıyor. Bazı filmler var ki tek varlığı insanları uyutmak. Hiçbir anlamı olmayan, hiçbir yere varamayan meselelerden insanları vurmaya çalışan acayip yatırımlar bunlar. Geçen gün birini daha izledim. Bu filmlerin en kötü tarafı, bir şekilde merak uyandırmaları. Dünyanın muhtemelen en gereksiz filmleri, farkındayım. İzlemeden duramıyor insan, çekirdek çitler gibi.

Bir de hep aynı adamlar oynuyor bu filmlerde. Ya da birbirine çok benzeyen tipten adamlar. Kızlar hep bol pastel renkli etekler giyiyor. Erkeklerin saçları hep yapılı falan.


Bu filmlerde esas dikkatimi çeken manyaklık, bu filmdeki elemanların sürekli bir yerlere koşturmaları. Yok böyle bir şey arkadaş. Sürekli bir aktivite, sürekli bir hareket. Bir kahve alıyorlar, bir sanat galerisine gidiyorlar, bir parkta yürüyorlar, bir diner' da yemek siparişi veriyorlar, bir yüncüde, bir kürkçüde, bir alışverişte, bir kitapçıda, bir biblocuda, bir küçükler ligi beyzbol maçında, o olmadı bir kızlar futbol takımı antremanında, ya da güreşen çocuklar eşliğinde, bir bando, bir koro, bir dans sınıfı, bir sinema, mutlaka sinema ama, bir müzede, bir barda, birinin evinde partide, yabancı birinin havuzunda, bir düğünde, bir sahilde, bir dağ kulübesinde, birkaç hava alanında offf uzaaaaaaaar gider bu liste.


Mesele şu olsa gerek. "Filmde bir bok yok, bari ortam değişelim sürekli bir şey sansın insanlar." Başka açıklaması olamaz.

10 Eylül 2014 Çarşamba

1993

Uzun zaman önce fark ettiğim bir şeyi sizlerle paylaşmak istedim. Ne zaman güzel ve eski sayılabilecek bir film bulduysam mutlaka ama mutlaka 1993 yılında yapılmış olduğunu fark etmiştim bir ara. Uzun zamandır bu yıl ile alakalı bir yazı yazmak aklımdaydı.O yıl çekilen bütün güzel filmlerin listesini hazırlayacaktım. Liste aşağıda efenim... Bir gün oturun ve bu filmleri tek tek izlemeye başlayın. 1993 yılında milletin ekmeğine suyuna ne katmışlarsa artık, bize izleyip tebrik etmek düşüyor.

4. Piano
11. Naked
12. Rudy

Benim bu listedeki favorim The Remains of The Day. Hatırlıyorum, annemle izlemiştik bu filmi (1993' te değil) çıldıracaktık neredeyse Anthony Hopkins' in tepkisizliği yüzünden. Mel Brooks'un Robin Hood parodisi de bir numaradır. İzlemeye bu ikisinden başlayın.


Jurassic Park muhtemelen ömrümde gittiğim ilk film idi. Ben Aslan Kral' dır diye düşünüyordum ama o film Türkiye' de 1995' te gösterime girmiş.

İzlemediğiniz filmler varsa şimdiden iyi seyirler sizlere.

1 Ağustos 2014 Cuma

Bayram Haftası Film Maratonu Son Gün

Söz verdiğim üzere, bugün son filmleri yazıyorum. Hellraiser serisini hiç izlememiştim önceden. Belki küçükken ekranda görmüşsem odur, onu da anlamamışımdır muhtemelen. İlk iki filmini izledim, devamını da getirmeyi düşünüyorum.

İlk filmin başındaki sahnede arkadan gelen Türkçe konuşmalar komikti. Mide ağrısına birebir gelen bir ilaç satıyordu adamın biri. ASDFGFSGFH

Aklıma takılan, onca yıllık filmin ardından akıllarda şu ayakkabıların kalması. İçim acıdı yeminlen... Ne güzel Pinhead' den geriye kala kala bu tikican ayakkabıları kaldı demek. Yazıık...

Bak aklıma gelmişken şunu da paylaşayım istedim:

İşte Hellraiser bilgim bu videoyu geçmiyordu.

Serinin ikincisi Hellraiser Hellbound bana göre ilkinden çok daha güzeldi. Mükemmel filmmiş lan. İzlemeden geçirdiğim yıllara acıdım resmen. İlk filmde esas karakter kurbanlarken ikinci filmde esas karakter Pinhead olmuş doğal olarak. Gerçi ilk filmdeki karakterlerin bir çoğu yine oradaydı ama bangır bangır ben buradayım diyor Pinhead. Özellikle geçmişinin olduğu sahne on numaraydı. Tamamen on numara dehşet bir film. Herkese tavsiye ederim. Ama benim tavsiye edecek bir yüzüm yok zaten izlemiştir herkes bu filmi.

Gerçi geçen gün internette birinin "Arkadaşlar Esaretin Bedeli' ni izleyin" dediğini gördüm. Ama dalga mı geçiyordu arkadaş mı seçiyordu anlamadım. Umarım dalga geçiyordur. Yoksa böylesi bir varlıkla nasıl başa çıkılır tam bilemiyorum. Torrent kullanmayı bilmeyen adamdan sonra en acayip insanlar listemde Esaretin Bedelini öneren insanlar geliyor.

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Bayram Haftası Film Maratonu 5. Gün

Bugün, dönemin ilk sınavına girdim. Ayın 7' sinden önce bitirmem gereken bir başka sınavım daha var. Diğer dersin hocası leyla olduğu için neler olacak bilmiyoruz. Ama umudumuzu kaybetmedik.

Sınavdan gelip ancak oturabildim filmlerin başına. İlk film The Wolverine' di. Bu filmi izlememdeki tek amaç, başladım bari devamını getireyim mantığı başka hiçbir şey değil. Son zamanlarda çok fazla çer çöp film izlediğimin farkındayım. Ama gerçekten çok güzel olan birkaç film de izlemedim diyemem. O beğendiklerimi sağ üst köşede bırakıyorum zaten. Oradaki o 3 film izlemenizi tavsiye edeceğim filmler. Bakarsanız imdb veya benzeri sayfalara memnun olurum.

The Wolverine, çok gereksiz bir film. Söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Hele şu basuru azmış pozlu postere diyecek hiçbir şey bulamıyorum.

Bir sonraki film The Haunter pek de fena olmayan bir korku filmiydi. Biliyorum korku filmleri ile aram iyi değil, çok da anlamıyorum. Ama şu aile ile izlenebilecek basit hayaletli filmleri seviyorum; bana eskiyi hatırlatıyor. Abigail Breslin oynuyordu filmde. Ne kaa büyüdü o kız yahu... Neyse izlenebilir.

Bu haftasonu muhtemelen San Francisco' ya gidemeyeceğim. Ama maratonu en başta karar verdiğim tarihte bitirmeye karar verdim. Çünkü çalışmam gereken çok makale var. Bu haftasonu biraz kafa dinleyip ders çalışmaya ayırsam daha iyi benim için.

Bayram Haftası Film Maratonu 3. ve 4. Gün

Önümüzdeki haftasonunda yapacağım San Francisco gezisi biraz tehlikeye girdi. Belki o günlere de film koyarım. Haber veririm o zaman.

İzlediğim ilk film Transcendence idi. Acaba ben neden Rebbecal Hall' u sevmiyorum? Böyle acayip bir iticilik var bu kadında. Film fena değildi. Filmin ortalarına doğru "madem herşeye gücü yetiyor bu adam neden kendine bir beden yapmıyor" diye düşünüyordum, onu da yaptı şerefsiz. Karmaşık gelen yerler de vardı ama genel olarak otur işte arkadaşlarında izle bu filmi. Kimseyi ısırmaz, kimseyi üzmez, kimseyi düşündürüp gücendirmez. Kimse sıkılmaz da. Tam o ayarda bir film.

İkinci film Attila'ydı. Ben bu filmi izleyip izlemediğimi hatırlamıyordum. Daha sonra bir kaynaktan kalitesi fena olmayan bir kopyası geçti elime. İzlemek farzdır dedim başladım. Hikaye şöyle efenim: İskoçya' nın bağrında kopup gelen Hunlar Roma' ya saldırıyor. Ulan diyorsun, bu Hunların tipi nedir? Bir an yeminle Braveheart izlediğimi sandım. Genelde içinde at olan her filmi izlemeyi adet edinmeye çalışan bir insanım da yani ebesinin hörekesi be. Bir de ne çirkin insanlar oynuyordu hacı. Yok mu eli yüzü biraz daha düzgün, şöyle köle kız olarak koyacak. Saçını beş yıl önce kızıla boyamış çingen bulup oynatmışlar lan filmde! Yeminle bak.

Gençler bu arada iki günü birleştirmemin iki sebebi var. Hem bayram günü arada kaynıyor yazdıklarım hem de gerçekten yetiştiremiyorum artık bir şeyleri yapmaya bu aralar. Bu hafta iki sınavım var, spor salonuna gidiyorum hergün, okunacak makaleler, araya iki gezme tozma da girince tamam işte bütün gün bitti, geçmiş olsun. Planımda olsaydı ona göre ayarlardım önceden ama ani kararlar bunlar. O yüzden yargılamayın beni.

4. günün ilk filmi Reality Bites idi. Bu filmin adını sanını hep duyardım. Özellikle geçen dönem aldığım bir derste hoca sürekli bu filmi örnek verirdi "music supervision" olayı için. O sırada izlemeye fırsatım olmamıştı ama artık vaktim var bunlar için. O yüzden izlemenin tam zamanıdır dedim. Çok önyargılı oturdum filme. Allah aşkına şu postere bak ya... Neyse ama düşündüğüm kadar da kötü değildi. Ben harbiden çok kötü bir şey bekliyordum ama gayet izlenir bir film. Tavsiye ederim.

Son olarak da esasen Somewhere in Time' ı izlemem gerekirken The Host ile bitirdim günü. Çünkü, okulu su bastı. Okulu su basınca bütün dersler iptal oldu. Yurttaki elemanlar da tutturdu film izleyelim diye. Ve bu filmi seçtiler. Nahlet gelsin bu filme! Uzun zamandır bu kadar kötü bir film daha izlememiştim. Bu bir kitapmış ve yazarı da şu meşhur Alacakaranlık serisinin yazarıymış. Ulan ne bekliyorsun beşikteki bebeğe aşık olan kurt adam yazan karıdan? Bu yazarın bir formülü var, her kitabında uyguluyor sanırım. Esas kız, bir boka yaramayan... İki oğlan birisi esas kızın ilk başta aşık olduğu, diğeri de sonradan araya giren. Ama kız hep esas oğlanda kalıyor. Sonradan giren de boş kalmıyor ona da ayarlıyor birini. Herkes mutlu oluyor sonra... Vıcık vıcık... Bilseydik en başından izlemezdik muhtemelen. Ama bilmiyorduk işte, film bitene kadar da haberimiz yoktu. İzlemiş bulunduk. Ve ömrümden 2 saat de böyle gitti....

Bu arada okulu öyle bir su bastı ki, umarım yarın da dersler iptal olur. Sınavım var çünkü.

Yaş geldi 25' e ben hala ergen liseli gibi doğal afetlerden derslerin iptal olmasını bekliyorum. Evet...


27 Temmuz 2014 Pazar

Bayram Haftası Film Maratonu 2. Gün

Bayramınız kutlu olsun!!! Bir gün geriden geldiğim için henüz bayram değil bana. Zaten kiminle kutlayacağım allasen, Brezilyalılarla mı Tayvanlılarla mı? Çok yalnızım be okuyucu... İşin tek iyi tarafı: En azından oturup film izlemeye (ve diğer bir çok işi yapmama) fırsat kalıyor. Bazen gezmenin tozmanın da bokunu çıkarabiliyorum, onu fark ettim. Ama genelde sakin bir insanım, bilirsin.

İzlediğim ilk film The Devil's Violinist idi. Niccolo Paganini' yi anlatıyordu film. Ama o kadar da güzel bir film değildi. Oyuncular kötüydü, kurgu kötüydü. Oyuncular kötüydü derken başroldeki adamı bu listeye katmıyorum. Zaten adam oyuncu değil. O yüzden feci sırıtmış da kendisi her ne kadar virtüöz olsa da... Güzel olan tek şey müzikti, zaten müziğe dayamışlar resmen bütün filmi. Bir rivayete göre Paganini ruhunu şeytana satmış. Onu anlatmışlar filmde. Adamın ruhunu şeytana sattığını düşündükleri için aforoz etmişler amk. Böyle kıskançlık böyle fitnecilik olamaz. Genel olarak film, eh meh sınıfını geçemedi ama.

Not: Paganini' yi oynayan herif, Stradivarius' unu kırmış lan yanlışlıkla. Köpek! İt! İçim acıdı lan okurken haberleri... Ayrıca cover'ları ile meşhurmuş. Youtube' dan aratın bir David Garrett adını.

İkinci filmim The King of Comedy idi.Robert De Niro ile Scorsese' nin bu filmini izlememiştim. Kendime kızardım bunca zaman izlemedim diye. Şimdi de izlemediğim için kendime kızmama kızıyorum. Çünkü beğenmedim. Robert De Niro harikaydı, şovu da bir numaraydı. Ama genel olarak filmi beğenmedim. Robert De Niro'nun yaptığı her işi beğenmeye başladım son zamanlarda neden bilmem. Başka bir gözle görmeye mi başladım acaba nedir? Kaç yıllık filmler, kaç sefer izlemişimdir ama önceden bu kadar dikkatimi çekmezdi. Neyse... Bahsettiğim stand up kısmını izlemek isterseniz diye şu aşağı bırakıyorum:


Bayram Haftası Film Maratonu 1. Gün

Veeee karşınızda yeni bir bayram haftası film maratonu!!! İlk gün gayet güzel geçti, gayet sakin, rahat. Zaten ihtiyacım vardı kafa dinlemeye, çok fazla analize gerek kalmadan sakin sakin film izlemeye. İlk günün filmleri Clash of the Titans ve Wrath of the Titans idi. Evet ben bunları izlememiştim. Bir kere televizyonda birine denk geldim ama ya çok kalabalıktı izleyemedim, ya da araya başka bir şey girdi dikkatim dağıldı. Oturup adam gibi izlemeye hiç vaktim olmadı bir türlü. 

Clash of the Titans' ın başındaki o nebulalar ne güzel yav. Filmde en beğendiğim sahnelerden birisi oldu. Ayrıca ben bu filmi neden izlememişim diyorum ama sanırım nedenini biliyorum. Ulan o baş roldeki kıymık yok mu o kıymık! Mal herifin teki. Hiç sevmem. Ondan izlememişim. Ama filmde epey adam vardı. Bir nevi King Arthur (o yazının da kıymetini bilemediniz hiç).
Mads Mikkelsen gene yakarım ulan burayı modunda. Bir de bir adam var hep Yunanı oynayan, 300' ün yenisinde de vardı. Baktım adına Hans Matheson imiş. Adamın tek rolü var: Yunan. Skins elemanları vardı (Effy ile ağabeyi), Liam Cunningham varıdı, her bir şey varıdı... Favori karakterim Mads abiye rağmen o Cin idi. Ulan ne güzel yapmışlar o cinleri. Bir bu cinler bir de Noah'taki melekler. İkisi de mükemmel olmuş idi. Cadılar da iyiydi. Hele arkada durup önde duranın her sözünü tekrarlayan askfjşlsh.

Wrath of the Titans da o kadar ahım şahım bir film değildi gençler. Ama gideri var. Neden? Rosamund Pike bebeğim! Güzel bir Andromeda olmuş. Zira ilkini pek de gözüm tutmamıştı. Ayrıca o Kronos nedir kuzum? Bir an Sauron geldi sandım. Filmin sonunda ilk filmdeki "cockblocker" Draco (Mads) olmadığından Andromeda' ya yazabildi sonunda esas oğlan. Bir an bekledim ama sonlara doğru bunlar konuşurken Mads abinin çatırt diye tokatı yapıştırmasını... Aynı ilk filmde olduğu gibi.

Yalnız iki filmi de izlerken aklım ister istemez Persona' ya gidiyor (bir oyun). Bütün personaların isimleri kutsal yaratıklardan geliyordu, bir de Tartarus vardı tüm iblisleri bulup öldüreceğin. Neyse işte.

Bütün kadronun Britanya vatandaşı olma zorunluluğu olan başka filmlerde görüşmek üzere efenim. Bak hatta güzel fikir. Bir liste yapabilirim bunun ile ilgili. Takipte kalınız.

24 Temmuz 2014 Perşembe

Bayram Haftası Film Maratonu

İstek üzerine artık maraton diye anıyoruz arkadaşlar! Teşekkürler.


Ben dedim ya size garanti bir işim çıkar o haftasonuna diye. Bilin bakalım ne işim çıktı? San Francisco!!! 


Ben de ona göre bir liste hazırladım. Vatana millete hayırlı olsun. Divergent' ı da ekleyecektim ama ben muhtemelen bu akşam gömerim o filmi. Bir yorum yazarım sonrasında... Nays.

26 Temmuz
Clash of the Titans
Wrath of the Titans
27 Temmuz
The Devil’s Violinist
The King Of Comedy
28 Temmuz
Transcendence
Attila
29 Temmuz
Reality Bites
Somewhere in Time
30 Temmuz
The Wolverine
Haunter
31 Temmuz
Hellraiser
Hellraiser II

22 Temmuz 2014 Salı

Bayram Haftası Çelıncı Vol.2

Geleneksel hale getirmeyi umduğum film çelınçlarıma kaldığım yerden devam ediyorum. Ve hatta bu Challenge olayının bir Türkçe adı olması gerektiğini düşünmeye başladım. Film Haftası desem "Uluslararası Arpa Kurdu Film Haftası" gibi düttürü bir entel isim gibi geliyor kulağa (arpa kurdu diye bir şey var mı bilmiyorum, bilmek de istemiyorum). Aklıma maraton geliyor. Bilmiyorum ne dersiniz, size bırakıyorum fikri. 



Elimde o kadar çok film birikti ki artık bir elden geçirmeliyim. Nasıl olsa burada vakit bulabiliyorum öyle şeylere (şimdi böyle dedim ya garanti bir şey çıkar), o yüzden bir günde iki film izlemek gibi bir niyetim var. Ayın 26' sından 3' üne kadar devam ettirmeyi düşünüyorum. O yüzden fasten your seatbelts. Benden haber bekleyin.

12 Nisan 2014 Cumartesi

Sürpriz Film Gecesi

Bilgisayarıma bir baktım, Allah baba melekleriyle bana bir ton film yollamış. Sonra harici belleğime baktım. En az 100 film var listelediğim, izlemem gereken. Dedim bunları eritmem gerek. Niyet ettim bir gecede izleyebildiğim kadar film izleyip yazısını yazmaya!

Film No.1: Grudge Match

Ben bu filmi nasıl gözden kaçırmışım acaba? Deli gibi eğlendim izlerken. Robert De Niro ile Sylvester Stallone emekli boksörler. Hayvan gibi film olmuş. Filmlere olan göndermeler süper ötesiydi. Özellikle Sylvester Stallone' nin etlere vurmaya çalıştığı sahne şahaneydi. Bir de en son sahne mükemmeldi. Spoiler vermek istemediğim için tam söyleyemeyeceğim. Oturun izleyin işte ya. Şebek gibi sırıttığım, yer yer bir başka hayvan gibi güldüğüm bir filmdi. Ben Rocky' yi tuttum. Sebebini de bu blogu eskiden beri okuyanlar bilir (Rocky serisi benim pms filmlerimdendir). O son sahne var ya o son sahne... Offff... (İsimlerden önce, ringde geçen)

Ha filmde aşırı Holivud duygusalı saçmalığı da var. Ama gene de her şeye rağmen izlenir. Tabii şimdiye kadar izlemediyseniz. Ben hala nasıl kaçırdığıma anlam veremiyorum. Neyse Rocky rip-off her şekilde izlenir. Nays.

Film No. 2: About Time

Ben ömrümde böyle bayık film görmedim. Zaten o kızın oynadığını görünce anlamalıydım bok gibi bir film olduğunu. Neyse, dün dündür bugün bugün. Next!






Film No. 3: The Godfather

Tamam biliyorum, izlemediğim filmleri eritmek için başladım geceye ama kaç gündür içimden bir ses sürekli bana o hastane sahnelerini hatırlatıyordu. İzlemem gerekti ne yapayım. Ayrıca hesap mı vericem yahu The Godfather izledim diye... Ne günlere kaldık yarebbi..



Film No.4: Grand Piano

Bütün bir film klasik müzik konserinde geçiyordu. Gerilim filmi olmasına rağmen klasik müzikten midir nedir, gerilmedim. Aksine epey gevşedim. Sanırsam uyuyacağım... Başrolde gergin ergen Frodo vardı. Fredo' dan sonra Frodo izlemek de acayip oldu cidden. Filmde en uyuz olduğum şey piyanistin karısıydı. O ne sahte bir şey öyle yahu. Filmde bir adam piyaniste şantaj yapıyor tam ve doğru çalması için. Adam son notayı farklı çalarak çok güzel bir uyanıklılık etti. Tebrik ettim kendisini.

Bu gece benden bu kadar ey ahali. 1. film harikaydı, 2. film salla gitsin, 3. film zaten efsane, 4. film de eh fena değil. Başarılarınızın devamını dilerim.

6 Şubat 2014 Perşembe

Okul Gibi Film: King Arthur

Efenim, bu ecnebilerin türlü türlü huyları var, bu konuda mutabıkız. Özellikle alçak gönüllülük nedir bilmeyen bu pis batılılar yüzünden çok acayip diyaloglara da girmişliğim vardır. Zira kendileri, eğer sen kendini ıncığınla cıcığınla tam ifade etmezsen, hiçbir şey yapmamışsın, başaramamışsın gibi bir şey algılıyorlar ki allah muhafaza.

Bir de bu ecnebiler, filmleri konusunda çok acayip bir huya sahipler. Tüm bilindik aktörleri bir filmde toplamak... Ne gereksiz bir hareket. Bir alırsın, iki alırsın tamam da hepsi mi "star" olmak zorunda? Değil. Gençlerin önünü açmazlar, "hep ben, hep ben, BANA SORACAKSINIZ" tavrıyla egosu dağları aşmış 50 adamı bir filmde toplarlar.

Yeterince saf isen, ne güzel film olmuştur o, diye düşünürsün. Ama olmaz. Bir şey ters gider. Bir aksilik vardır filmde, hissedersin bir bokluk var ama bir şey diyemezsin. İşte o terslik, batılıların alçak gönüllük eksiği... Herkes filmde öne çıkmaya çalışırsa ne olur?

Aha bu:

Keira kızın fotoşoflu memeleri... Anca o kadar olmuş...

Birçoklarının PMS filmi (Love Actually gibi) diye tabir edilen filmler ortaya çıkar... En sevilebilen ama aynı zamanda en sevilmeyen filmler hemen hemen birbirine benzer ya, sebeplerinden bir tanesi de budur.

Bu filmi LOTR ile kıyaslayamazsın, niye? Adam bir şeyi çok iyi anlamış. Konun ne kadar mükemmel, ne kadar garanti olursa olsun, artist antipatisi diye bir şey var. Peter dayı koyamaz mıydı elli tane holivud abisi oraya? Adam sayıyı aşmamış, az ama öz almış idi oyuncuları. 2 sir yeterliydi onun için. Abartmamıştı... Aynı şeyi Game Of Thrones ile de söyleyebiliriz. Milyon dolarlık yapımlar, herkes içinde bulunmak için canını verir, ama ne görüyoruz dizide? Kesinlikle 50 tane "star" değil.

Kısacası, filminin, dizinin konusunu yağlı yağlı elli aktör ile boğmaz isen bir başarı elde edersin. Avengers' tir bilmem nedir, onların sırıtmasının temelinde bence direkt bu yatıyor.

Bu filmlerin mutlaka izlenmesi gerek. Çünkü okul gibi filmlerdir. Kim ne yapmış, hangisi nasıl daha ön plana çıkmış? Hepsi birbirine oyunculuk dersi veriyor. Hepsinde bir kendini kanıtlama isteği var. Figüranlarda bile...

Hepsine tek tek geleceğiz.

Ama filmin en başından itibaren incelemesini yapacağım için öncelikle bahsini etmem gereken farklı şeyler var. Anlamadığım şeyler... Mesela, Lancelot' un küçüklüğüne gidiyor, filmde ilk olarak. Onun nasıl askere alındığını falan anlatıyor. Böyle yüzleri gözleri pislik içinde, fakir, uyuz, çirkin bir grup insan görüyoruz önce. Tam Lancelot gidecekken ufak bir kız çıkıyor "Lenselooot lenseloot" diye... Bir bakıyoruz ki bu kızın yüzü gözü tertemiz, aydınlık bir surat, neşeli, yanakları al al, güzel, ufak bir kız... Niye bu kız böyle güzel, temiz de diğerleri at hırsızı gibi? Olay ne?


Kimsin sen?!

Daha sonra filmin milyon yerinde karşımıza çıkacak "Ruuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuus" diye bağıran adamlar görüyoruz. Allah belanızı versin, hepiniz ölün inşallah diye bir hissiyat uyanıyor insanda. 

Hani dedim ya figüranda bile kendini kanıtlama isteği var. Böyle bir piçlikler, bakışlar falan hepsinde gırla... Hepsi bir sassmaster..


Mesela bu adam harbi piç. Tüm artizliklerinin yanında (resimdeki gibi) filmin başındaki ilk saldırıda tüm adamları ölünce Laura Ingalls gibi koşa koşa Arthur' u öldürmeye geliyor... Tam o sırada Merlin de Arthur'a "Yapma Oğul! Elini kana bulama" der gibi gibi...



Bir de daha filmin başlarında LOTR vari "benim kılıcım, benim mızrağım, benim yayım, zikimlen daşşağım" muhabbeti ile hangi şövalyenin nesi meşhur onu görmekteyiz. Ayrıca başta Woad'ların saldırısındaki mallığı da sırf "Behey çekilin yoldan! Artur'un şövalyeleri geliyor!" gibi bir ifade kullanmak için kemikle ve taşla ölen Romalı askerlerini ve itibarlarının mahvolmasını görmekteyiz.

Baştan söylemek gerek, en piç asker Tristan' dır burada. "Düşmanı gözünden vururum! Saçlarımdan gözüm görmese de o kadar harikayım ki gene de öldürürüm." tavrı bir tek onda var. Diğerleri biraz da olsa çabalıyor, bu, ölümsüz yaratılmış mübarek, kelebek gibi uçuyor, arı gibi sokuyor... "Seni nezaketimle döverim" diyor biraz da... Artizlik olacak ya...



Bir de ısrarla "Rus" diye bağıran hırdo var. Böyle mal mal hareketler... "I can't be tamed" tavırları falan...

Daha sonra yakından tanıyoruz bu askerleri, umutlarını falan. Herkes kendini belli ediyor: Hannibal, Will Graham'a zevk için öldürmekten bahsediyor (bu muhteşem sahnenin diziye ilham verdiğinden adım gibi eminim), Lancelot, piçlik edip arkadaşlarının karılarıyla yatacağını açık açık dile getiriyor falan... Hiç kesilmeyen bir "GARIIII!!!" alt ve üst metni olan bir sahne toptan..

Bundan sonra da filmin tek iyi, sakin, pek bir olayı olmayan karakteriyle tanışıyoruz: Jols.


Jols'tan bi bok olmayacağını daha ilk sahnede anlıyoruz. Bir de GARIII RUUUUUS diye bağıran kelin karısı ile 50 çocuğunu görüyoruz. 

Romalılar Arthur' un odasına kendi eviymişçesine yerleşir ve dinlenir. Bu noktada Arthur' un ne kadar artizlik peşinde olduğunu anlarız. Tam herkes mutlu mesut şakalaşır konuşurken zart diye kalkar ayağa ve "ölenleri unutmayın" ayağı çeker. Herkesin surat pert tabii.. Daha sonra Bişop gelir. Herkesi uyuz eder. O toprakları terk edeceklerini söyler. Odadaki ağır ergen Galahad cana gelir. 

"Ergen ergen gonuşma la" bakışlı Gawain

Herkes terhis belgesini beklemektedir ama Romalı bir piçlik eder. Herkes odadan çıkarken Tristan Romalı' nın altın bardaklarını çalar. Ayrıca şu sahne de efsanedir:


Bu sahnenin devamında Bors (RUS diye bağıran i*ne) karısından şarkı söylemesini ister. Ve bu tür filmlerde duyabileceğiniz en iğrenç şarkıyı dinlersiniz. LOTR' daki şarkılar efsaneydi (Theodred' in cenazesinde Eowyn'in yaktığı ağıt gibi). Game of Thrones'a hiç girişmiyorum bile (Maiden Fair tek başına yeter). İnsan biraz özenir la. Ama tabi filmde bütün bütçe oyunculara gittiği için muhtemelen iyi bir şarkı yapacak adama para kalmamıştır.

Filmdeki kötü adamlar (Stellan Amca'ya rağmen) çok acayip sırıtıyorlar. Gerçi herkes sırıtıyor, yazının temeli o zaten. Ama bunlar ayrı bir sırıtıyor. Seslendirme yapmışlar, o sırıtmış, Alman herif baştan sona poz kesiyor. Çok feci. Ne kadar sırıttığını anlamanız için filmde şu sahneye dikkat etmeniz yeterli olacaktır.

Sassy Saxon

Daha sonra artistlikte sınır tanımayan Arthur' dan gına gelen askerlerinin ifadelerini görürüz.



Bu suratların sebebi, Arthur' un köylülere "hepiniz özgürdünüz" geyiği çekmesi. Köylüler ısrarla "dövlet bize bahmiy" diyor o arada. Devlet de şu:

Ben devlet olsam aynaya bakmam amk..

Devlet "Aman gelmem bu toprağı bana Papa verdi." diye nazlanıyor emme Arthur the Artist geleceksin ulen diye zumzuğu masaya vurunca toplanmak durumunda kalıyorlar. Şövaylelerin yükü yetmez imiş gibi bütün bir köyü de boşaltıyor Arthur.

Tam o sırada Arthur pis pis adamların bir kapıya daş dizdiğini görüyor. Dalıyor tabi içeriye. İçerisi, bir piis, bir reziiil, aman yarabbi ne olaylar dönmüştür burada dedirten cinsten bir delik. Neredeyse herkes ölmüş. İçeriden ufak bi bebe ile Keira the no-meme' yi çıkarıyorlar.

Daha sonra yola koyuluyorlar. Kimsenin dikkatini çekti mi bilmem ama Devletin anası Leydi film boyunca Dagonet' i kesiyor böyle.


Ayrıca bu leydi bu andan itibaren leydi değil, adeta bir köle gibi habire o delikten çıkanlara hizmet ediyor. Guinevere' i falan yıkıyor, o derece yani... Guinevere de sanki daha demin delikten çıkmış bir köylü değilmiş gibi hem Arthur' a hem de Lancelot' a "Eve dönünce ne yabacaan evlenecen mi?" gibi muhabbetler çekmektedir. Niyeti baştan bozmuştur bir kere.

Daha sonra bir sürü safsata. Ardından da buz üzeri savaş sahnesi var. Adamın biri Arthur'a "Ama 200'e karşı 7' siniz" diyor, Guinevere oradan atlıyor "8" diye. Tamam diyorsun, kesin yenecekler. 7 iken zordu ama 8 ile zafer garanti. İçin rahatlıyor...

Savaşı tek tek yazmak haksızlık olur, filmin tek izlenilesi yeri olduğundan açın izleyin derim.

Tristan, film boyunca onu bunu araklayan bir insan olarak şu kutuya bile ammenna diyor ya.. Onu da alıp götürüyor.


Ama bu sefer kendisi için değil. Dagonet için. Ama pek emin de olamıyorsun, filmin sonlarına doğru mezardaki kutu ortalarda gözükmüyor. Biri yürütmüş yani yine. Günahını almak istemiyorum ama savaşa gitmeden Tristan' ın aldığından yüzde yüz eminim.

Daha sonra Saksonlar Arthur' un dibine kadar gelirler. Ama Arthur, şövalyelerini serbest bırakmıştır. Herkesi evine yollamıştır. Tabii adam haklı. 8 kişiyle savaş kazanınca çıtayı neden yükseltmeyeyim demiştir.

Yolda şövalyelerin atları huysuzlaşır. Sanki gitmek istemez gibilerdir. Şövalyeler birbirlerine romantik romantik bakarlar. Gitmekten vazgeçmişlerdir. Savaşa hazırlanıp Arthur' un yanına giderler.

Buraların kuğul abisi benim bakışı

Tristan adamı beş yüz metreden vurarak filmdeki artizliklerine bir yenisi katmıştır. Ama en sonuncusu birazdan gelecektir.

Guinevere de film boyunca tek bir sefer için hayırlı bir iş yapıp Woad' lar ile savaşa gelmiştir. Onlar da savaşırlar. Arthur' un tek kişiyle savaş kazanma hevesi kursağında kalır. Gawain yaralanır.

Bu arada Gawain'i oynayan herif ile ilgili ufak bir notum var. Joel Edgerton' dur kendisi. Sürekli "ben aslında aile babası olacak adamım, benim buralarda ne işim var" gibi filmlerde oynadığını fark ettiniz mi? Warrior' da öyle. Gatsby' de bile öyle. Adamın yüzündeki o ifade silinmez.

Neyse filme geri dönelim. Tristan bir halt edip gözüne Stellan amca'yı kestirir. Yer mi İsveç çocuğu tabi, anında Tristan pert.

Savaş biter, düğün olur.

Filmin sonunda herkes AT olur. Ciddiyim. At olarak geri gelir ölen şövalyeler.


Lancelot the At


1 Şubat 2014 Cumartesi

Bir Takım Gariplikler

Çoğunluk "Dur Allasen" dedi, ben de duruyorum bu ay. Ama kendim izliyorum filmleri, size tavsiye edeceğim bir iki film var tabii.

Ama etmiyorum ulan! Ne demek la Dur Allasen!!! İnsan der ki Dilara film yaz, dizi yaz, hiç olmadı müzik yaz... Meeeh..

Bugün bir ilk yaşadım, insanlar. Sabah uyandım, baktım hala uykum var. Ama saat de geç olmuştu, kalkıp çeviri yapmam gerekti. Dedim ki kendi kendime "Hadi kalk artık, yeter!". Daha sonra içimden başka bir ses duydum "Sana mı sorucam lan?!" diye.

Kendime atarlandım bildiğin... Bana bana, bihterine... Ne yaptığımı fark ettiğimde ayıktım zaten.. Oha ne yapıyorum diye.

Bir de tam beş dakika önce çok acayip bir şey oldu. Bu yurttaki kızların yaşları barlara girmeye tutmuyor henüz. Gidebildikleri tek yer Starbucks gibi kahveciler. Zaten her dakika biri orada (üç tane var burada yaygın olan: bir Starbucks, bir The Coffee Bean bir de Peet's Coffee. Bir de bunların ayılıp bayıldığı vejeteryan kafe var ne oluyosa işte o da..). Nöbetteler mübarek.

Bi arkadaşa yakınıyodum bu durumdan, dışarı çıkabilecek kimse yok bu ne biçim iş diye. Birden merdivenden valiz sesi duyuldu. Bir kız geliyordu benim yandaki odaya. İki kelime yankılandı "Turkish...master..."

21 yaşından büyük bir kız demek oluyor, hem de Türk.

Dedim keşke başka bir şey isteseymişim... Yuh lan bu kadar hızlı olmamıştı hiçbir isteğim.

Ben kaçar...

28 Aralık 2013 Cumartesi

Yeni Yıl Kararları

Hayvani boyutlarda sıkıcı bir yılı daha atlattığıma göre oturup hakkında dert yanabilirim. Ve sürekli bir şeylerden şikayet eden birisi olarak iğneyi kendime batırma vakti. Bir hesap yapmam gerek kendim ile alakalı.

Aslında bir yıl çok sakin geçti. Kuş uçsa "oo aksiyoon" diye tepki verir oldum. Ama bana öyle geliyor ki deli gibi bir yıl yaşadım, çok yoruldum. Oysa, evde çeviri yapıp okul meselesine dert yanmak ve film izlemek dışında pek bir şey yaptığım söylenemez.

Mesele şu ki bu yıl kendimi ben yordum. Çok fazla. Yaptığım işten dolayı değil, tamamen duygusal. Zaten istediğim işi yapsam böyle yorulmam, yorulsam da böyle söylenmem. Son iki yıldır (belki daha uzun süredir) çok da parlak günler geçirmedim, tek sebebi de benim takıntılarımdı. Yani ortada kesin bir sebep de yoktu. Ama gel onu bir de bana sor. Hiç bu kadar üzülüp, kırılıp, korktuğum bir dönem daha olmamıştı. O yüzden yapacağım planlar genelde kendimi kasmayacağım, keyif yapmaya odaklanacağım şeyler üzerine olacak. Keyif yapmak için plana ihtiyaç duyan bir insan da tanımadım demezsiniz. 

Neyse başlıyorum.

1. İlk olarak, daha az endişe etmek. Derdine düşmemek. Hiçbir şeyin, hiçbir kimsenin derdine düşmemek. Eğer karşıdaki kişi benim kadar önemsemiyorsa ben de önemsememek istiyorum. Umarım 2014 içinde kendimi bu konuda geliştiririm. Çok sıkıntı çektim, sebebi de bu kaygılar, endişeler. Konu ne olursa olsun kendimi sıkmamak, zora sokmamak, korkmamak ilk hedefim. Bunu yaparsam zaten gerisi kendiliğinden gelir. Farkındayım.

2. Daha az yemek yemek. Burada bir itirafta bulunayım. Benim annem çok ısrarcı bir insandır. Söylemesine gerek yok, istediğini yaptırmada bir numara. Karşıdaki istemiş, istememiş, ihtiyacı var yok farkında değil. Kendince insanları mutlu etme yolları var (mutlu ettiğini sanıyor yani), onlardan şaşmıyor. Mesela kendisi, benim doktorda kolesterolümün yüksek olduğunu öğrendiğinde keyfimi yerine getirmek için Abuzer'in Yeri' ne götürmüştü (bkz. Dürüm Sarayı). Ankaralılar bilir nasıl bir yer olduğunu. 

Annem benim mutsuzluğumu yemekle atlatacağıma inanıyor. Bir yıldır daha gözümü açmadan kahvaltı masasına oturtuyor. Öğlen vakti yine yemek de yemek diye zorluyor. Kahve içiyoruz ille yanında bir şey olacak. Akşam ille o sofraya oturulacak.

Tamam normal olan o. Ama yemekler ağır. Yememem gereken şeyleri yapıyor sürekli. Sürekli bir et, sürekli bulgur, köfte.. Ve halt ettin yemek istemedin diyelim. Öyle bir bakıyor ki, tarifi mümkün değil. Diyorsun ki "Allah belanı versin Dilara, uzatma, ye şunu git zıbar". Bir kere kahvaltıya oturma bakalım, bütün günü sana zehir ediyor. 

Ben Ankara'ya ilk geldiğim yıl, ailesiz yaşadığım o güzel, mükemmel ötesi yıl 46 kiloydum.

Şimdi 55.

Ve bu 55, benim kendime dikkat ettiğim halim. Arada diyetisyene gittik bu kolesterol için. Diyetisyenden sonra 50 kilo oldum ama bu aralar azdı gene.  Ben en son ne zaman açlık hissettiğimi hatırlamıyorum. O derece...

O yüzden daha az yemek yemek hedefim. Aç kalayım amk. Ölmem sonunda. Yemek yemeyeyim, öğün atlayayım. Midem dinlensin, kolesterol gerilesin. Ne bileyim bir hafifleyeyim ya. Geceleri mide ağrısız uyuyayım. Stresten de değil yani, sadece yemekten.

3. Bilgisayarım yokken şarkı dinlemeyi kesmişim, farkında olmadan. O kadar çok dinlemediğim şey var ki. Bu yıl sürekli o dinlemediklerimi elden çıkaracağım. Hatta bu konu ile alakalı çelınc bile yapabilirim. Filmlere yaptım, müziğe neden yapmayayım...

4. Para hesabı yapmamak. Tamam hayvan gibi para harcamayacağım ama hesabını da tutmayacağım. O işi abime devrettim noterle. :D

5. Resim çekmek, çekilmek. Hele, oraya gittiğimde ilk işim adam gibi bir telefon almak olduğundan, o telefonla her dakika resim çekmek ve çekilmek istiyorum. Artık 2008' den kalan resimleri profil fotoğrafı yapmak istemiyorum. Bir de resimlerde gülerek poz vermek istiyorum. Buna daha dikkat edeceğim.

6. Blog yazılarını daha düzenli yazmak. Mümkünse, her hafta belirli bir gün içinde yayınlamak. Düzen şart.

7. Belki inanamayacaksınız ama bu yıl insanlarla çıkmayı düşünüyorum. (Daha önceden hayvanlarla çıkmışım gibi oldu aksljdfhgdkh) Yıllardır şu okul olsun, şu iş bitsin, şu geçsin falan diye kendimi geride bıraktım hep. Bu yıl bu konu hakkında daha girişken olmayı düşünüyorum. Hani zaten çok fazla çıkma teklifi alan birisi değilim zaten ama benim de kimseyi cesaretlendirdiğim söylenemez. Onun da farkındayım.

8. Bol bol bisiklete binmek. Mümkünse oradaki o alışma dönemim biter bitmez bir bisiklet almak. Bisiklete binmeyi öğrendiğimden beri gördüğüm en mutlu rüyalarımda hep bisiklete biniyordum. Valla bisikletsiz geçen yıllarıma çok acıyorum.

9. Daha paylaşımcı olmak. Her konuda. Son iki yıldır (hep ne olmuşsa o iki yılda olmuş amk) ciddi anlamda kendimi her konuda her şeye karşı kapatmışım. Bencil bir insan oldum. Derdim kendimi düze çıkarmaktı çünkü. E artık o olduğuna göre, tekrar insanca davranabilirim demek.

10. Sakin olmak, rahat olmak, bol bol gülmek, umursamamak, boğaza bir şey düğümlenmeksizin (globus histericus) gelen huzurlu bir uyku, neşe, bol bol gezmek, yeni yeni insanlarla tanışmak, uyumlu olmak. Her an bir bokluk olacakmış gibi düşünmeden yaşayabilmek.

Evet olan istekler bu. Geneli aynı doğrultuda zaten fark etmişsinizdir. 

Bir kere okuldayken, asansörde tanımadığım bir çocuk bana "sen hiç gülmez misin" diye sormuştu. Bu yıl o algıyı gerçekten kırmak istiyorum. Daha az şikayet, daha az endişe, bol bol mutluluk, bol bol huzur... Hepimiz için...

17 Ekim 2013 Perşembe

Bayram Haftası Film Çelıncı 6. Gün

Bayram dediğin bu kadar uzun sürmemeli bence. Bitmiyor hacı, inatla bitmiyor.

En fazla iki gün sürmeli.

6. Günün filmi Stuart: A Life Backwards, televizyon için çekilmiş bir film olup, evsiz bir adamın gerçek hikayesine dayanmaktadır. Böyle başlayınca sıkıldın değil mi? Bir de filmi bekle. Daha çok sıkılacaksın. Kitabı harika olabilir, belki film de o kadar fena değildir ama sıkıcıydı be kardeş. Valla. İlle de izleyecem diyorsan izle. Zira son yılların en "overrated" herifi oynamakta filmde. Benedict Cucumber. Ya da öyle bir şeydi. "Hep aynı herifi oynayan İngiliz aktörler" diye bir liste yapsam (ki yapabilirim, mantıklı, evet evet bir düşüneyim) bu adam ilk sırayı alırdı.

Bundan yıllar önce Cate Blanchett her filmde her rolü oynama gibi bir iddiaya girmişti ya kendisiyle. Her delikten çıkacaktı ille de. 2010'dan sonra yerini bu kükambıra bıraktı. Her yerden bu adam çıkıyor. Her delikten.

Ve hiç hoş değil bu. Hadi gene Cate hayvan gibi bir aktris. Ama bu? Bir filmde kendisi oynadığı için o film tutsa, derim ki "helal olsun adama, uğraşıyor, bir şeyler beceriyor". Bu adam öyle değil. Kendisinin o filmde var olmaması bir şeyleri değiştirmeyecek, o film zaten onsuz da yeterince tutacakken - kısacası cepteki filmlerde oynayarak - ille de olaya dahil olup antipati kazanıyor. Kimse de demesin ne harika bir oyuncu diye. O adamın Sherlock' tan başka bir numarası yok. Anasının karnından 40 yaşında doğmuş ucube suratı, ortalama aksanı ve sesi ile hiçbir numarası yok. 

Filmin tek kayda değer yanı olan "genel olarak gereksiz adam" Tom Hardy de bu filmde gereksiz gereksiz durmakta. Her ne kadar classmate'lerinin arasında bir numara bir oyuncu olsa da yine bir antipatisi var. Bu adamın gereksizliği, her filmde aynı olan "tüm dağları ben yarattım, elmacık kemiklerim de dahil, kafanı giyotine verdirtmeden git çayımı getir, sonra çekilebilirsin"  içerikli 4 numaralı bakışı... Bilmiyorum gözünüzün önünde bir şeyler canlandı mı?

Tekrar belirteyim, lafım oyunculuğuna değil, genel duruşuna. İster istemez her filminde bu ifadeyi taşıyor. Ama yiğidi öldür hakkını ver, adam bu filmde iyi çıktı Rıza Baba.

Hikaye iyi, ama oturup filmi izlemek sıkıcı gelebilir. Kitabını alın okuyun, daha mantıklı.

Stuart'ın çamaşır makinelerine kafayı takması ve son sahnelerde söylediği şu söz epey iyiydi: İçime şeytanın girmesine izin verdim, daha sonra da çıkaramadım. Kestim, yaktım ama çıkmadı. Umursamadı. Niye umursasın ki zaten? Şeytan evsiz kalmak istemiyor.

Filmden görüntü almadım. Bu kadar.

16 Ekim 2013 Çarşamba

Bayram Haftası Film Çelıncı 4. ve 5. Gün

Efenim, filmlere geçmeden önce sormak istediğim bir şeyler var. Mesaj atabilirsiniz cevapları. Uzun zamandır, o kadar uzun zamandır kendi bilgisayarım olmadı ki. Bir tane vardı 2010'da bozuldu. Babamın eskisini verdiler. Sürekli, yenisi gelsin ona yüklerim, onda bakarım, onda oynarım falan diye diye bugünlere geldim. Şimdi ne yükleyeceğimi, ne oynayacağımı hatırlamıyorum.

Oyun tavsiyesine açığım.

Ve yine filmlere gelmeden önce diyorum ki The IT Crowd izleyin. Bu bayram tatili güzel bir fırsat hepsini izlemek için.

İlk film My Own Private Idaho idi. Güzel film gerçekten ama benlik değil. Ben sıkıldım feci. Ama bu filmin güzel olmadığı anlamına gelmiyor. Dergi kapaklarının birbirleriyle konuştuğu sahne favorimdi resmen.

Eşcinsellerden gidiyorum iki gündür, Emily Blunt'ın filminde de lezbiyenler vardı. Bir de ekşide okudum, sinema tarihinde izleyicisine filmin sonunda iyi günler dileyen ilk ve tek film imiş. Hala tek mi bilemem. Enteresandı. Bu filmde oynayan oğlan öldü, o derece kıymetli yani. Biliyorum, sıkılacaksınız. Ama izlemedim olmasın, cidden izleyin.

Bir de o müzikler neydi yahu. Efsane.

Resim 4.1: Vat iz matriks

İkinci film de Before Midnight idi. İlk filmi çok sevmiştim cidden. Ama sonrasını hiç sevemedim. Ne yazık ki bu son film de baydı feci. Kadim bir söz geldi aklıma izlerken: "talking too much?" (yazar burada 06 girişli atılım ua ilişkiler öğrencilerine göndermede bulunuyor)

Hacı bunlar bunca yıl bu kadar muhabbeti nereden buluyorlar ben anlamıyorum. İnsan sürekli konuşur mu amk? Bence konuşmamalı.

Aaay filmin çekildiği yerler çok iyiymiş falan. Yaz vakti Yunanistan bu, ne kadar kötü olabilir ki zaten?

Bu film hakkındaki en açık yorumumu arkadaşın biri şurada yapmış: 

Ha bir de Julie Delpy ölmüş gömmeyi unutmuşlar. 

Ben mouse padle age of empires oynamaya devam edeyim. 

14 Ekim 2013 Pazartesi

Bayram Haftası Film Çelıncı 3. Gün

Benim için ilkler yaşandı bugün. İlk defa bu kadar kısa süre içerisinde iki korku filmi izlemem mi dersin yoksa ilk defa evleri korkunç, zevksiz ve soğuk olmayan bir aileyi anlatan korku filmi izlemem mi? Başlangıcı çok güzeldi, sessiz sakin değil, bangır bangır. Gene Patrick Wilson meeeh... O adamın suratında tarifi zor bir ifade var. Böyle bir puşt mu deseem, mal mı deseem, ne desem bilemiyorum. Sanki American Psycho'un gerçek hayattaki hali. Bir terslik var ama bilemedim...

Neyse. Filmde güzel olan şey, durağanlık ve kötü bir şeyin olmasını bekleyen andaval sürüsü bakışlarının olmaması. Her şey daha olağan, böyle sanki herkesin evinde olabilecek gibi. Diğer korku filmlerinde, mesela geçenlerde izlediğim The Conjuring' de, felaketi bekliyorlar, bekliyorlar, ilk yanlış alarmdan sonra zangırt diye ruhu koyuyorlar sahneye. Bunda, kadın evini topluyor sakin sakin anaa bir de bakmış arkada ruh kardeş... Daha yumuşak.

Ayrıca Dalton diye isim mi olur amk. Başka bir şey bulamadın mı? Cali ne lan?

Bir nevi Once Upon A Time'ın Darth Maul'u olan Cora da bu filmde gene bi anne olma, gene "bi fenalıklar yaşanmış zamanında" hissiyatı ile (filmdeki babaanne) fena fena bakışlarda.

Darth Maul'un gey kuzeni de filmdeydi.

Resim 3.1: Sassy Maul (arkada)

Korku filmleri ile ilgili hiçbir şey bilmediğimden midir nedir, filmi sevdim. İzlenebilir. Favori sahne, karakter falan yok. Olsa olsa Sass Master Maul olabilir mesela o resimdeki.

İzlediğim bir sonraki film My Summer Of Love idi. BBC filmlerinden. Filmin kalitesi pek kötü olduğundan mıdır başroldeki kızın çirkinliğinden midir nedir hiç iyi bir resim alamadım. Zaten gerek de yok. Emily Blunt'a rağmen kötüydü film. Bir tek şey için izleyin diyebilirim o da Tamsin' in (Emily Blunt) allah din iman diyen bir adamı iki dakikada göt edişi. Ve hatta buyrun:
İngilizce bilmeyenlere olayı özetleyeyim. Adam "İsa, İsa, İsa" diye ölen bir tip, çok dindar takılıyor. Ailesinden kalma barı kiliseye çeviriyor, günahlarda hiç tarağı yok. Kız da ben bir şey hissedemiyorum, bir şeye inanmak güzel olmalı diye adamla muhabbet ediyor. Adam anında niyeti bozuyor. Kız da aha işte sen bu kadarsın minvalinde hakaret ediyor adama. Haklı.

Bugünlük bu kadar. Ben midi klavyeme geri döneyim. Yarın görüşürüz.

13 Ekim 2013 Pazar

Bayram Haftası Film Çelıncı 1. ve 2. Gün

Gecikmenin sebebi, blog sayfamın bu aralar çok fazla hata vermesi, yazdıklarıma ulaşamam ve yenisini yazamamamdan kaynaklı. Özürler.. Size dün verdiğim listede belirtmediğim bir nokta, filmlerin o sıra ile izlenmeyeceği idi. O yüzden de kusura bakmayın. Özür faslını geçerek ilk filmlere gelelim. Günün filmi, gelse de sinemaya gitsem diye beklediğim ama sonucunda tabii ki de gitmediğim The Lone Ranger idi.

Filmi neden merakla beklediğimi hatırlamıyorum ama. Beynime oyun oynamış olsalar gerek. Zira ne kovboy severim, ne kızıl derili, ne tren, ne toz, ne çöl ne de haydut... Hiç benlik değil bu filmler. Komikli şakalı sahneleri haricinde çok sıkıldım. Eğer siz de komikli şakalı kovboy filmi sevmez iseniz es geçebilirsiniz.

Filmin çok sevmediğim yanı var ama sevmememdeki esas sebep Rebecca karakterinin çemçük ağzı idi. Her an içinden alyen çıkabilecek gibi, farklı yerlere oynayan kaslara sahip iğrenç ötesi dudaklara sahip bir karı tarafından, aynı iğrençlikte bir karakter olmuş.

Ama ne yalan söyleyeyim, at harikaydı. Favorimdi.

Resim 1.1 ve 1.2: The At

Ayrıca Conidepin manyaklıkları da tabi filmi izlettirir, bir yere kadar.

Resim 1.3 ve 1.4: Conidep ve guşu

En sevdiğim sahnesi atlı sahneler idi.

En sevdiğim diyalog da Tonto ve John Reid arasındaki son diyalog idi. Deneme amaçlı videosunu koyuyorum, olmaz ise ertesi gün düzeltirim.



İkinci günün filmi Monsters University. Bütün film boyunca "Biz de okuduk..." demezseniz sizi tanımıyorum demektir. Canavarların bile üniversitesi bizimkilerin toplamı x 233456 idi. Eğlenceli güzel bir film işte o kadar.

Ama bazı canavarlar daha bi güzeldi sanki.

Resim 2.1 ve 2.2: Şirinlik müessesesi.

"İşinde başarılı olmak istiyorsan okulundan atılacaksın" mottolu amerikan filmlerinin bir yenisi. Hala anlamam neden böyledir... 

En sevdiğim karakter sınava girmeden bardaklar dolusu kahve içen öğrenciydi.


En sevdiğim söz de Sully' nin korkutucu suratları çalışırken Mike'ın dediği "o surat, şu surat, yeni uyanmış suratı" lafıydı. Espirili şakalı...

İki günün filmi de fena değildi. İzleyebilirsiniz, izin veriyorum.