28 Aralık 2013 Cumartesi

Yeni Yıl Kararları

Hayvani boyutlarda sıkıcı bir yılı daha atlattığıma göre oturup hakkında dert yanabilirim. Ve sürekli bir şeylerden şikayet eden birisi olarak iğneyi kendime batırma vakti. Bir hesap yapmam gerek kendim ile alakalı.

Aslında bir yıl çok sakin geçti. Kuş uçsa "oo aksiyoon" diye tepki verir oldum. Ama bana öyle geliyor ki deli gibi bir yıl yaşadım, çok yoruldum. Oysa, evde çeviri yapıp okul meselesine dert yanmak ve film izlemek dışında pek bir şey yaptığım söylenemez.

Mesele şu ki bu yıl kendimi ben yordum. Çok fazla. Yaptığım işten dolayı değil, tamamen duygusal. Zaten istediğim işi yapsam böyle yorulmam, yorulsam da böyle söylenmem. Son iki yıldır (belki daha uzun süredir) çok da parlak günler geçirmedim, tek sebebi de benim takıntılarımdı. Yani ortada kesin bir sebep de yoktu. Ama gel onu bir de bana sor. Hiç bu kadar üzülüp, kırılıp, korktuğum bir dönem daha olmamıştı. O yüzden yapacağım planlar genelde kendimi kasmayacağım, keyif yapmaya odaklanacağım şeyler üzerine olacak. Keyif yapmak için plana ihtiyaç duyan bir insan da tanımadım demezsiniz. 

Neyse başlıyorum.

1. İlk olarak, daha az endişe etmek. Derdine düşmemek. Hiçbir şeyin, hiçbir kimsenin derdine düşmemek. Eğer karşıdaki kişi benim kadar önemsemiyorsa ben de önemsememek istiyorum. Umarım 2014 içinde kendimi bu konuda geliştiririm. Çok sıkıntı çektim, sebebi de bu kaygılar, endişeler. Konu ne olursa olsun kendimi sıkmamak, zora sokmamak, korkmamak ilk hedefim. Bunu yaparsam zaten gerisi kendiliğinden gelir. Farkındayım.

2. Daha az yemek yemek. Burada bir itirafta bulunayım. Benim annem çok ısrarcı bir insandır. Söylemesine gerek yok, istediğini yaptırmada bir numara. Karşıdaki istemiş, istememiş, ihtiyacı var yok farkında değil. Kendince insanları mutlu etme yolları var (mutlu ettiğini sanıyor yani), onlardan şaşmıyor. Mesela kendisi, benim doktorda kolesterolümün yüksek olduğunu öğrendiğinde keyfimi yerine getirmek için Abuzer'in Yeri' ne götürmüştü (bkz. Dürüm Sarayı). Ankaralılar bilir nasıl bir yer olduğunu. 

Annem benim mutsuzluğumu yemekle atlatacağıma inanıyor. Bir yıldır daha gözümü açmadan kahvaltı masasına oturtuyor. Öğlen vakti yine yemek de yemek diye zorluyor. Kahve içiyoruz ille yanında bir şey olacak. Akşam ille o sofraya oturulacak.

Tamam normal olan o. Ama yemekler ağır. Yememem gereken şeyleri yapıyor sürekli. Sürekli bir et, sürekli bulgur, köfte.. Ve halt ettin yemek istemedin diyelim. Öyle bir bakıyor ki, tarifi mümkün değil. Diyorsun ki "Allah belanı versin Dilara, uzatma, ye şunu git zıbar". Bir kere kahvaltıya oturma bakalım, bütün günü sana zehir ediyor. 

Ben Ankara'ya ilk geldiğim yıl, ailesiz yaşadığım o güzel, mükemmel ötesi yıl 46 kiloydum.

Şimdi 55.

Ve bu 55, benim kendime dikkat ettiğim halim. Arada diyetisyene gittik bu kolesterol için. Diyetisyenden sonra 50 kilo oldum ama bu aralar azdı gene.  Ben en son ne zaman açlık hissettiğimi hatırlamıyorum. O derece...

O yüzden daha az yemek yemek hedefim. Aç kalayım amk. Ölmem sonunda. Yemek yemeyeyim, öğün atlayayım. Midem dinlensin, kolesterol gerilesin. Ne bileyim bir hafifleyeyim ya. Geceleri mide ağrısız uyuyayım. Stresten de değil yani, sadece yemekten.

3. Bilgisayarım yokken şarkı dinlemeyi kesmişim, farkında olmadan. O kadar çok dinlemediğim şey var ki. Bu yıl sürekli o dinlemediklerimi elden çıkaracağım. Hatta bu konu ile alakalı çelınc bile yapabilirim. Filmlere yaptım, müziğe neden yapmayayım...

4. Para hesabı yapmamak. Tamam hayvan gibi para harcamayacağım ama hesabını da tutmayacağım. O işi abime devrettim noterle. :D

5. Resim çekmek, çekilmek. Hele, oraya gittiğimde ilk işim adam gibi bir telefon almak olduğundan, o telefonla her dakika resim çekmek ve çekilmek istiyorum. Artık 2008' den kalan resimleri profil fotoğrafı yapmak istemiyorum. Bir de resimlerde gülerek poz vermek istiyorum. Buna daha dikkat edeceğim.

6. Blog yazılarını daha düzenli yazmak. Mümkünse, her hafta belirli bir gün içinde yayınlamak. Düzen şart.

7. Belki inanamayacaksınız ama bu yıl insanlarla çıkmayı düşünüyorum. (Daha önceden hayvanlarla çıkmışım gibi oldu aksljdfhgdkh) Yıllardır şu okul olsun, şu iş bitsin, şu geçsin falan diye kendimi geride bıraktım hep. Bu yıl bu konu hakkında daha girişken olmayı düşünüyorum. Hani zaten çok fazla çıkma teklifi alan birisi değilim zaten ama benim de kimseyi cesaretlendirdiğim söylenemez. Onun da farkındayım.

8. Bol bol bisiklete binmek. Mümkünse oradaki o alışma dönemim biter bitmez bir bisiklet almak. Bisiklete binmeyi öğrendiğimden beri gördüğüm en mutlu rüyalarımda hep bisiklete biniyordum. Valla bisikletsiz geçen yıllarıma çok acıyorum.

9. Daha paylaşımcı olmak. Her konuda. Son iki yıldır (hep ne olmuşsa o iki yılda olmuş amk) ciddi anlamda kendimi her konuda her şeye karşı kapatmışım. Bencil bir insan oldum. Derdim kendimi düze çıkarmaktı çünkü. E artık o olduğuna göre, tekrar insanca davranabilirim demek.

10. Sakin olmak, rahat olmak, bol bol gülmek, umursamamak, boğaza bir şey düğümlenmeksizin (globus histericus) gelen huzurlu bir uyku, neşe, bol bol gezmek, yeni yeni insanlarla tanışmak, uyumlu olmak. Her an bir bokluk olacakmış gibi düşünmeden yaşayabilmek.

Evet olan istekler bu. Geneli aynı doğrultuda zaten fark etmişsinizdir. 

Bir kere okuldayken, asansörde tanımadığım bir çocuk bana "sen hiç gülmez misin" diye sormuştu. Bu yıl o algıyı gerçekten kırmak istiyorum. Daha az şikayet, daha az endişe, bol bol mutluluk, bol bol huzur... Hepimiz için...

23 Aralık 2013 Pazartesi

Los Angeles Ev Kirala(yama)ma Durumları

Son bir kaç yıl içerisinde ortaya çıkan gergin yapımdan ötürü bu sıralar çok çekiyorum. Çünkü bu Los Angeles insanları acayip rahatına düşkün, hiçbir şeyi umursamayan insanlar ve ben buna SİNİR OLUYORUM!!!

Kasımın başından beri ev bakıyorum. Sadece ev de değil, kalacak herhangi bir yer. Okuldaki yurtları kullanamıyorum maalesef, bir bokluk var o işte zaten. Ama okuldakiler de pek yardımcı olmadılar şu ana kadar zaten. Tam bir bilgilendirme alamıyorum hiçbir konu hakkında. Kasımın başında okulda benimle ilgilenen adama sordum nerede kalacağımı. Daha vize falan almadan. Çünkü adam gibi kalacak bir yer ayarlayamadıktan sonra gidip orada ne bok yiyeceksin yani bu kadar bariz. En önemlisi kalacak yer ya ötesi var mı? Adam o zamanlar "Daha erken", "Bulursun, halledersin" falan diye geçiştirdi. Şimdi diyemiyorsun "Ulan gerizekalı zaten bir mailime haftada bir cevap alırsam kendimi şanslı hissediyorum, önününzde Noel tatiliniz var ne bok yemeye zaman bulup da ben buradan bir şeyler ayarlayıp orada ev bulacağım?" diye... Kaldı ki bir yer ayarlayamadım buradan kalacak, orada ne bok yiyeceğim uçaktan inince? Sonra bu adam ne yaptı? Tuttu noel arefesi mail attı "buldun mu kalacak bir yer" diye. ........................

Memleketlerinde özel yurt kavramı yok. Bu öğrencileri yerleştirme mevzusu ile uğraşan bir takım insanlar var zaten onlar da Türk. Yurt murt yok ya... 2 tane mi ne var okul etrafında özel yurt. Birisi zaten direkt Jungle, güçlü olan yaşar modunda. Aylık temizlik ve yemek yapma zorunluluğu var sadece kendine değil, orada kalan herkese... Ve istediğin bir odada kalamazsın, öncelik senden önce o yurtta kalanlara. Kıdem işi yani.

Kısa süreli kalacağım yerde yemek de var ama biraz pahalı geldi bana. Ben karar verene kadar yurt doldu taştı bana yer yok zaten artık.

Bir yer daha var hiç resmi falan olmayan. Tamamen sürpriz, gidince bakacağım.

Esas kalmak istediğim yer ise atarlı ergenler tarafından yönetilmekte (bkz. sorority girl), o konu ile ilgili daha ayrıntılı şeyler yazabilirim ilerideki durumlara bağlı olarak. Ona da gittiğim zaman bakacağım. Bir bakmışsınız bu yaşımdan sonra Sorority kızı olmuşum. ASDFADFSAD

Evlere bakıyorum, acayip pahalı yahu. Tek kişilik odayı unut zaten, rüyanda bile göremezsin. Tek kişilik adam gibi bir odan olsun istersen en azından 1000 dolarını gözden çıkaracaksın ona da elektrik, su, internet dahil olmayabilir yani... 1000 dolar vereceksin ayda, eşya alacaksın içine, temizlik, yemek, of bir ton şey. Bilmem ki değer mi... Sanmıyorum. Ama önümüzdeki haftalarda gelecek olan çeviri paralarına da bağlı tabii bu durum. Belki kendime lüküs bir hayat sunabilirim.

Bir de daha ilk başından hiç tanımadığın insanlarla ev paylaşmak bana ters geliyor. Yurtta biriyle anlaşamasan öbürü var, yemek ya da temizlik derdin de ev kadar değil. Yurt istiyorum, yurt istiyorum diye solacağım daha gitmeden. Zaten evler rezil ya. Bildiğin yazlık ev. Nefret ederim öyle beyaz, kapısız, dangalak evlerden. Nerede o süslü evler lan? Nerede o tuğlalı stüdyo daireler? Sırf dalgasına tüm fiyatlar için baktım gene de bir tane bile tuğlalı stüdyo bulamadım ya. Tutacağımdan değil de yani.. İstesem de bulamazmışım demek ki. Bir evde boydan boya aynalı gardroplar var, aman yarabbi, gece kalkıp adam öldürürsün, öyle krize sokar adamı o şekilsizlikler.

Bir de size bırakacağım şu resimleri yolluyorlar, evin resimlerini istediğimde. Siz karar verin, bu insanlar ile bir ev paylaşılır mı?

Başlıyorum:
Hmm, güzel tava, hemen evi kiralamalıyım mı diyorlar normalde nedir? Oo beybi süper tava, süper tencere, süper fırın.... Oyhş..






Peki ya bu nedir a dostlar? Bu duş başlığını görüp de eve tav olmayan var mı? Yoo dostum yooo olamaz. Ev dediğin budur!






Ve tabii ki evde lamba da olması gerek. Olmaya da bilir tabi. Ne yapıyorlar? Hemen bir resimle kanıtlıyorlar sana lamba var mı yok mu? Bilmek gerek tabii. Kandırabilirler seni evde lamba var diye, hayallerinle oynayabilirler. Macera dolu Amerika...





Evin neresine ait olduğu belli olmayan kapı köşelerine ne demeli peki? Her eve lazım. Odanın resmini ne yapacağım, bunlar daha heyecanlı... Resim dediğin böyle çekilir Corç. Yıllardır yedin kendini bitirdin "... Photography" diye. Fotografi budur!




Ayrıca sesinizi duyar gibiyim "Ya bu evin penceresi yoksa" diye. Olmaz olur mu? Kanıtlarla ortada her şey. Bkz. Soldaki resim.

Ve işin en kötü tarafı, bunlar, aldığım en düzgün resimler. En düzgün ev bu sanırım. Gidip görmeden de bir şey diyemem tabi ama durum ortada. Çok umutsuzum ev bulma konusunda. Gidip gör, gidip gör diyorlar da o zaman da dünyanın en güzel evini bulmayacağım garanti.

6 Aralık 2013 Cuma

Siyah Giyen Adamlar

Hep aynı kıyafetleri giyen insanlara çok özenmişimdir. Millet orta okul ve lisede çıldırırdı niye bir örnek giyiyoruz diye. Ben severdim lan manyak gibi. Hatta kızlara pantolon o zamanlarda çıkmıştı bir kere bile pantolon giymedim. Sonra Ankara' ya geldim, aynı kıyafet üst üste iki kere giyilmez dediler. Ciddi olamazsınız dedim. Valla dediler, alay ederiz, aşağılarız. Kendimi o zaman o kadar yetersiz hissetmiştim ki tarifi mümkün değil. O zaman üzülüyordum ama son zamanlarda fikrim o kadar değişti ki...

Ben hala her gün aynı kıyafeti giyememe konusuna takığım. Ama artık bıraksan hep ne giyerim diye düşündüğümde de giyecek bir şey bulamıyorum. Öyle bir şey bulsam var ya artık kimseyi dinlemem giyerim.

Hayrettin Amca' nın meşhur kırmızı kazakları gibi...

Hatta aklımda olan hep siyah giymek. Ben bir tek bende var bu takıntı sanıyordum ama bir sürü insan kendini sadece siyah giymeye adamış. Bu kişileri önce aşağılamışlar, kendine güveni yok demişler, zevksiz demişler ama sonra yavaş yavaş kabullenmişler. Bir bir sadece siyah tasarlayan modacılar çıkmış, editörler siyah giymeye başlamış falan. (Vogue' da okuduydumdu)

Zaten mini siyah elbise gibi bir gerçek varken kimse siyah giyene zevksiz diyemez, çarpılır.

Aklınıza sadece karalar bağlamak gelmesin. Giydiği şeylerden bir tanesi mutlaka siyah olanlar bunlar.

Ben siyaha alışkınım, kendimi daha çok beğeniyorum siyah giyince. Daha güvende ve güçlü hissediyorum. Resmen bana güç geliyor siyah giyince. Tercümanlığın son yılında hatırlarsanız hep siyah giyiyordum, niye? Tüm o sevimsizliklerle başa çıkabilmek daha kolay olsun diye. Özellikle de Sultan'la aynı dersimiz yok ise giyerdim.

Siyah giyince bütünlenmiş hissediyorum. Her şey gözüme daha kolay, daha güzel geliyor. Böyle bir boyum uzuyor sanki bir güç geliyor işte. Enteresan bir hissiyat.

Ama şöyle bir dezavantajım var. Ayıla bayıla, salya sümük baka baka öldüğüm grunge tarzını ne zaman takip edecek, ne zaman üstüme başıma o tarz kıyafetler geçirecek olsam on yaş gençleşiyorum. Zaten ufak duran birisi için (hala kapılarda kimlik soruyorlar ibneler) pek güzel bir hissiyat uyandırmıyor. Böyle sanki öyle giyinmek için geç kalmışım gibi. Hep öyle hissettim tüm hayatım boyunca. 7 yaşındayken saçlarımı iki yandan at kuyruğu yapmanın çocukluk olup bana yakışmayacağını veya pembe giymenin bebek işi olduğunu düşünürdüm. Kimse de "olur mu öyle şey güzel evladım" demedi açıkçası. Ve hala "O ne öyle bebe gibi" mentalitesinden çıkamamış bir vaziyette kendime istemeyeceğim kıyafetler seçerken buluyorum kendimi.

Bir de siyahın çeşidi var. Mesela Yozgatlı siyahı denilen bir şey var ki tam olarak şu yandaki resim. Ablacım olmuş mu o dedirtir. Böyle giyemezsin. Anasının kuzusu balık etli bir bağyan olduğum için resmen korkulu rüyam. (Resim de kiminse alla belayı versin) Bir de bunun üstüne deri ceket giyerler o zaman Çorum stayla yelken açmış olurlar. Çakma sarışın değil, platindir saçları, dipleri üç aylık gelmiş kara kara durmaktadır ama kendilerini bir Taylor Momsen görürler, bir Hilary Duff, bırakırlar öyle.. Gözlerinde hayvani bir siyah eye-liner vardır böyle kaşlarına kadar giden...

"Büyümüş iş kadını olmuş" siyahı var bir de. Girsem mi girmesem mi bilemedim yahu. Ne giyerse giysin altta kalın siyah opak çorap, off.. Neyse.

WeHeartIt siyahları var bir de. Anoreksik kızların yırtık siyah çoraplı, bereli - şapkalı, üzgün fotoğraflarından anlaşılan... Bazen de 50 santim topluklu botlarla giyiyorlar bu siyahları (o botlar da meşhurmuş ama bilememdim ben, anlamam öyle şeylerden).

Siyah ile ilgili henüz oturtamadığım mesele de aksesuar ki önemli bir nokta. Zira siyah her türlü aksesuarı kabul etse de benim bünyem aksesuarı sadece alışverişte sever. Ne takarsam takayım eksik kalıyor gibi, kime baksam dolduruyorlar elleri kolları bilerziklerlen yüksüklerlen. Ben taksam ağaya gelin gitmiş 13'lük köy güzeli gibi oluyor. Ya da benim algım öyle işte, yakıştıramıyorum bir şeyleri.

Siyah bir yüzüğüm vardı hatırlarsanız, hiç çıkarmadığım, takmadan çıkmam dediğim. Kırıldı, yenisini aldım ama eskisi gibi kaliteli bir şey değildi, alışamadım. Üstelemedim, vazgeçtim imza olarak. Bir tek siyah saatim var her yerde taktığım, onun dışında hala arayıştayım.

Bu arayışı lise zamanı yapsaydık şimdi böyle olmazdı. Lise sona kadar bir örnek giydirdikleri için ve liseye gitmek dışında bir sosyal hayatım olmadığı için giyinmeyi hala öğrenemedim.

Vaay, yazıya üniformaları severek başladın ama küfrederek bitiriyorsun diyeceksiniz. Deyin lan valla. Ne dengesiz bir insan oldum ben öyle..

Bir de o kadar grunge' dır bilmem nedir diye takılıp dışarı çıkarken hala anne tarzı blazer kot ikilisiyle çıkmama ne demeli? Bazen tam bir Jamiryo...

1 Aralık 2013 Pazar

İnternet radyosu

Lastfm üyeliğini o kadar çok sevmiştim ki. Millet alay etti, çakma yollar gösterdi bedava dinlemek için. Ama üyeliğin bir klası vardı. Tarif etmesi zor. Abonesin işte. Bir ağırlığı var.


Yok fizy kullan yok bilmem ne diyenler de çok hafif geliyordu. Grooveshark bir tek lastfm ile yarışabiliyordu ama yılların alışkanlığını o bile yenemezdi.

Bir anda kestiler Türkiye yayınını. Ortada kaldım. Tamamen ortada kaldım. Abartmıyorum bunları söylerken. Zira ekmeğini tercümeyle kazanan bir insan olarak beni bilgisayar başında saatlerce tutabilecek bir şeylerin arayışına giriyorum doğal olarak. Kimisi sigara içer, kimisi şarap, kimisi bol bol kahve.. Herkesin kendi yolu var çeviri yaparken. Benimki de lastfm idi.

Lastfm varken günde çevirdiğim ortalama sayfa sayısı: 25
Lastfm yokken günde çevirdiğim ortalama sayfa sayısı: 5

Arkada açacaksın radyonu, dinleyeceksin. Bir sonra ne çalacak merakı zaten seni başında tutuyor. Neyse ki Spotify geldi. Spotify birçok bakımdan daha iyi lastfm'e göre. O kadar lastfm seven ben bile bunu söylerim rahat rahat.

Gerçi hala alışma dönemindeyim ama çevirdiğim sayfa sayıları arttı şimdiden. Günde 10 sayfaya çıktı. Gerçi lastfm zamanı elimde teknik çeviriler vardı hep, teknik çeviriler daha hızlı ilerliyor bir sebepten ötürü. Şu aralar elimde makaleler var. Daha kolay gözükse de daha fazla zaman alıyor yine 'bir sebepten ötürü'.

Bir de yeni yeni dikkatimi çeken bir şey var. Ben hep folk radyosuyla çalışırsam daha hızlı ilerliyor diye düşünürdüm hep. Ama öyle değilmiş. Brit pop radyosu beni daha ayık tutuyor. Folk bir süre sonra bayabiliyor ama brit pop baymıyor. Dikkatimi koruyor.

Brit pop candır. Spotfiy daha da candır.


Dipnot: Tüm bu gelişmeler gene çeviriden kaytarıp buralara kütük gibi yazı döşemekten alıkoyamıyor. O teknoloji henüz gelişmedi.

29 Kasım 2013 Cuma

Hatırlayamadım

Şu dünyada en sinir olduğum insan topluluğu önceden tanışmış olmana rağmen "pardon çıkaramadım" ayağı çeken insanlar.

Diyelim ki ayak üstü, kafan 1500, yanından arkadaşının dıdısının dıdısı geçmiştir, tanışmışsındır ama hatırlamanın imkanı yoktur. Onları anlarım, herkesin başına gelmiştir. Ama normal bir tanışmadan sonra hatırlayamadım deme gibi bir saçmalık olamaz. Böyle bir şeyin olmasının imkanı yok.

Birebir yüzyüze tanışıyorsun. Aradan çok vakit geçmeden tekrar karşılaşıyorsun. Karşıdaki hasba seni tanımıyor. Olacak şey değil.

Birincisi öyle unutulabilecek default bir bünyem yok. Hiçbir şeyimi hatırlama, saçlarımı hatırlarsın. Herkesin vardır ilk görüşte hatırlanacağı bir özelliği.

İkincisi kimse senin süper ötesi popüler her gün yüz kişiyle tanışıp on bin facebook arkadaşı ekleyen biri olduğuna i-nan-maz! Doğru değil çünkü. Ne mal olduğunu biliyoruz. Havan kime? Kimi kandırıyorsun? Gören der oscar ödüllü royal pezevenk, oscarını götünde saklamış da tebaasına karışmış.

Haaaaaydi diyelim olmaz ya unuttun. İnsanlığını da mı unuttun bre? Hatırladım de geç. Madem unuttun daha niye yüzüne vurup "çıkaramadım" diyorsun? Amacın nedir senin göt? Tek yaptığın karşıdakinin moralini bozmak. He de geç. Sakin sakin.. Belli ki muhabbet kısa sürecek. Uzatma. Karşıdakinin de sinirlerini oynatma.

Yok hatırlayamadım, yok çıkaramadım bildiğin piçlik ürünü. Sırf domuzluğuna, şeref yoksunluğuna yapılan bir tavır ürünü. İbneliğini, karaktersizliğini yansıtmanın bir başka versiyonu.

Yemeyin, yedirmeyin.

24 Kasım 2013 Pazar

Tüm Manyak Öğretmenler

Böyle gaza gelip öğretmenler gününü kutlayanlar, hep iyi dilekler paylaşanlar çok acayip gelmiştir bana. Bilmiyorum siz nerede büyüdünüz nasıl okullara gittiniz ama benim öğretmenlerimin onda dokuzu ruh hastasıydı.

Mesela ilkokulda bir tane iyi öğretmenim oldu (3 tane farklı öğretmen + günübirlikçiler) o da ilk iki yıldan sonra bizi bırakıp gitmişti. Yerine gelen kadın, sınıftaki bir çocuğun annesiydi ve resmen erzimizi o yıl orada sikti attı. Bildiğim kadarıyla sınıfın yarısı dağılmıştı 3. sınıftan sonra. Hiçbir şey öğretmedi, tüm dersler boş geçerdi. Üstüne bir de gereksiz yere çok döver bazı çocuklar haricinde herkese ama herkese kötü davranırdı.

Daha sonra başka bir okula gittim. Oradaki hoca da aynısını yapardı. Sınıfta Ece diye bir kız vardı. Ece de Ece. Gerisini sik at. Ece var yeter. Ece şarkı söyler, Ece soru çözer, Ece güneş gibi parlar. Biz varoşlardan gelme Maria la del Bario, Ece adeta Kraliçe Viktorya. Bir kere bir dershanenin deneme sınavına girdik il genelinde. Ece 50lerde bir derece yapmış. Hoca da sordu daha iyi yapan var mı diye. Ben 36. olmuştum o sınavda hiç unutmam (iyi bir indirim sağlamışlardı çünkü), söyledim hocam böyle böyle diye. Suratıma baktı, arkasını döndü gitti masasına oturdu. Hiçbir şey söylemeden. Çocuksun, başarının böyle karşılanması nasıl ağrına gidiyor anlatamam... Bir de bu Ece'nin erkek versiyonu vardı kendisi hakkında bir şey yazıp facebookta kendime tekrar musallat etmek istemiyorum - o kadar acayip bir yaratığa, psikopata bağlamış bir kişi.

Bu kadın bizi her gün iki posta döverdi. Şikayet etmek kimin haddine. Öyle saçma sebeplerden her şeye döverdi ki anlatamam. Bir kere din kültürü hocası gelmemişti, duayı okutacağım diye tutturdu. Ama okuttuğu duayı kendisi de bilmiyordu. Bütün sınıfı abartmıyorum BÜTÜN sınıfı sıra dayağından geçirdi duayı yanlış okuduk diye. Kadın 5. sınıfının ikinci döneminde hiç ama hiç ders işlemedi sadece yıl sonu gösterisine prova yaptırdı bütün bir dönem. Kimse de çıkıp bir şey demedi. Bir dönem Ece'nin karga sesiyle şarkı söylemesini dinledik her ders.

Sonra bu kadın öldü. Gram üzülmedim, onca dayaktan sonra hakkımı helal etmemi de kimse beklemez sanırım.

Ortaokul hocaları fena değildi. Matematikçi haricinde. Belki o hocalar o kadar kötü olmadığındandır ki hala rüyamda okul gördüğümde sadece ortaokulumu görüyorum.

Ama lise... Offf lise. Okulun ilk günü müdür yardımcısı herkesi "Hoooo, hooooo, öğrencileeer" diye çağırmıştı sıraya sokmak için. Annem de yanımdaydı. Herkesin ailesi yanındaydı. İnsanların düştüğü o durumu, o suratlarındaki ifadeyi anlatamam. Daha o dakikada büyükbaş hayvan olduk. Lisenin sonuna kadar da öyle muamele gördük. Her türden psikopat vardı. Atatürk düşmanı inkılap hocasından tut, şizofren edebi metincilere... 'Hocam kendimi iyi hissetmiyorum' diyen kıza çemkiren ve kızın orada kalp spazmı geçirmesine rağmen blok ders bitene kadar dışarı çıkarmayan hocaya.. Hiç hatırlamak istemiyorum o dönemi.

Üniversite hocalarını zaten her gün görmüyorsun. Adam gibi iletişim kurduğum çok az hoca vardı. Belki çok iyi hocalardı ama biz o iyiliklerini çok göremedik. Çok nadirdir, bir ikiyi geçmez.

Polonya' daki hocalar da ayrı bir manyaktı. Onlar da kendi topraklarının manyaklarıydı. Bir Harry Potter vardı mesela, konuşunca kendisinin engizisyon mahkemelerinin ne kadar gerekli olduğuna dair düşüncelerini duyardık. Bir tanesi, haftalarca hazırlanıp harika bir sunum hazırlamama rağmen başkasının ödevinin çakmasını getirip geçiştirene daha yüksek not verirdi. Sebebini hala anlayabilmiş değilim. Böyle düşman birisini hiç görmemiştim.

Şimdi merak ediyorum yenileri nasıl olacak. Ne zaman 24 kasım gelse aklıma gelen tüm o kötü anıları silebilecek cinsten mi, yenilerini ekleyecek cinsten mi?

Böyle insanlar o sevimli hocalarına nasıl övgülerde nasıl iyi niyetlerde bulunuyorlar ben hiç algılayamıyorum. Öğretmenlere ait çok kötüden fena değile kadar olan aralığı süpere kadar çıkarmayı çok isterdim. İsterim ki hep iyi andığım hocalarım olsun 'fena değil' hocalar değil...

20 Kasım 2013 Çarşamba

Youtube Kanalları

Çeviriden iki saniye başımı kaldırıp bir yazı yazabilmeye fırsatım olabildi sonunda. Pek güzel bir yoğunluk yaşıyorum şu aralar. Gerçi paralar gelmeden gidiyor ama olsun. En azından o yılların belirsizliği kalktı ya... Daha ne olsun.

Amma para harcadım yahu, daha gitmeden. Ona para buna para, hala ders seçmedim bir de onu düşün...

Bu arada Orange is the new black diye bir dizi var. Ömrümde böyle sıkıcı bir dizi izlemedim. Ama hala inatla izliyorum. Merak da ediyorum ne olacak. Laura Prepon ne yaşlandın ablacım ya üzüldüm haline...

Neyse yeter bu kadar kuru gürültü. Size yeni bir liste hazırladım. Youtube' da çok fazla vakit geçirdiğim için sizlere aboneliklerimin listesini yaptım, ufak açıklamalar ile. Enjoy.

Not: İngilizce gerektiren videolar sık olsa da gerektirmeyeni de yok değil...


1. Jenna Marbles

İzlemeyen var mı hiç sanmıyorum ama Jenna internetin kraliçesi idi bir vakitler. Her hafta çarşamba (genelde perşembe diyelim biz ona) videolar yükler ben de ağzım açık izlerim. Manyak gibi tespitlerinin, acayip güzel esprilerinin ve her hafta Spiderman' e selam çakmasının yerini bu aralar sıkıcılık aldı (sevgilisinden ayrıldığından beri çok az komik video koydu). Ama bu aşağıdaki, son zamanlarda koyduğu en güzel videolardan birisi mesela:



2.Kingsley


Kingsley'i şu resimden bilirsiniz. Bu kadar komik bir adam daha dünyada yok. Really B Really diye bir skeci var ki dillere destan. Overexposed videoları ayrı bir olay zaten. Bir de her hafta kendisine sorulan acayip soruları cevaplıyor.

Hatta geçenlerde duygulanmış, kendisine atılan ciddi soruları cevaplamak için çarpık suratlı bir kız ile birlikte yeni videolar hazırlamıştı. Ama tutmadı sanırım. Tutmaz çünkü, ciddi sorulara mantıklı cevaplar verebilecek türden adam değil Kingsley.

Kingsley komik, Kingsley gırgır... 13 yaşındaki bebelerin erkek arkadaş problemleri ile kendini boğmamalı. Ki daha da yenisi koymadı o videolardan sanırım.

Ve aşağıda da tam Kingsley espirileri yumağını göreceğiniz bir video...
Not: Kingsley bağırır.


3. Nigahiga

Ryan Higa ve kankaları manyak manyak videolar çekmede bir numara. Burada batesmotelpro ne ise orada da onlar. Tabii şimdiye kadar hiç reklam içerikli videoları olmadı. Ama kendi uydurdukları (veya hep orada olan ama kimsenin yüzüne bakmadığı) eşyalara reklam çekmişleri çoktur. Ryan hayvan gibi hızlı konuşur ama hiç takip etmene gerek yok. İzleyerek de acayip eğlendirebilir. Bir keresinde fruit ninjayı canlandırırken burnunu katana ile kesmişti kendisi...


4. Community Channel

Sakin, cool ve komik insanlar ailesinden Natalie... Harika videolar koyuyor. Bazen kafası atıyor hiçbir şey koymuyor. Ama koydu mu iyi koyuyor (videoyu). Kesinlikle izleyin:



5. Screen Junkies

Ya da sadede gelince direkt Honest Trailers. Filmler hakkında herkesin düşündüğü tüm gereksiz sıkıcı ayrıntıların anlatıldığı ve oyuncular ile dalga geçildiği videolar. Starring' leri ayrı bir harikadır. Bir ara tüm canavarlara Lindsay Lohan derlerdi. Şakalı güldürülü...


6. CrazyRussianHacker

Akla gelmeyecek MacGyver'lıkları ile meşhur bu herifi mutlaka izlemenizi öneririm. Amerikan talk showlarından birinde görmüştüm ama hangisi hatırlayamıyorum.


Beyler burada ayrılabilir, yolumuza makyaj videolarıyla devam edeceğüm çünkü... Buradan itibaren evrim geçiren ablalar mevcut.

7.  NikkieTutorials

Makyaj videolarını izlediğimi söylemiştim. Özellikle birkaç kişinin videolarını hiç kaçırmam takip ederim. Nikkie hayvan gibi komik bir insan olabiliyor bazen. Yaptığı makyajdan çok esprileri için izler oldum kendisini:

8. Pixiwoo

Bu da makyaj ile ilgili. İki kız kardeş, ikisi de çok iyi. Hep ünlülere çalışan tipler bunlar. Youtube videoları sırf reklam için. Esprili değiller ama çok güzel şeyler çıkıyor bu ablalardan. Özellikle biraz daha gotik olanından. Bir ara kafayı takmışlardı tüm Bond kızlarının makyajlarını yapmaya... Bazen de İngiliz kız gruplarının suratlarını yapmaya çalışıyorlar.. Dediğim gibi %100 reklam, ama güzel akıllar alabiliyoruz kendilerinden. Bir de bu kadar çirkin insanların bir anda dünya güzeline dönmesi yüzünden izliyorum...


Ha bir de bu aileden Tanya Burr var, onu da bu araya sıkıştırayım. Çok neşeli, çok canlı bir kız Tanya. Bu pixiwoo kardeşler bu kızın görümcesi. Yedikleri içtikleri ayrı değil. Yaptıkları makyaj da genelde aynı oluyor. Ama Tanya' nın kullandığı ürünler daha kendine has, daha az reklam vari (gerçi kendisi Benefit için çalışıyormuş ama hiç ille de Benefit diye bir şeyini görmedim bugüne kadar)... Çocuk gibin..



9. Gossmakeupartist

Wayne Goss mükemmel ötesi makyaj yapan bir adam. Gay de değil üstelik. İşinin ehli, harika ipuçları veriyor. Hele bir de işi bitirip giderken göz kırpması yok mu... Adamın resmen imzası. İngilizcesi olanlara daha faydalı, pixiwoo veya nikkietutorials gibi sadece izleyerek öğrenebilmek biraz daha zor tabi, ama tüm bağyanlara tavsiyemdir. Çok fazla makaj göstermez, genelde akıl verir. Akil adamdır Wayne... Arada bir sevgilisine yapar makyaj bu da onlardan biri:


10. Lisa Eldridge

Lisa abla makyajın kraliçesi. Tüm holivud çakık tahtaları bunun torna tezgahından çıkma... Her makyajına, bu makyajı bilmem kime bilmem nenin kapağına çıktığı zaman yaptım falan diye başlıyor. Çok güzel yapıyor, sade, rahat. Ama kullandığı ürünler epey pahalı olabiliyor. Farkında değil çünkü o kadar zengin ki. Sanıyor herkes alabilir... Ona göre herkes şanel...


Bir tek bunları izlemiyorum ama arada seçtiklerim bunlar. Bir de geçenlerde ısrarla google hesabını kullan diye bir anda başka boş bir sayfa çıkarınca eski videolardı bilmem nelerdi gitti hep. Zaten gerek de yokmuş dediğim çok şey oldu. Gırgırına geyiğine baktığım şeyler bunlar.

Sizin izlediğiniz komikli şakalı videolar var ise paylaşın derim.

13 Kasım 2013 Çarşamba

Mutluluk Alerjisi

Evet, bende olan...

O kadar uzun zamandır işleri yoluna koymak (kendi yoluma) için uğraşıyorum ve o kadar uzun zamandır o işler yoluna girmiyordu ki, şimdi her şey gerçek dışı geliyor.

Aynı olay Polonya' dan geldiğimde olmuştu. O kadar sıkıcı, moral bozucu bir ortam ve zamandı ki, geri geldiğimde iki ay boyunca her gece kabuslarla uyandım. Rüyamda hep oradaydım ve Türkiye' ye geri gelemiyordum.

Şimdi de sanki uyanıkken o kabusları görüyorum. Sanki her şey bozulacak, mahvolacakmış gibi. Kendime olmayan sorunlar yaratıyorum. Mesela bir önceki yazıdaki gibi.

Ne olabilir ki en kötü gider bir otelde kalır, kendime kalacak yer bakarım. Bu kadar basit. Ama ama ama öyle hissetmiyorum. Sanki dünyanın sonu gelecekmiş gibi, açta açıkta kalacakmışım gibi.

Ya da hiçbir şeye param yetmeyecekmiş gibi, ki ben artık kaç yıldır para kazanıyorum, düşün. Ailem de destek veriyor, onu da düşün. 

Sanki kendimi koyversem, mutlu hissetsem bir aksilik olacak gibi. Bu kadar çok söylenmemek de gerek.

Los Angeles' a gidiyorum lan! Üstelik yeşil sosyete çocuğu da değilim. Hem de kendi paramla. Hem de milletin yaptığı kekoluk gibi dil kursuna gidip de Amerika' da okuyorum demeye değil. Gerçekten okumaya.

Yavaş yavaş hissediyorum o mutluluğu, rahatlamayı. 

Bir de bir sır paylaşayım. Okul açıklanmadan bir gece önce rüyamda Desire' ı gördüm. Gözlerim Despair' i aradı ama yoktu. Sadece Delirium'u gördüm uzaktan.

Sonra da neden Sandman' e düşkünsün. Aha da bu. Sandman her yerde. 


7 Kasım 2013 Perşembe

Son Durum Güncellemesi

Gençler duymayan kalmasın, UCLA öğrencisiyim.

Zira ne zamandır uğraştığımı bilirsiniz. Amerika da amerika diye. Müzik biznıs da müzik biznıs diye.. O kadar uzun zamandır sürüyor ki bu süreç boku çıktı. Bok koktu, gübre oldu, maydanoza can verdi. O derece.

Öyle bir derece ki bu artık heves meves kalmadı, iş inada bindi. Sevinip sevinmediğimi bile bilmiyorum.

Ama oldu sonunda. Zor oldu ama oldu.

Sevin işte ne güzel, gibi bir iç ses var hafiften. Daha büyük bir iç ses de "NE BOK YİYECEN SEN ORADA" diyor. Zira kalacak yer şu anki gündemimde bir numara. Ne yapayım, rahat olamıyorum. Kafamda tam olarak nereye ne zaman gideceğim, nerede kalacağım ve ne yiyeceğimi belli edemeden rahat olamıyorum.

Okulun sağladığı hizmetler (!!!) çok acayip ve çok sınırlı. Elin memleketinde işler "okula yakın" mantığıyla yürüyor. Oysa benim ne üniversite bebeleriyle işim var ne de üniversiteyle. Bir de öyle pahalı ki bu "okula yakın"lar... En ucuzu bin dolardan başlıyor. İnsani şartlarda temiz ufak bir apartman dairesi 1600 dolar asgari... Uzak bir yerden ev tutsan mesela çok daha uygun bulabilirim gibi. Ne anlamı var okula yakın diye o kadar pahalı olmasına? Ne yapacağım ben orada kalıc partisi mi vericem? Milletin suratına penis mi çizicem (bu olay da çok 2012...)? Koli bandıyla duvara mı yapıştırıcam? Okula da yakın olmayıversin. Biz İncek' te mi kaldık?

Hele ki yurtlar. Koskoca şehirde YURT YOK! Vallaha da yok billaha da yok. Okul içindekilerde zaten yer yok. Okul dışında iki tane örnek koymuşlar, onlar da o kadar sahte ki. Belli bir terslik var. Hatırlıyorum bir tanesindeki resimlerden birisini 9GAG' de gördüm... Ayrıca bazıları çok varoş. Böyle birbirine yakın iki yatak görmedim. Ben isterim ki eğer aynı odada birisiyle kalacaksam kolu bacağı ağzıma girmeyecek uzaklıkta olsun. Kısacası yurt da bulamadım. Hostel desen o da iki üç tane amk.. 16 kişiyle oda paylaşmak istersem artık bir çare o var. Onda da en fazla bir ay kalabiliyorsun sonra çıkman gerek.

Başka bir seçenek sun diyorum adamlar error veriyor. Onlara göre çok abes benim istediğim şey. Önceliğim sanki okula yakın olmak zorundaymış gibi onlara göre. Benim anlamadığım, milyon tane öğrencisi var, yabancı hocası var bilmem nesi var, bunlar nerede kalıyor?

Ne zaman gideceğime, gidip gidemeyeceğime, kalıp kalamayacağıma dair kesin bilgileri yavaş yavaş kesinleştikçe paylaşacağım. Siz şuan bana akıl verin ne yapabilirim diye.

25 Ekim 2013 Cuma

Mesleğinde Kaybolmak

Gençler hiç fark ettiniz mi, civarda bir grup insan yıllar boyu okuyup adam olduktan sonra mantığını yitirmekte. Her zaman içinde bulunulan ortamları, insanların zevklerini aşağılama dürtüsü gelişmekte ama bunu "mesleki" açıdan yapıyorlar ya o zaman biz de yiyoruz bunu...

İşinde kaybolup mantıksız açıklamalar yapmanın 3 farklı yolu var. İlki bok atma mevzu:

Bir binayı beğeniyorsun veya bir evi mesela. Evin çok güzel merdivenleri, harika pencereleri, şekilli bir tasarımı var. Yaptırmak istedin diyelim, tut göster bir mimara, bir ton laf sayar sana. İstediğine isteyeceğine pişman olursun. "Önemli olan işlevi... O merdiven yetersiz, o pencere kötü, öyle ev mi olur, kullanışsız, zırt, pırt"..

Lan o adam yapmış olmuş, sen niye bok atıyon? Beğenilmiş ki tutup filmde kullanmışlar, klibe koymuşlar vesaire.. Her şeyi kendi zevkiyle kıyaslamaktan ve karşıdakini kendi işini ondan daha iyi bilmemesinden dolayı hor görmekten dolayı oluşan mesleki deformasyon... İlle o bok atılacak!!!

İkinci tür de adama çektiren cinsten. Muhtemelen ağır uykusuzluktan dolayı saçmalama hali...

Mesela doktorlar. Diyelim ki hasta oldun, hastanedesin birkaç günlüğüne. Serumu dayamışlar sana, ölü gibi yatıyorsun. Yavaş yavaş iyileşmeye başladığında 3 gündür orada yatıyorsun diyelim, susayacaksın. Açlık hissedeceksin, çünkü sen insansın. O serum seni ne kadar beslese de gene aç hissediyorsun, susuyorsun, boğazın kuruyor, aldığın nefes acıtıyor. Ama o insan mı? Değil. Bir yudum su isteyecek olsan "Aaaa o serum sana yeter, suya gerek yok"..........

Bizzat başıma geldi, iki gün hastanede yatmak zorunda kaldım, bir yudum su veren olmadı lan bu laf yüzünden. "O serum seni doyuruyor, gerek yok yemene"... (BUNU DİYEN DOKTOR KEBABI LAHMACUNA SARIP YEDİ)


Her gün serumla doyuyor sanki tipini s*ktiğim... Odalarında götürüyorlar baklava börekleri, hepsinde yağlı vıcık vıcık eller, adamın yediği kebabın kokusu saçına sinmiş, ama sen serumla doyarsın, suya gerek yok zaten vücuduna su gidiyor diyor. He anam babam he. Böyle sanki sen insan değilsin artık ona göre, böyle ot gibi, puşt gibi, mantar gibi bir şeysin...

Buna bir başka örnek de eve gelip televizyon, internet falan bağlayacak olan şahıslar. Bütün gün evde olmalısın, belki gelir... Belki de gelemez kim bilir. Sen evde ol, onu bekle yeter. Çünkü başka işin yok senin, andavalsın, sen istedin o yüzden bekleyeceksin.

Üçüncü versiyon da ilk versiyona benzeyen ama bana göre bambaşka bir aşamada becerisizlik dolayısıyla ortaya çıkan mantıksızlık...

Direkt kuaförler bu başlığa giriyor. Adam anlamaz, beceremez, olmaz işte, yapamaz. Ama ille o saçı kendi bildiği gibi yapacak, üzerine bir de yavşak yavşak muhabbet edecek. Böyle iyi oldu, dediğin gibi olmazdı zaten, bu saç moda, yakıştı, bilmem ne...

Dikkatli bakın kuaför salonlarında 5 kişi varsa eğer 3'ünün saçı aynıdır. Zira bu adamlar bir şeyi kendi kafasında oturttuktan sonra herkese ne olursa olsun aynı modeli ve rengi iteleyecektir. Her seferinde, konuşurken başka, seçim yaparken başka, iş bittikten sonra başka bir kafayla karşılaşıyor insan. Tamamen becerisizlik. Hem kel hem fodul.

Kuaförlerin tipe göre müşterisine farklı davrandığı da gerçek. Diyelim toplu bir kız gitti kuaföre. O saç kızıla boyanacak! O kadar. Ama öyle direkt kızıl da değil. "Çikolata kahve, bronz kahve" ve türleri. Onu da beceremeyecek kahverengi saçtan car car kızıllar çıkacak. Ben de boyattım oradan biliyorum. Baktım hep şişmanlara boyuyorlar aynı saçı, anında değiştim rengi. Sınıfımız, sıfatımız belli olsun stayla...

Zayıf, zengin, ufak tefek kadınların saçları düz kızıl. Hiç değişmez.

Yaşlı kumralı var bir de. Hep aynı ton, herkeste olan. Kısadır bu yaşlı kadınların saçları.

Öğretmen kırmızısı var, fark ettiysen kızıl değil bu direkt kırmızı.

İstediğin kadar farklı olsun düşündüğün model veya renk. 5, bilemedin 6 türlü kadın var onların gözlerinde, hep aynını yapıyorlar.

Beceriksizler çünkü. Sonra da kadınlar neden kuaför meselesini kafaya takıyor. İşte meselenin özü bu. 6. türden farklı bir tür beceren kuaförü her daim iyi anardım. Hatta anmazdım ki kimse bilmesin.

22 Ekim 2013 Salı

Abinin Arkadaşı Sendromu

Yıllardır Ankara'dayım, ağabeyim benden sonra geldi buraya. O gelene kadar kendime has bir çevrem, bir dolu arkadaşım vardı.

Ama ne oldu? Her şey yavaş yavaş kaybolmaya başladı. İlk önce mekanları elimden aldı, mekanlar gittiği için yeni arkadaş edinebilme ihtimallerime balta indirdi. Herkes bir anda onun arkadaşı oldu... Ankara kurudu.

Yanlış anlamayın kızlar, mesele yakışıklı arkadaşlarının yüzüme bakmıyor olması değil. Adamın yakışıklı arkadaşı yok zaten. Hiç olmadı.

Mesele şu: Artık herkes abimin arkadaşı, ben onların yancısıyım. Nahlet... Ben nasıl bu hale geldim la? Bu arkadaşlar ile muhabbet bir dert... Normalde suratına bile bakmayacağım cinsten adamlar da var, eskiden benim arkadaşım olup, şimdi beni sallamayıp abimin arkadaşı olan da... Başka şartlar altında tanışsak çok iyi muhabbetimiz olacak olan adam da var, saç saça baş başa kavga edeceğim adam da.

Bir de mesele, benim bu insanlara karşı sırf ağabey hatırı için ses çıkaramamam...

La geçen kızın biri, abime yazıyor iken, benimle ufak bebeymişim gibi muhabbete girdi.  Kıza american history x kaldırımı çekebilecek öfkeye sahip oldum o an. Ben o kızı adam yerine koyup birlikte iki çay içmem bile. Ve bu insanın bana olan hareketlerine bak. Ben ne yaptım? Hiçbir şey. Yapamazdım, ağabeyin arkadaşı çünkü, aralarında oluşabilecek münasebete çomak sokmak istemedim.

Bir adam abimle kendi arasındaki bıyık muhabbetini benimle de yaptı. Bıyıklarıma övgüler düzdü. Sesimi bile çıkarmadım. Abinin arkadaşı, kavga edilmez.


93'lü bebenin biri bana 11 yaşında muamelesi çekti.

Bir tanesi ilk tanışırken bir kere selam verdi. O kadar... Daha yolda görsek beni sallamıyor, direkt ağabeyime yöneliyor, yoluna devam ediyor. Niye lan? Yolun ortasında kazulet gibi kalıyorum öyle.

Birisi de "böyle kardeş mi olur amk" ifadesiyle aşağılayarak süzdü beni. Sanki abimin kardeşi o olacakmış da aralarına ben girmişim gibi... Hanzo.

Bazıları imalı imalı bakıyor, kardeş olduğumuzu bilmeden, o daha feci zaten. Kardeşi olduğumu öğrenince de "aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa" diye bir nida, ki ben böyle ifadeleri iyi tercüme ederim, hala anlamadım ne demek istediğini...

Yoldan geçen kız suratıma çemkiriyor lan, abimi sevgilim sanıp yanına yakıştıramadığı için. Omuz falan atıyorlar.

Abinin arkadaşı olunca etraftaki insanlar, resmen seni görmezden gelip aşağılıyor. İşte bu adam tüm Ankara'yı böyle kuruttu. Herkes şimdi uzaktan tanıdık, hiç arkadaş kalmadı amk. Eskiden bir adım vardı artık "Yavuz'un kardeşi" olarak anılıyorum camiada.

Sinirim bozuk.

20 Ekim 2013 Pazar

Bayram Haftası Film Çelıncı 7. 8. ve 9. Gün

Bütün bir bayram boyunca can sıkıntısından ve çeviriden kaynaklanan isteksizliğimi fark ettiğinizi düşünüyorum. Zira izlediğim hemen hemen hiçbir filmi beğenmemiştim. Keyfim yerine gelmeden bir süre film izlememeye karar verdim.

7. günün filmi No idi. Ama resmen elim filme gitmedi.


 O sırada bir baktım ki kenarda Despicable Me 2 duruyor. Belki keyfim yerine gelir diyerek oturdum onu izledim. Sırf şu bebeler için...


İnanır mısın bunlar bile keyfimi yerine getirmedi. Ama yine de hoşuma giden bir iki sahne koyayım istedim. Mesela şu aşağıdaki her sahnede eğlendiğim doğrudur...


Veyahut şu aşağıdaki sahneyi...



Keyfimin yerinde olduğu bir gün daha seveceğime inanıyorum bu filmi...

Neyse bu kadar şımarıklığın ardından gücümün izlemeye yettiği son film olan After Earth'ü izledim. Ve evet yanlış durmadınız, 9. günün filmi yok. Çünkü işler güçler, gezmeler ve tozmalardan oluşan bi tatil günü yaşadım. Neyse filme geçelim şimdi...

Dünyanın en itici baba oğulu bir başka filmde daha beraber. Will Smith tek başınayken ne güzeldi filmleri... Şimdilerde pek tadı kalmamış. Bu iticiliğin yanında bir de yönetmen faktörü var. Mıııııy mıııııııy bir film idi. Çok mal sahneleri vardı. Mesela şunun gibi...


Habire bi selam vermeler bi suratlar, ekstra meymenetsizlik...
Ha bir de o gerilmiş hayvan derisi temalı dekorlar neydi be kuzum? Onlar nasıl evdi öyle? Bir de neden gelecek denilince akla beyaz yuvarlak şekiller geliyor anlamıyorum? Neyimiz beyaz, buzdolabımızdan başka? Kaldı ki onun da grisi, siyahı vb. tercih ediliyor artık...

Yok dünya insanları öldürecek şekilde evrilmiş de yok yılanlar uçmaya başlamış da... Tüm bu manyaklıkların içinde bir ergen, tek yaptığı ergenlik, mal mal dolandı, uçtu, zıpladı falan. Kısacası beni en çok o ergen baydı.

Bu bayram haftasını en çok çeviri yaparak geçirdiğim için ne tatilmiş, ne bayrammış, ne keyifmiş hiçbir şey anlamadım. Ayrıca başka sebeplerden ötürü (işler sonuçlandığında burada anlatacağım) çok ama çok gerginim. Bu gerginliği atana kadar gözümün önünden geçen her şeyi bir perdenin arkasından görüyor gibiyim. Onun için özür dilerim, pek eyleyemedim sizi.

Ama şöyle diyeyim, sizi eyleyeceğim zamanlar da yakında. Yani, umarım...

Neyse sonuçlansın işlerim, öyle...

Bir de bu aralar içimde bir şeyler kazanacağım gibi (maddi) bir his var. Loto falan mı oynasam nedir? Geçen 30 mayısta Fatikle dolar üzerine konuşmamızın ardından doların zıplaması gibi bir şey. Bir şey olacak ama acaba ne? Kısmet...

17 Ekim 2013 Perşembe

Bayram Haftası Film Çelıncı 6. Gün

Bayram dediğin bu kadar uzun sürmemeli bence. Bitmiyor hacı, inatla bitmiyor.

En fazla iki gün sürmeli.

6. Günün filmi Stuart: A Life Backwards, televizyon için çekilmiş bir film olup, evsiz bir adamın gerçek hikayesine dayanmaktadır. Böyle başlayınca sıkıldın değil mi? Bir de filmi bekle. Daha çok sıkılacaksın. Kitabı harika olabilir, belki film de o kadar fena değildir ama sıkıcıydı be kardeş. Valla. İlle de izleyecem diyorsan izle. Zira son yılların en "overrated" herifi oynamakta filmde. Benedict Cucumber. Ya da öyle bir şeydi. "Hep aynı herifi oynayan İngiliz aktörler" diye bir liste yapsam (ki yapabilirim, mantıklı, evet evet bir düşüneyim) bu adam ilk sırayı alırdı.

Bundan yıllar önce Cate Blanchett her filmde her rolü oynama gibi bir iddiaya girmişti ya kendisiyle. Her delikten çıkacaktı ille de. 2010'dan sonra yerini bu kükambıra bıraktı. Her yerden bu adam çıkıyor. Her delikten.

Ve hiç hoş değil bu. Hadi gene Cate hayvan gibi bir aktris. Ama bu? Bir filmde kendisi oynadığı için o film tutsa, derim ki "helal olsun adama, uğraşıyor, bir şeyler beceriyor". Bu adam öyle değil. Kendisinin o filmde var olmaması bir şeyleri değiştirmeyecek, o film zaten onsuz da yeterince tutacakken - kısacası cepteki filmlerde oynayarak - ille de olaya dahil olup antipati kazanıyor. Kimse de demesin ne harika bir oyuncu diye. O adamın Sherlock' tan başka bir numarası yok. Anasının karnından 40 yaşında doğmuş ucube suratı, ortalama aksanı ve sesi ile hiçbir numarası yok. 

Filmin tek kayda değer yanı olan "genel olarak gereksiz adam" Tom Hardy de bu filmde gereksiz gereksiz durmakta. Her ne kadar classmate'lerinin arasında bir numara bir oyuncu olsa da yine bir antipatisi var. Bu adamın gereksizliği, her filmde aynı olan "tüm dağları ben yarattım, elmacık kemiklerim de dahil, kafanı giyotine verdirtmeden git çayımı getir, sonra çekilebilirsin"  içerikli 4 numaralı bakışı... Bilmiyorum gözünüzün önünde bir şeyler canlandı mı?

Tekrar belirteyim, lafım oyunculuğuna değil, genel duruşuna. İster istemez her filminde bu ifadeyi taşıyor. Ama yiğidi öldür hakkını ver, adam bu filmde iyi çıktı Rıza Baba.

Hikaye iyi, ama oturup filmi izlemek sıkıcı gelebilir. Kitabını alın okuyun, daha mantıklı.

Stuart'ın çamaşır makinelerine kafayı takması ve son sahnelerde söylediği şu söz epey iyiydi: İçime şeytanın girmesine izin verdim, daha sonra da çıkaramadım. Kestim, yaktım ama çıkmadı. Umursamadı. Niye umursasın ki zaten? Şeytan evsiz kalmak istemiyor.

Filmden görüntü almadım. Bu kadar.

16 Ekim 2013 Çarşamba

Bayram Haftası Film Çelıncı 4. ve 5. Gün

Efenim, filmlere geçmeden önce sormak istediğim bir şeyler var. Mesaj atabilirsiniz cevapları. Uzun zamandır, o kadar uzun zamandır kendi bilgisayarım olmadı ki. Bir tane vardı 2010'da bozuldu. Babamın eskisini verdiler. Sürekli, yenisi gelsin ona yüklerim, onda bakarım, onda oynarım falan diye diye bugünlere geldim. Şimdi ne yükleyeceğimi, ne oynayacağımı hatırlamıyorum.

Oyun tavsiyesine açığım.

Ve yine filmlere gelmeden önce diyorum ki The IT Crowd izleyin. Bu bayram tatili güzel bir fırsat hepsini izlemek için.

İlk film My Own Private Idaho idi. Güzel film gerçekten ama benlik değil. Ben sıkıldım feci. Ama bu filmin güzel olmadığı anlamına gelmiyor. Dergi kapaklarının birbirleriyle konuştuğu sahne favorimdi resmen.

Eşcinsellerden gidiyorum iki gündür, Emily Blunt'ın filminde de lezbiyenler vardı. Bir de ekşide okudum, sinema tarihinde izleyicisine filmin sonunda iyi günler dileyen ilk ve tek film imiş. Hala tek mi bilemem. Enteresandı. Bu filmde oynayan oğlan öldü, o derece kıymetli yani. Biliyorum, sıkılacaksınız. Ama izlemedim olmasın, cidden izleyin.

Bir de o müzikler neydi yahu. Efsane.

Resim 4.1: Vat iz matriks

İkinci film de Before Midnight idi. İlk filmi çok sevmiştim cidden. Ama sonrasını hiç sevemedim. Ne yazık ki bu son film de baydı feci. Kadim bir söz geldi aklıma izlerken: "talking too much?" (yazar burada 06 girişli atılım ua ilişkiler öğrencilerine göndermede bulunuyor)

Hacı bunlar bunca yıl bu kadar muhabbeti nereden buluyorlar ben anlamıyorum. İnsan sürekli konuşur mu amk? Bence konuşmamalı.

Aaay filmin çekildiği yerler çok iyiymiş falan. Yaz vakti Yunanistan bu, ne kadar kötü olabilir ki zaten?

Bu film hakkındaki en açık yorumumu arkadaşın biri şurada yapmış: 

Ha bir de Julie Delpy ölmüş gömmeyi unutmuşlar. 

Ben mouse padle age of empires oynamaya devam edeyim. 

14 Ekim 2013 Pazartesi

Bayram Haftası Film Çelıncı 3. Gün

Benim için ilkler yaşandı bugün. İlk defa bu kadar kısa süre içerisinde iki korku filmi izlemem mi dersin yoksa ilk defa evleri korkunç, zevksiz ve soğuk olmayan bir aileyi anlatan korku filmi izlemem mi? Başlangıcı çok güzeldi, sessiz sakin değil, bangır bangır. Gene Patrick Wilson meeeh... O adamın suratında tarifi zor bir ifade var. Böyle bir puşt mu deseem, mal mı deseem, ne desem bilemiyorum. Sanki American Psycho'un gerçek hayattaki hali. Bir terslik var ama bilemedim...

Neyse. Filmde güzel olan şey, durağanlık ve kötü bir şeyin olmasını bekleyen andaval sürüsü bakışlarının olmaması. Her şey daha olağan, böyle sanki herkesin evinde olabilecek gibi. Diğer korku filmlerinde, mesela geçenlerde izlediğim The Conjuring' de, felaketi bekliyorlar, bekliyorlar, ilk yanlış alarmdan sonra zangırt diye ruhu koyuyorlar sahneye. Bunda, kadın evini topluyor sakin sakin anaa bir de bakmış arkada ruh kardeş... Daha yumuşak.

Ayrıca Dalton diye isim mi olur amk. Başka bir şey bulamadın mı? Cali ne lan?

Bir nevi Once Upon A Time'ın Darth Maul'u olan Cora da bu filmde gene bi anne olma, gene "bi fenalıklar yaşanmış zamanında" hissiyatı ile (filmdeki babaanne) fena fena bakışlarda.

Darth Maul'un gey kuzeni de filmdeydi.

Resim 3.1: Sassy Maul (arkada)

Korku filmleri ile ilgili hiçbir şey bilmediğimden midir nedir, filmi sevdim. İzlenebilir. Favori sahne, karakter falan yok. Olsa olsa Sass Master Maul olabilir mesela o resimdeki.

İzlediğim bir sonraki film My Summer Of Love idi. BBC filmlerinden. Filmin kalitesi pek kötü olduğundan mıdır başroldeki kızın çirkinliğinden midir nedir hiç iyi bir resim alamadım. Zaten gerek de yok. Emily Blunt'a rağmen kötüydü film. Bir tek şey için izleyin diyebilirim o da Tamsin' in (Emily Blunt) allah din iman diyen bir adamı iki dakikada göt edişi. Ve hatta buyrun:
İngilizce bilmeyenlere olayı özetleyeyim. Adam "İsa, İsa, İsa" diye ölen bir tip, çok dindar takılıyor. Ailesinden kalma barı kiliseye çeviriyor, günahlarda hiç tarağı yok. Kız da ben bir şey hissedemiyorum, bir şeye inanmak güzel olmalı diye adamla muhabbet ediyor. Adam anında niyeti bozuyor. Kız da aha işte sen bu kadarsın minvalinde hakaret ediyor adama. Haklı.

Bugünlük bu kadar. Ben midi klavyeme geri döneyim. Yarın görüşürüz.

13 Ekim 2013 Pazar

Bayram Haftası Film Çelıncı 1. ve 2. Gün

Gecikmenin sebebi, blog sayfamın bu aralar çok fazla hata vermesi, yazdıklarıma ulaşamam ve yenisini yazamamamdan kaynaklı. Özürler.. Size dün verdiğim listede belirtmediğim bir nokta, filmlerin o sıra ile izlenmeyeceği idi. O yüzden de kusura bakmayın. Özür faslını geçerek ilk filmlere gelelim. Günün filmi, gelse de sinemaya gitsem diye beklediğim ama sonucunda tabii ki de gitmediğim The Lone Ranger idi.

Filmi neden merakla beklediğimi hatırlamıyorum ama. Beynime oyun oynamış olsalar gerek. Zira ne kovboy severim, ne kızıl derili, ne tren, ne toz, ne çöl ne de haydut... Hiç benlik değil bu filmler. Komikli şakalı sahneleri haricinde çok sıkıldım. Eğer siz de komikli şakalı kovboy filmi sevmez iseniz es geçebilirsiniz.

Filmin çok sevmediğim yanı var ama sevmememdeki esas sebep Rebecca karakterinin çemçük ağzı idi. Her an içinden alyen çıkabilecek gibi, farklı yerlere oynayan kaslara sahip iğrenç ötesi dudaklara sahip bir karı tarafından, aynı iğrençlikte bir karakter olmuş.

Ama ne yalan söyleyeyim, at harikaydı. Favorimdi.

Resim 1.1 ve 1.2: The At

Ayrıca Conidepin manyaklıkları da tabi filmi izlettirir, bir yere kadar.

Resim 1.3 ve 1.4: Conidep ve guşu

En sevdiğim sahnesi atlı sahneler idi.

En sevdiğim diyalog da Tonto ve John Reid arasındaki son diyalog idi. Deneme amaçlı videosunu koyuyorum, olmaz ise ertesi gün düzeltirim.



İkinci günün filmi Monsters University. Bütün film boyunca "Biz de okuduk..." demezseniz sizi tanımıyorum demektir. Canavarların bile üniversitesi bizimkilerin toplamı x 233456 idi. Eğlenceli güzel bir film işte o kadar.

Ama bazı canavarlar daha bi güzeldi sanki.

Resim 2.1 ve 2.2: Şirinlik müessesesi.

"İşinde başarılı olmak istiyorsan okulundan atılacaksın" mottolu amerikan filmlerinin bir yenisi. Hala anlamam neden böyledir... 

En sevdiğim karakter sınava girmeden bardaklar dolusu kahve içen öğrenciydi.


En sevdiğim söz de Sully' nin korkutucu suratları çalışırken Mike'ın dediği "o surat, şu surat, yeni uyanmış suratı" lafıydı. Espirili şakalı...

İki günün filmi de fena değildi. İzleyebilirsiniz, izin veriyorum.

11 Ekim 2013 Cuma

Bayram Haftası Film Çelıncı

Evet genşler, bir aradan sonra (uzun mu kısa mı bilemedim, sadece bir ara işte) yine yazıyorum size.

Sizlerin "Aaaay film çelıncııı, amaaaan fülm çalıngı" şeklindeki ısrarlarınıza dayanamayıp ani bir kararla Bayram Haftası Film Challenge'ını yapmaya karar verdim. Önce dedim her gün iki film izlerim, sonra dedim ne gerek var, onca çevirinin arasında falan diye...

Gittiği yere kadar, sınır yok. Yapabilirsem önceki gibi en sevdiğim sahne ve dialog/monolog seçimini de koyacağım. Ama söz vermiyorum. Şansınıza.

Elimde o kadar çok film var ki... Hani zengin milletin okuyamayacağı kadar kitap alma hastalığı var ya, bende züğürtlükten kendini izleyemeyeceği kadar film indirmek olarak gösteriyor bu durum. Acaba ne izlesem, ben de merak içerisindeyim.

Pacific Rim'i izlememiş olsam izlerdim. The Conjuring de öyle. O yüzden ikisini de izlemiş gibi yazabilirim, ve de sizlere kesinlikle öneririm, izleyin.

                Resim 1.1 Anabel bebesi..

Aşağıdaki liste kesin izlenilecekler:

Monsters University
After Earth
My Summer of Love
My Own Private Idaho (Helöv izledim diye millete yedirdiğim bir başka film)
The Lone Ranger
No
Much Ado About Nothing
Only God Forgives
Stuart A Life Backwards

Vaktim kalırsa ikinci tur:

The Life Aquatic With Steve Zissou
Lawrence Anyways
City Of Ember
Dark Skies
Insidious
Hick
Before Midnight
The Host
The Imposter

Bu arada gerçekten şu çelınc için Türkçe bir kelime bulalım.

19 Eylül 2013 Perşembe

IMDB Puan Yorumları

Çoğunuzun (ben de bazen dahil olabiliyorum) imdb puanlarına göre  film seçtiğini biliyorum. Hatta bu çoğunluk arasında film öner dediğimde bana hala Godfather'ı veya Esaretin Bedeli'ni önerdiğini de biliyorum. Hatta bazen espri mi yapıyorlar yoksa ciddi olarak mı bana bunu diyorlar emin olamıyorum.

Neyse konudan şaşmayayım. Bu imdb puanları kimi yerde şişirme kimi yerde de doğruyu yansıtmakta. Garip puanlar. Bu puanlara bakılırsa tüm eski filmler 8 ve üzeri mükemmellikte (ki bir çoğunun "ilk" olması dışında hiçbir iyi yanı yok), ayıla bayıla izlediğimiz komedi filmleri ise 6 vasatlığı içermekte... Arkasında PR ordusu olan 20 kaslı adam ve kadının oynadığı filmler de 8 ve üzeri almakta ama bağımsız, süper senaryolu dehşet ötesi filmler 7'yi geçememekte. Çok can sıkıcı oluyor bazen çok.

Kendi kafama göre oturttuğum bir sistem var. Bu imdb puanlarını nasıl yorumladığım hakkında. Sizlerle paylaşayım, belki işinize yarar.

1,2,3 ve 4.9'a kadar olanlar kötü korku filmleri ve de kötü komedi filmlerinden oluşmakta. Bir de Şahan Gökbakar filmleri anladığım kadarıyla.

5.1-5.5 arası: Muhtemelen içinde iyi bir oyuncu bulunduran ama konu işleyişi açısından vasat kalan filmler.
5.5-5.9 arası: Muhtemelen içinde iyi iki oyuncu bulunduran ama konu işleyişi açısından vasat kalan filmler.
6.0-6.3 arası: Yoklukta gideri olan filmler. Komedi filmiyse kesin izlenmeli. Korku filmiyse de izlenebilir. Dram ise meh.. Belki anne baba sever oturup onlarla izlenebilir.
6.4 : Kesinlikle bir Adam Sandler filmi.
6.5-6.9 arası: İzleyenin hoşuna gitmesi çok yüksek ihtimal olan kıymeti bilinmemiş filmler.
7.0-7.3 arası: Vasat dram filmi. Komedi veya korkuysa tadından yenmez. Ömür Gedik %100 beğenmiştir bu filmi, uzun uzadıya hakkında yazmıştır.
7.4: Kız arkadaşla izlenecek film. Kaçarı yok izlenecek. O kadar.
7.5-7.9 arası: Rahatlıkla izlenen ve genelde sevilen normal Hollywood filmleri. No brainer dedikleri cinsten olanların yanında "güldürürken düşüdüren" cinsten olanları da var.
8.0-8.5 arası: Oscar sahibi çıkaran filmler. Çok abartılan filmler buradadır. Puanla abartılmamıştır ama insanların "oha izledin mi"si yüzünden abartılmıştır. He izledim he git başımdan filmleri.
8.5-8.9 arası: Ters köşe filmleri. Sevmemenin imkanı yoktur.
8.9 ve üstü: Dark kınayt. (Betmenli)

6.5-6.9 arası filmleri göz ardı etmeyin, kaybeden siz olursunuz. Belki bir gün size o aralıktaki filmlerden öneri listesi hazırlarım, zira en çok o aralıktan izliyorum son zamanlarda. Hiç de pişman olmadım. Bu filmler size sıkıcı da gelse bir noktası sadece bir noktası olur ki izlenmeye değer tekrar tekrar. Dokanır.

Ps: N'olur artık film önerisine Fight Club falan demeyin la. Bu kadar vasat olmayın, ayıptır. Kız da tavlayamazsınız hem...

16 Eylül 2013 Pazartesi

Hakkımdaki 50 Şey

İnternetin her köşesinde yapılmış, boku çıkmış bir şeyi daha sizlerle paylaşmaya geldim. Hakkımdaki 50 şey tagı...

Her ay film çelıncı yapamayacağım için başka dandik ne var diye durdum düşündüm ve aklıma bu geldi. Şimdi sizlerle benimle ilgili 50 gereksiz ve saçma bilgiyi paylaşacağım, siz de ilgileniyormuş gibi davranacaksınız oke?


  1. Açık ara farkla en sevdiğim yazar Neil Gaiman'dır. Sandman'in gerçek olduğuna inanmaktayım.
  2. Büyük şehirlerde havada kapılacak bir lise giriş sınavı puanı almama rağmen Malatya'da sadece iki tane (o vakitler) anadolu lisesi olduğundan açıkta kaldım ve sınıf kontenjanı 20'yi geçmeyen ve de iyi eğitim verdiği söylenilen kız lisesine gittim. O yıl benim gibi düşünen 42 kişi daha benimle aynı sınıfta okudu.
  3. Aşırı derecede Mike Patton hayranıyım.
  4. İngilizce'yi 4. sınıfta öğrendim. Gerisi teferruattı. Kimse bunu bilmediği için ve lisede dil bölümü okumadığım için tercümanlık bölümü hocaları tarafından aşağılandım - neredeyse mezun olana kadar.
  5. Kendi çapımda piyano çalabilmekteyim. Sol elimi 20 yaşındayken geliştirdim.
  6. Orta okulda folklör ekibindeydim. Yarışmaya katılmışlığımız ve dereceye girmişliğimiz vardır. Hayatımın en iyi yıllarındandı kesinlikle.
  7. Lise sonda bilgi yarışmasına katıldık ve il ikincisi olduk.
  8. Yine lise sonda bir hoca ile çok fena takıştık ve neredeyse bir yıl boyunca bu kadının sözlü tacizlerine maruz kaldım. Hiçbir şey olmadı.
  9. Bisiklete  binmeyi geçen temmuzda öğrendim. Boşa geçen her gün için üzülüyorum.
  10. Beddualarım tutar ve bir şeyin olmasını istemezsem o şey olmaz. İşin kötüsü istesem de olmaması aldsfjdşlgh...
  11. Selena Gomez'den nefret etmiyorum. Yaşıtı malaklara göre yetenekli olduğunu düşünmekteyim.
  12. Youtube'da sürekli olarak makyaj yapan kızların kanallarını izliyorum.
  13. Taksiciler mesleğimi sorduğunda hep başka şeyler söylüyorum. Bir keresinde atanamadığım için okuduğum matematik öğretmenliğine küfretmiştim adamın karşısında.
  14. Tercih sıramda Atılım'ın altında ODTÜ vardı.
  15. Hala bazı zamanlar LOTR serisini açıp ardarda izlediğim haftalar (gün falan değil) olmakta. Hatta kafamda LOTR'u yeniden yazdığım olmuştur.
  16. Dönem filmleri en sevdiğim film türüdür. Nerede kral kraliçe ben orada.
  17. Evde annemle kahve içip Türk filmi izlemeyi birçok arkadaşa tercih ederim. Zamanında milleti ekip evde televizyon izlediğim çok olmuştur.
  18. Bir odada 15 dakika yalnız kalırsam hemen uyku pozisyonu alabilirim.
  19. Yerde para, bilet, benzer eşyalar bulmada üstüme yoktur. Daha geçen sadece bir tanesi içilmiş bir paket dolusu Marlboro buldum dolmuşta.
  20. Sadece benim okuduğum bir kitabım var, hala canım sıkılsa, ilham gelse yeni şeyler yazdığım.
  21. Burun etlerini aldırmadan önce 10 yılı aşkın otrivine ve benzeri ilaçları kullandım. Evde temizlik yapıldığında 20'ye yakın şişe çıktığı olurdu. Ayrıca bu ilaçlar hapşurttuğu için ardarda hapşurma rekorum 27'dir.
  22. The Body Shop'a takıntım var. Ne zaman girsem mutlaka yüz elli parça şey alırım..
  23. Harry Potter'ın son kitabını hiç okumadım. Elim okumaya hiç gitmedi, gitmiyor.
  24. Kadın erkek ilişkileri içerisindeki yerim bir odununki ile aynıdır. Hiçbir şey anlamam. Birisi benden hoşlandığını direkt olarak söylemez ise o kişi bacımdır, hiç başka gözle görmem. BACIZONE!
  25. İnsanların düşündüğünün aksine bir kere bile gotik metal dinlemedim. Gotik grupları bilmem, anlamam. Uzun düz saça ve beyaz tene sahip olduğumdan (ve de tabii siyah giydiğimden) hep gotik diye anıldım. Hakaret gibi gelir o yüzden...
  26. 50 ve 60ların şarkıları en güzel şarkılar olabilir bana göre. Sıkılmadan defalarca kez dinlerim.
  27. Ciddi ciddi sahnedeki grup elemanlarının konser sırasında direkt bana baktığını düşünürüm. Konser stadyumda bile olsa...
  28. Rüya görmek yemek yemek kadar önemli bir şeydir benim için. Her rüyama önem veririm. Ve genelde birisinin başına kötü bir şey gelmesinden önce o kişiyi rüyamda görürüm.
  29. Ay Savaşçısı trt'de yayınlanırken son bölümünü okulda olduğum için kaçırdım ve bir daha denk gelemedim. Daha sonra oturup bütün bölümlerini 7 kere tekrar tekrar izledim. Hala da izlerim.
  30. İnsanların aksine hayatımdaki en kötü zaman dilimini Erasmus'ta geçirdim. Gram eğlenmedim. Fırsatım olsa bırakıp anında dönerdim.
  31. Her şeyden hemen hemen nefret ederim. Ama bazı nefret ettiğim şeyleri sonradan çok severim (UGG gibi)... Nefret etmek bana göre dikkatini vermek demek.
  32. Mutlaka ama mutlaka her gün kolumu, omzumu bir kapıya vururum. Boş koridorda bile gider gelir duvara çarparım. Hiç ortalayamam.
  33. Raymond Chandler kitaplarına ve Marlowe karakterine hayranım. Elimde son bir kitabı kaldı ama çok ağırdan alıyorum okumayı bilerek.
  34. İki yıldır Amerika'ya gideceğim diye büyük masraflar etmedim. Küçük küçük ve sık masraflar edindim. Aynı hesaba geldi.
  35. Brit Marling tarikat kursa - ki bence var zaten- katılırdım. O derece severim kendisini. Aşıkıyım. Kızım olsa adını Brit koyarım. Düşününce kimse de yadırgamaz gibi geliyor...
  36. Üniversitenin ilk gününden beri aynı kalemi kullanmaktayım. Maşallahı var sapasağlam.
  37. Oskar tahminlerim %90 tutar.
  38. 3 gün evden çıkmazsam 4. gün dünyanın en güzel kızıymış gibi hissederim. Eğer "çok güzelim bee" diye düşünüyorsam uzun zamandır evden çıkmadığımı anlıyorum.
  39. Eğer bir yere gitmeden önce evde müzik dinliyorsam veya kendim mırıldanıyorsam o görüşmede dilim tutulur ve kazık gibi otururum. Hiç şaşmaz.
  40. "Liseyi mi bitirdin" diyenler için feci ölümler düşünmekteyim. Bir gün birisini öldüresiye döversem sebebi bu olacaktır.
  41. Çok iyi örgü örerim. Hiç alçak gönüllü olamam o konuda. 
  42. Telefonu bilerek açmadığımı düşünüyorlar ama gerçekten evde telefonu kaybediyorum ve bulduğumda ya şarjı bitmiş oluyor ya 50 cevapsız arama... Bana ulaşmak isteyen evi ya da annemi aramalı.
  43. Eskiden fotoğraf çekmeyi ve çekilmeyi severdim. Ama bir grup insanla birlikte takılırken onların hilafsız HER resimde ota boka laf etmeleri beni fotoğraftan soğuttu. Sadece çok sevdiğim arkadaşlarla veya sarhoşken resim çekilmesine ses etmiyorum.
  44. Süper 44 Malatya! Doğma büyüme Malatya'lıyım ve insanlarından tabiri caizse nefret eder oldum.
  45. Üniversitede 2 dönem 4 ortalama getirdim genel ortalamayı zerre etkilemedi.
  46. Hala bıraksan Age Of Empires II oynarım. Açık ara farkla en sevdiğim oyundur. Persona da fena değil. Aslında düşününce her oyunu sevdiğimi fark ettim.
  47. İmkansız kavramı beynimde yer edinmediği için her şey mümkün gelmekte. Herkes ve her şey mümkün. İnsana zorluk yaratabilen bir ayrıntı. Hayal ve gerçek iç içe. Bkz: Eğer sen benim arkadaşım olmuşsan Brit Marling de olabilir... gibi... Ciddi olarak hiçbir fark yok bana göre.
  48. Eskiden çok sıkı bir Linkin Park hayranıydım.
  49. Yüzme bilmiyorum. Ama otuzuma kadar öğrenirim gibi geliyor.
  50. Başka memleketlere giderken yolda mutlaka bir Poe şiiri okurum. Zira beklentilerimi en aza indirgemekte, gideceğim yer ile ilgili hiç iyi bir şey düşünmememi sağlamaktadır...
     Tüm gereksiz bilgilerimi sizle paylaştığıma göre gidebilirim.
Ps: Yırtık rahibe izleyin, yify sitesine iki filmi de koymuş. Anılarınızı canlandırın.

9 Eylül 2013 Pazartesi

Pride & Prejudice Farkı

Helöv. Size bu yazıyı yazmak konusunda neredeyse bir yıldır düşünüyordum. Aklımda daha farklı bir şey vardı. Pride and Prejudice kitabını okuyacaktım, sonra dizi ve filmi kitapla kıyaslayacaktım. Hatta şimdiye kadar çekilmiş tüm filmleri kıyaslayacaktım. Ama baktım zombilisi bile var amk. O yüzden biraz kendimce sınırlama getirdim. Gerizekalı gibi hala kitabı alıp da okuyamadığımdan (güya bir de ingilizcesini alacaktım pehey..) elimde sadece Keira Knightley'nin oynadığı film ile COLIN FIRTH ile Jennifer Ehle'nin oynadığı mini dizi var. Ayrım yapmak istemem, ikisinin de çok güzel yanları var. Yani sırf mini dizide COLIN FIRTH var diye taraf seçmeyin diyerek yazıya geçiyorum.

İlk başta "imdb hede hödö" diyen uyanıklara filmin 7.7 aldığını ama dizinin direkt 9 aldığını hatırlatmak gerek.

Filmi çok sevenler diziyi izledikten sonra ne kadar yavan geldiğini anlamış olmalı. Karakterler kıt, muhabbetler kıt, nezaket kıt. Bambaşka bir hikayeye dönüşmüş adeta.

Hikaye şöyle: Mr. Bingley adında genç ve zengin bir adam bir kasabaya yerleşir. Kasabanın sosyetesinden olup, büyük iki kızı hariç yer yer görgüsüz yer yer süzme salak toplam beş kıza sahip Bennet ailesi de bu adamla, İKİ kız kardeşiyle ve arkadaşı Mr. Darcy ile tanış olurlar. Bennet'lerin büyük kızı Jane bu Bingley ile pek haşır neşir olurken ikinci ve sonuncu akıllı Bennet ailesi üyesi Elizabet Darcy ile pek gergin muhabbetlere girerler. Ama esas karakterler bunlardır, Jane ve Bingley değil. Arada bir de kötü adam Wickham var, bütün aileleri bir arada toplayabilen...
Darcy ilk katıldıkları baloda Elizabeth ile dans etmez bir de aşağılar.  Elizabeth de bunu kitabın, filmin, dizinin sonlarına kadar hatırlar.

Allasen söyle, Keira Knightley mi Jennifer Ehle mi daha şirin? Meme or no meme.

Derler ki kitap bir aşk hikayesi anlatmaz, daha farklı bir konuya değinir. Kitabın adında bile aşk yok. Ama filmde her şeyi (ismini bile) yavanlaştırdıkları için bize öyle gelir.

Filmde beğenmediğim şey Keira Knightley ve senaryonun cırtlığı. Herkes birbirine car car konuşuyor, herkes her şeyi dangır dungur ifade ediyor falan. Dizide öyle değil. İnsan küfrederken bile nazik olur mu ya? Her şeyde bir nezaket var. Sadece Darcy'nin evlilik teklifi çok ağır bir dil içeriyor. Filmde öyle değil.

Aradaki diğer farklar şöyle:

  • Dizide Bingley'nin İKİ kız kardeşi var. Üstelik, tamam biraz burunları havada olsa da iyi niyetli olabiliyorlar. Elizabeth'i Wickham hakkında uyarıyorlar. Darcy ile kavga edecek gibiyken araya girip ortamı yumuşatıyorlar, Bennet ailesi sıra sıra kendilerini rezil ederken araya girip durumu kotarıyorlar. O kadar fena fellah insanlar değiller. Ama filmde TEK bir kız kardeş, domuz gibi surat asmaktan başka hiçbir vasfa sahip değil. Filmdeki karakter çok yavan.
  • Dizide Bennet ailesinin ufak kızlarının terbiyesizlikleri, görgüsüzlükleri daha önde. Babalarının onlara nasıl kızdığı falan çok dikkat çeken şeyler. Filmdeki Mr. Bennet odasında çiçek sulamaktadır. Adeta kendisi bir saksı.
  • Filmdeki Elizabeth çok hırt bir karakter. Herkese her şeye laf yetiştiriyor, bir burnu havadalık öyle böyle değil. Ama dizideki Elizabeth şirin, sakin, akıllı bir insan. Eleştirdiği kişileri bile hötür hötür bağırmadan surat murat asmadan eleştiriyor. Efendi, nazik.
  • Filmde Lucas ailesi çok hafif kalmış. Charlotte Lucas çirkin ötesi, evde kalmış kız kurusu. Dizide öyle değil. Dizide sadece romantik olmayan, her erkeğe aynı gözle bakan (para), kendi çapında mantıklı bir kız. Bir de kardeşi var dizide, Maria. Şirinlik abidesi şapşal şey. Filmde onun olmaması saçma. Babası da yok filmde. Oysa filmdeki gibi Elizabeth tek başına gidip ziyaret emiyor arkadaşını. Öyle tek başına kızlar gezemiyorlar. Bir aile büyüğü ya da ailenin erkek hizmetçisi olmalı yanında.
  • Filmin az sayıdaki artılarından birisi Judy Dench. Catherine de Bourgh'ü oynuyor. Burnu havalarda görgüsüz leydi imajını dizideki kadından daha iyi çiziyor - tabii ki de.
  • Filmin diğer iki artısı Rosamund Pike ve Carey Mulligan. Rosamund Pike'ın oynadığı her şeyi izlerim.
  • Gardiner ailesi -kızların dayıları- çok es geçilmiş filmde. Oysa o yenge yok mu o yenge. Bütün aileyi resmen çekip çeviren kişi o yenge dizide. Wickham hadisesini çözen ailedir Gardinerlar.
  • Filmde kimse seviyeli değil. Hiçbir şekilde. Dizide seviyeli olmayan tek kişi Lydia Bennet.
  • Anne faktörünün hem dizide hem filmde babadan daha ağır bastığı gerçek. Ama filmdeki anne çocuklarının geleceğini düşünen endişeli ve bu boyutta her şeyi yapabilecek olan bir anne modeli çizmekteyken dizideki anne tam bir hülooğ!
  • Dizinin zamanında bu kadar sevilmesinin bir sebebi Colin Firth'ün gölden ıslak ıslak çıkışıdır. Filmde yok öyle bir şey. Onun yerine yönetmen yağmur altında aşk-ı ilan uygun görmüş, bok etmiş.
  • Dizideki Mr. Collins daha rezil bir şey.
Şu anda aklıma gelen farklar bunlar. Mini dizi kesinlikle izlenilesi bir şey. Ayrıca Becoming Jane diye bir film var, bu kitabı yazan kadının hayatını anlatan (James McAvoy var vuhuu) onu da izleyin. Hemen filmden sonra izleyebilirsiniz. Pek güzel o film de. Ayrıca bir dizi daha var Lost in Austen diye. Dizide şu meşhur 42 beden götlü, hormonlu İngiliz gülü tipli birisi, bu kitapla yatıp kalkmakta. Birden kendini onların dünyasında buluyor bu kız. Ve her şeyi mahvediyor. Kitabı boka döndürüyor. Çok boş vaktiniz oldu izleyecek bir şey yoksa bi düşünebilirsiniz. Jane Austen'in diğer kitaplarının uyarlamalarını izleyecekseniz Sense & Sensibility'den başlayabilirsiniz. Zira o filmde de küfür gibi aktörler var Alan Rickman, Emma Thompson, Kate Winslet, Hugh Laurie gibi..

Eğer bahsetmeyi unuttuğum bir şey gelirse aklıma cidden üzülürüm. İyi seyirler.