Herkesin gizli bir popisi vardır, kimi evde İsmail yk dinler, kimi aslında sıkı bir One Direction hayranıdır, kimi toptur falan. Benim popim de İngiliz filmleri izlemek. Böyle lordlar leydiler falan o biçim. Zaten toplasan 15 tane film var öyle izlenebilecek. Ya da var ama ben bilmiyorum henüz. Bulursam onları da izlerim. Bildiğiniz varsa paylaşın.
Elizabeth (1998)
Cate Blanchett Kraliçe Elizabeth rolünde. Anladığım o ki, bu İngilizler Kraliçe Elizabeth hakkında büyük bir ayırım yaşıyorlar. Bir kısım Elizabeth'in ne harika kraliçe olduğunu savunmakta, bir kısım da ne büyük bir şıllık olduğunu. Bu film ne büyük kraliçe olduğunu savunanlardan. Filmde ayrıca Geoffrey Rush ve Ralph Fiennes gibi isimler de var. Zaten bu filmlerde oynayan adamlar genelde aynı, o yüzden tüm figüranlar bu listedeki çoğu filmde var. Filmde kraliçenin henüz tahta geçtiği yılları anlatıyor. Milletin, ablası Mary (Bladimeri) tahttayken nasıl buna sırtını döndüğünü ve o tahta geçtikten sonra nasıl alay ettiklerini anlatıyor. Filmin ayrıntısı: Marry'nin cüce soytasını (Philippa Gregory'nin 'Kraliçe'nin Soytarısı'ndaki olduğunu farz ettiğim) Marry ölür ölmez Elizabeth'in yalakası olması, Norfolk Dükü'nü oynayan adamın performansı sayesinde nefret ve samimiyet duygularını aynı anda yansıtması, Elizabeth'in en sonunda halkının arasına çıktığında o insanların karşıdaki sanki bir tanrıçaymış gibi eğilmesi... Mükemmel sahneleri mevcut. En mükemmel sahnesi dans sahnesi.
Sense and Sensibility (1995)
Filmde Alan Rickman, Emma Thompson, Kate Winslet, Hugh Laurie, Hugh Grant ve Harriet Walter gibi isimler var. Sadece bu sebepten bile izlenir. Babaları ölen 3 kız kardeş, üvey abileri ve yengelerine kalan miras yüzünden kapıda kalırlar. Bu kardeşlerden 2'si hakkında geçiyor film. Büyük olan Elinor çok mantıklı, evin geçimini sağlarken kendini unutmuş bir kızdır. Etraftakiler evde kalmış diye adını çıkarmıştır (zaten bu filmlerde 25 yukarısı evde kalmış 30 yukarısı bir gözü toprağa bakıyordur). Diğer kardeş zaten ablasına fırsat bırakmayacak şekilde şımarık aaay aşık olayım amaaan şiir okuyayım piyano çalayım laylay tipli bir kızdır. Film boyu bu kız hep aşk meşk davasında taş gibi Alan Rickman'ı görmezden gelir ona kötü davranır seni çileden çıkarır. Büyük kız da yengelerinin kardeşi Edward'a aşıktır. Çok seviyeli bir muhabbetleri olur bu insanların. Ama hep bir yanlış anlaşılma vardır hep aralarına giren bir şey vardır. Filmin ayrıntısı: Harriet Walter'ın kankasının kendi kardeşine aşık olduğunu öğrendiği andaki geçirdiği sinir krizi, Emma Thompson'ın geçirdiği sinir krizi (aşağıdaki değil), Alan Rickman'ın kapı ucunda Kate Winslet'in piyano çalışını dinlemesi.
Persuasion (2007)
Antony Head ve Sally Hawkins (şirin ingiliz kız) haricinde benim pek tanıdığım oyuncu yok. BBC filmlerinde genelde öyle oluyor zaten. Burada da evde kalmış bir kız var. Jane Austin kitabı ne beklersin, illa ki bir evde kalmış kız olacak. Elliotlar Anne (En o anne değil) Elliot hariç çok burnu havada çok ukala kendilerini çok büyük bir bok sanan salak üç tane asilzadedir. O kadar salaklardır ki edindikleri borç yüzünden hor görüp kızlarını (Anne) vermedikleri askerin ailesine evlerini kiralamak zorunda kalırlar. Eee gün gelir devran döner şeklinde bir film. Anne zamanında Frederick Wentworth ile aşk yaşamış ama hem babası hem vaftiz anasının onu ikna etmesi üzerine ayrılmışlardır. Zira Wentworth savaşa gidecek bir askerdir, ailesi asil değildir, evlilik uygunsuzdur. Amaa yıllar sonra Wentworth'ün ablası Anne'lerin evini kiralayınca o savaşta ailece ne kaa zengin oldukları ortaya çıkar. Fred çok katıdır hiç yüz vermez Anne'e. Ama filmin sonunda buzlar erir, gecikmiş evlilikleri gerçekleşir. Filmin ayrıntısı: Antony Head'in yemek yiyişi.
Jane Eyre (2011)
Canımın içi Mia Wasikowska ve saçları oynuyor bu filmde. Bass Fender bir de. Bildiğin Jane Eyre. Filmin ayrıntısı: Küçük Jane kuzeninden saklanırken kuzeni bunu bulur ve kafasını daaan diye kenardaki pencere mi kapı mı nedir onun koluna vurması. O kadar gerçekçi ki izlemen lazım. Mia'nın tıngır mıngır yürüyüşü. Bir de Judy Dench.
Pride & Prejudice (1995)
Keira'lı köşeli çene yerine şirin mi şirin Jeniffer Ehle'nin oynadığı Mr. Darcy'nin Colin Firth olduğu mikemmel dizi. Dizinin geri kalanı çirkin insanlar. 6 bölümlük dizi. Bir oturuşta izlenir. Dizinin ayrıntısı: Jeniffer Ehle'nin her daim her olaya güler yüz ve sakinlikle karşılık vermesi. Aşağıdakinin ilk 2 dakikası gibi.
Northanger Abbey (2009)
Bu filmde de şirin bir kız olan Felicity Jones oynamakta. Sıradan bir ailenin genç kızı Kate zengin komşuları tarafından Bath'a davet edilir. Çok roman okuyan bir kızdır aklı beş karış havadadır. Zengin bir askerin oğlu Henry Tilney ile tanışır. Ama Bath'taki maceraperest tipler Kate'i zengin komşularının kızları olduğunu ve o kişilerinde çoooook zengin olduklarını düşünüp başına ekşirler. Filmin ayrıntısı: Bath zenginler için tehlikeli bir yer kardeş. Ha bir de muslinin metresi 5 şilin olabilir fazla para vermeyin. Bir de şu söz "No vampires no blood. The worst crimes are the crimes of the heart." Kepitıl!
The Young Victoria (2009)
Kraliçe Viktorya, ilk zamanları, çok sevgili Prens Albert ile (sakın google'da aramayın. ben aradım pişman oldum) aşkı, evliliği, Lord Melbourne falan... Gayet güzel bir film. Hele benim gibi Emily Blunt'a aşıksanız kesin izleyin. Filmin ayrıntısı: Lord Melbourne'un kralın doğungününe gittiğinde ve adının anons edildiğinde kadınların tepkileri, Viktorya ve Albertın ilk valsi (hele Viktoryanın o kayışı), "Don't underestimate Victoria" "Don't underestimate Melbourne", Sör Conroy'un her sahnesinde etrafında uçan sinek, Viktoryanın Alberta evlenme teklif etmesi, kraliçe olduğunda verdiği ilk emir.
Marie Antoinette (2006)
Sofia Coppola'nın en sevdiğim filmi. Yok böyle bir film. Filmin her noktası ayrıntı. Hangi birini anlatayım. Milyon kez izlemişimdir. Yukarıdakilerin hiçbirini izlemeseniz bile bunu mutlaka izleyin derim. Filmin ayrıntısı: ilk sahnesi, ayakkabı denerlerken arada görünen mavi converse, saraydaki kadınların kraliçe gelmeden 10. çocuğunu doğururken ölen kadından konuşurken kraliçenin gelişiyle 180 derece mod değişmeleri, pötitriyanonda gitar dinleyişleri, prenses yumurtaları pis görmesin diye temizlenip yerlerine konuşu, her gün yedikleri yemeklerin duruma göre değişmesi, İsveçli kont. Hatta o kontu oynaması için Tom Meighan'a teklif gitmiş (Kasabian solisti) ama o kabul etmemiş. Güzel film.
Daha başka filmler de var Vanity Fair, A Room With A View gibi... Vanity Fair salak bir film. A Room With A View'de de pipili adamlar var.. Amazing Grace her ne kadar dönem filmi olsa da bu listenin filmi değil. Anonymous'ı ayrıntıları bulacak kadar çok izlemedim henüz. Öneriniz varsa beyle izlerim ama lütfen çıkıp da Boleyn Kızı falan demeyin pls. .S .S
17 Nisan 2012 Salı
28 Mart 2012 Çarşamba
Atılım AQ
Artık yıllarca içiçde biriken öfkeyi, o kızgınlığı bir kaygım olmadan anlatabilirim sanırsam. Aman diplomalarımı vermediler aman mezun etmezler kaygım yok artık. Diplomamı aldığım dakikaya kadar bir kazık daha atmasını bekledim yalan değil. "Sana teknik çeviri vermemişiz mezun olamazsın" demelerini bekledim. Çünkü en başarılı 50 öğrencisini okulun tanıtım cd'si ile ödüllendiren saçma bir okul bizimkisi. Her şeyi beklersin. Utanma arlanma dışında her şeyi beklersin. Mezun oldum sanırsın seni tek ders sınavına sokmaya mecbur koyarlar sırf o 1500 doları alabilmek için.
Master başvurusu için diplomalarımı bana 2 ayda veren bir okuldan her şeyi beklerim. Üstelik dilekçe yazıp aciliyeti belirtmişken. Bir dilekçe yazarsın beceriksiz üç çapulcudan oluşan öğrenci işleri onu kaybeder bir de yavşak yavşak yüzüne bakar. Başka bir tane yazarsın iki hafta o odada sürünür sonra rektöre gider ama bir bakarsın ki rektör yurt dışına çıkmııış. Sonuçta en geç bir hafta içinde çıkması gereken (dilekçe yazınca acil oluyor ya hani) diploman 2 ayda çıkar.
İlk girdiğimiz yıl hazırlıkta dil sınavı için burnumuzdan getirmelerine bir şey demedik, bölümün birinci yılında "Ama sen ağlamıyosun kieee" diye öğrencisini yalvartmadan geçirmeyen hocalar için de bir şey demedik, halihazırda tonla not taking speaking writing dersleri almamıza rağmen "bu bizim bölümün temel dersleri alınacaaak" diye dönem uzatmalarına ama tıp çevirisi teknik çeviri gibi ESAS alınması gereken dersleri adam yerine konulmadığımız için alamadığımızda da bir şey demedik, çift anadal yaparken gördüğümüz o muameleye de bir şey demedik. Her yıl bahar şenlikleri için çalışırken her işimizi sekteye uğratmalarına da bir şey demedik. Aman mezun etmezler şurada kaç yıl kaç ay kaç gün kaldı diye.
Düşünün yani ilk 50'ye girmişiz ve bize verilen hediye bir tane not defteri ve bir de tanıtım cdsi. TANITIM CD'Sİ NE AMK o akşam bizi sahneye çıkarıp yüzümüze tükürselerdi bu kadar koymazdı. Yine de bir şey demedik. Ama o diplomaları beklerken yaşadığım o stres, aman başvuruyu kaçırdım kaçıracağım ne bok yerim o zaman düşüncesi yüzünden ömrüden giden o ömür yüzünden bundan sonra ömrüm oldukça her yerde her koşulda Atılım Üniversitesi'ni kötülemezsem ben de Dilara değilim.
Master başvurusu için diplomalarımı bana 2 ayda veren bir okuldan her şeyi beklerim. Üstelik dilekçe yazıp aciliyeti belirtmişken. Bir dilekçe yazarsın beceriksiz üç çapulcudan oluşan öğrenci işleri onu kaybeder bir de yavşak yavşak yüzüne bakar. Başka bir tane yazarsın iki hafta o odada sürünür sonra rektöre gider ama bir bakarsın ki rektör yurt dışına çıkmııış. Sonuçta en geç bir hafta içinde çıkması gereken (dilekçe yazınca acil oluyor ya hani) diploman 2 ayda çıkar.
İlk girdiğimiz yıl hazırlıkta dil sınavı için burnumuzdan getirmelerine bir şey demedik, bölümün birinci yılında "Ama sen ağlamıyosun kieee" diye öğrencisini yalvartmadan geçirmeyen hocalar için de bir şey demedik, halihazırda tonla not taking speaking writing dersleri almamıza rağmen "bu bizim bölümün temel dersleri alınacaaak" diye dönem uzatmalarına ama tıp çevirisi teknik çeviri gibi ESAS alınması gereken dersleri adam yerine konulmadığımız için alamadığımızda da bir şey demedik, çift anadal yaparken gördüğümüz o muameleye de bir şey demedik. Her yıl bahar şenlikleri için çalışırken her işimizi sekteye uğratmalarına da bir şey demedik. Aman mezun etmezler şurada kaç yıl kaç ay kaç gün kaldı diye.
Düşünün yani ilk 50'ye girmişiz ve bize verilen hediye bir tane not defteri ve bir de tanıtım cdsi. TANITIM CD'Sİ NE AMK o akşam bizi sahneye çıkarıp yüzümüze tükürselerdi bu kadar koymazdı. Yine de bir şey demedik. Ama o diplomaları beklerken yaşadığım o stres, aman başvuruyu kaçırdım kaçıracağım ne bok yerim o zaman düşüncesi yüzünden ömrüden giden o ömür yüzünden bundan sonra ömrüm oldukça her yerde her koşulda Atılım Üniversitesi'ni kötülemezsem ben de Dilara değilim.
23 Mart 2012 Cuma
Tablet Tablet Baksana
Bu yazının bir amacı yok, sadece yeni aldığım tabletin klavyesini daha çok kullanmak için yazıyorum. Asus'un şampanyası hala gelmedi benim de canıma tak etti. Mor renklisini aldım. Pişman da değilim valla. Düşündüğüm kadar da kötü değilmiş. Pek hoş bir şey. Ama çevirileri bununla yapmak için biraz daha alışmam lazım.
Tavsiye ederim ama Asus Transformer Prime'ı. Alabilirsiniz izin veriyorum.
Tavsiye ederim ama Asus Transformer Prime'ı. Alabilirsiniz izin veriyorum.
13 Mart 2012 Salı
Unutma Beni
Kim izliyo la bu Fox dizilerini dediğiniz şeylerden birini ben izliyorum bazen.
Gerçi o kadar sıkıyo ki artık yuh çüş breh breh diye ilk beş dakikasında kapatıyorum genelde. Ama gün içinde evdeyseniz pek kaçamıyorsunuz.
Adı Unutma Beni. Ama dizideki çoğu adamı unuttum bile ben. Hepsi kayboldu zaten. Her sezon yeni adamlar koyuyorlar, her gün bir olay. Ama izlemesen on yıl sonra baksan hala Emine, Şerif'e yalan söylüyordur - çünkü onu, Özgür'ü, Şeker Hala'yı ve babasını korumak istiyordur-, İlkay Ali'ye trip atıyordur - çünkü Ali'yi hak etmediğini düşünüp ona kötü davranarak uzaklaştırmaya çalışıyordur- falan!
Hani olur da bir gün açarsanız televizyonu ve bunu görürseniz, kim kimdi diye kafanız karışmasın diye ufak ufak tanıtayım bunları size.
Şerif
Has abi modunda bu Şerif. Komşu kızı Emine ile aralarında hiç kopmayan bir bağ olmasına rağmen sürekli aralarında 3. kişiler vardır. Bir keresinde bir pavyon şarkıcısıyla evlenmişti ama kadın bunu ondan saklayabildi. Bu kadar da salaktır Şerif. Bu pavyon karısından bir oğlu var Özgür. Ama bu bebeye Emine daha çok annelik etmiştir.
Emine
Komşu kızı Emine. Şerif'in kız kardeşi İlkay ile çok yakın arkadaşken bir ara Şerif'le evli kalmışlardı. Özgür'e baktı. Şerifin tüm şerefsizliklerine (aldatmıştı falan) katlandı. Annesinin sevgilisi annesini öldürüp Emine'yi pavyona satıp para kazanmak istemişti. Sonra adamın biri kurtarır gibi olup karısı gibi yapıp (cidden karısına benziyor diye yanına almıştı) sonra da daha büyük işkenceler etmiştir. Ama hala Şerif'e söyleyememektedir çünkü maldır, çünkü embesil bir eziktir Emine.
İlkay
Şerifin kardeşi. Bir ara kötü bir adamla evliydi. Esas sevgilisi Ali'den uzak kalmıştı. Ali de o sıralar bu kötü adam Rauf'un kız kardeşi Nazlı evliydi. Ama sonra o kötü adam Ali'nin kız kardeşiyle evlendi, araları tatlıya bağlandı. Nazlı da diziden ayrıldı zaten. İlkay'ın başına gelmeyen kalmadı. Şimdi de felçli ve evlerindeki hizmetçi kocasını ayartmaya çalışıp kızını çalmayı düşünüyor. O derece yani.
Ali
Esas oğlan Ali. Başına gelmeyen kalmayan bu Ali'nin esas Tuna diye bir arkadaşı vardır. Dizi'de herhalde hiç görülmedi ama her işi halletti bu Tuna. "Tuna'cım araştırır mısın kim bu?" Tuna hop arar bulur kim. Sonra Ali'yi arar durumu bildirir. Kötü adam Rauf'un kız kardeşi Nazlı Ali'yi kızının babası olarak göstertip evlenmişti. Ali de ondan intikam aldı. Nazlı da sonra ondan intikam aldı.
Şeker Hala
"Kardeşciim" diye ortalarda gezinen bu hala Şerif ve İlkay'ın ve daha nicelerinin halası. Bir nevi anne. Hepsine göz kulak olmaya çalışmaktan başka bir olayı yok dizide.
Hikmet Baba
Zamanında humar borcu için küçük kızı Çiğdem'i satmış ama şimdi ortalarda namus edep timsali olarak gezen hırbo. Şerif ve İlkay'ın da babasıdır.
Güler Anne
Şerif ve İlkay'ın ve Çiğdem'in ve Elvan'ın (karıda çocuk çok)annesi. Hırsız ekibi vardı. Kapkaççı gençleri yetiştiriyordu ama sonra Çiğdem'i bulduktan sonra o da namus timsali kesildi. Ayrıca kendisi Hababam Sınıfı Tatil'de filmindeki kızlardan biridir.
Çiğdem
Ali'nin eski eşi Nazlı Ali'den intikam almak için allem etti kallem etti ve Çiğdem'i Ali'nin yatağına sokup filmini çekip İlkay'a yolladı. Bu da yetmezmiş gibi Çiğdem Ali'den hamile kaldı ve sonra delirdi. Sonra İlkay'dan Ali'yi ayırmak için bir sürü şey yaptı. Bir ara tımarhanede kaldı. Sonra annesinin eski hırsızlarından birisine aşık oldu ve şimdi o da namus timsali.
Elvan

Güler Anne'nin çocuklarından biri. Babası ve üvey anası para karşılığı kızı evlendirmeye kalkınca Güler'in yanına kaçtı. Çiğdem'in deliliklerine katlanıyor.
Asuman

Ali'nin kız kardeşi. Kötü adam Rauf ile evlendi. Önceden Rauf'un oğluyla da takılmışlığı vardı. Annesine yıllarca Coğrafya okuyorum diye yalan söyledi. Şimdi namus timsali.
Rauf
Yıllar yılı her gün kötü adam olarak bilindi. İlkay'ı kaçırdı zorla evlendi. Sonra İlkay alkolik olunca nedense Rus bir işkenceciye teslim etti. İlkay delirdi. Çiğdem'in kocasını öldürdü. Kız kardeşine Ali için bir sürü yardım yaptı. Ali'nin babasını hapse attırdı. Ama şimdi Asuman ile evli ve namus timsali.
Kenan
Emine'nin işkenceci kocası. Hayatı zindan etmekle meşhur. Herkese ama herkese kötülük yapmış. Bir tek Emine'yi pavyondan çıkarıp onunla evlenmiş iyi olarak. Ama onun da niyeti farklıymış falan.
Ceylan
Şerif'in şimdiki karısı. Şerif'i öldürmek isteyen Kenan bunu başaramaz ve Şerif bu Ceylan'ların evine sığınır. Ama köy yerinde laf olur söz olur ve Şerif de Emine'nin ondan hamile olduğunu bilmeden gidip bu Ceylan ile evlenir. Evine getirir. Ama Ceylan azıtır, bi bok sanır kendini ve Emine'ye sen kimsin ayağı çeker. Dağdan gelir...
Zafer
Muzaffer, Sakıp, Uğur vb. isimleri ile her dönem bir başka kimlikte gelip hepsinin erzini dürten bir adam. Saf kötü adam. Şerif'in pavyoncu karısının sevgilisiydi. Şerif'ten nefret etmekte. Son durumu muallak. Nerede olduğunu bilmiyorum ama yüzünde bir yara bandı olduğuna eminim.
Meltem
Çiğdem kendi bebeği öldüğünde İlkay'ın bebeğini ortadan kaldırmak için bu Meltemin bebeği ile değişir. Ama o bebek ölür. İlkay esas bebeği öğrenir. Gidip alırlar. Meltem hala İlkay'ın bebeğini kendi bebeği sanır. Bir şekilde kendini sevdirir ve İlkay'ların evine sokar kendini. Ali'ye yazar. İlkay'a yanlış ilaçlar verir (felçli falan) masözünü kovdurur.
Özgür
Berk'lere ders çalışmaya gider hep. Evlerinin kapısında görünür sadece.
Ben size diyorum çok boş vaktim var.
Gerçi o kadar sıkıyo ki artık yuh çüş breh breh diye ilk beş dakikasında kapatıyorum genelde. Ama gün içinde evdeyseniz pek kaçamıyorsunuz.
Adı Unutma Beni. Ama dizideki çoğu adamı unuttum bile ben. Hepsi kayboldu zaten. Her sezon yeni adamlar koyuyorlar, her gün bir olay. Ama izlemesen on yıl sonra baksan hala Emine, Şerif'e yalan söylüyordur - çünkü onu, Özgür'ü, Şeker Hala'yı ve babasını korumak istiyordur-, İlkay Ali'ye trip atıyordur - çünkü Ali'yi hak etmediğini düşünüp ona kötü davranarak uzaklaştırmaya çalışıyordur- falan!
Hani olur da bir gün açarsanız televizyonu ve bunu görürseniz, kim kimdi diye kafanız karışmasın diye ufak ufak tanıtayım bunları size.
Şerif

Emine

İlkay

Ali

Şeker Hala

Hikmet Baba

Güler Anne

Çiğdem

Elvan

Güler Anne'nin çocuklarından biri. Babası ve üvey anası para karşılığı kızı evlendirmeye kalkınca Güler'in yanına kaçtı. Çiğdem'in deliliklerine katlanıyor.
Asuman

Ali'nin kız kardeşi. Kötü adam Rauf ile evlendi. Önceden Rauf'un oğluyla da takılmışlığı vardı. Annesine yıllarca Coğrafya okuyorum diye yalan söyledi. Şimdi namus timsali.
Rauf

Kenan

Ceylan
Zafer

Meltem

Özgür

Ben size diyorum çok boş vaktim var.
7 Mart 2012 Çarşamba
Tuz Masalı
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, çook uzak diyarların birisinde güçlü bir hükümdarlık varmış. Bu hükümdarlık, gücü ve adaleti ile dillere destan olurmuş.
Hükümdarın 3 tane oğlu varmış. Hükümdar bir gün oğullarını denemek için yanına çağırtmış onları.
-Beni ne kadar seviyorsunuz?, diye sormuş oğullarına.
İlk oğlan anasının gözü:
- Sizi dünyadaki tüm altın ve gümüşler pahasına seviyorum, demiş. Hükümdarın hoşuna gitmiş bu cevap, gururdan kabarmış.
İkinci oğlan daha bir anasının gözü:
- Ben sizi dünyadaki tüm değerli taşlar, tüm güzel saraylar ve konaklar pahasına seviyorum, demiş. Adam iyice ilgi manyağı olmuş, şımarmış.
Üçüncü ve hiçbir zaman tahtın ona gelmeyeceğini bilen oğlan babasına bakıp direkt:
- Ben sizi tuz kadar seviyorum babacığım, demiş.
Hükümdar tüm altın, gümüş, elmas, güzel saraylar ve konaklardan sonra tuzu beğenmemiş tabii. Kızmış küçük oğluna, bu oğlan beni ancak tuz kadar sevip sayıyor demek ki, demiş ve oğlanı ülkeden sürmüş.
Diğer oğlanlar da sevinmiş babaları onları daha çok seviyor diye. Yalakalıkta sınır tanımamışlar ibneler.
Sürülen küçük oğlan dağları ovaları aşmış, koca nehirlerden ve denizlerden geçmiş sonra bir bakmış bir arpa boyu yol gitmiş. Biraz daha yürüdükten sonra bir başka hükümdarlığa varmış. O kadar yorgunmuş ki artık, karşısına çıkan ilk kapıyı çalmış. Yaşlı bir teyze çıkmış karşısına. Bu küçük oğlan nereden geldiğini, kim olduğunu çaktırmadan teyzeden yardım dilenmiş. Teyze de oğlana bir oda vermiş, karnını doyurmuş.
Ertesi sabah büyük bir gürültüyle uyanmış küçük bebe.
-Teyze, teyze hayırdır? Bayram mıdır, seyran mıdır, bu ne gürültü?, demiş teyzeye.
Teyze de:
- Yok yavrum, bugün talih kuşu uçacak ve yeni hükümdarımızın başına konacak, demiş.
Neyse tutmuşlar meydanın yolunu. Kuş uçmuş, gitmiş gelmiş bu küçük piçin kafasına konmuş. İnsanlar isyeaan etmiş "yabancı birisi bu, bize hükümdar olamaz" demişler. Küçük oğlan da kimseye bir şey dememiş.
Ertesi gün tekrar toplanmışlar, küçük velet gitmemiş meydana. Issız bir köşede sessizce seçimin bitmesini beklemiş. Ama kuş gene gelip bunun kafasına konmamış mı?! İnsanlar gene isyanda olmaz hayır, bir daha deneyelim demişler.
Ertesi gün küçük bala teyzeden helallik almış ve oradan uzaklaşmaya başlamış. Ama kuş gene gelmiş ve bunun başına konmuş.
O zaman insanlar höh demişler ve mecbur kabul etmişler. Çağa da hükümdar olmuş o memlekete. Uzun yıllar kendisi büyürken memleketi de büyütmüş. İlim, bilim gırla yani o derece...
O sırada kendi memleketinde, büyük abisi, babasının tüm altın ve gümüşlerini her seferinde "uff snne be slkk .s .s" diyen karıya kıza harcamış. Ortanca oğlan da memleketi ve o güzelim sarayları konakları yabancı mihraklara satmakla meşgulmüş. Hükümdar üzgünmüş ama yine de küçük oğlunu affetmemiş.
Küçük oğlan, yani yeni memleketinin hükümdarı bir gün babasına bir davet yollamış. Hükümdar olarak tabi, hiç çaktırmamış kim olduğunu falan.
Adam da kalkmış gitmiş. Belki yeni bir dostum olur, belki ülkemi kurtarırım ümidiyle. Yeni hükümdar küçük piç oğlan öyle bir sofra donatmış ki dillere destan olmuş. Ama yemeklerin hiçbirine tuz koydurmamış. Yal gibi iğrenç olmuş o yüzden hepsi.
Hükümdar gelmiş oturmuş sofraya. Bir güzel yemeye başlamış. Tuzun olmadığını fark edince:
- Pardon hükümdar bey oğlum sizin memlekette tuz mu yok, fakir misiniz pardon da yani? demiş.
Hükümdar da:
- Olur mu efendim, bizim memleketimizde tuzdan bol ne var?, demiş.
- E o zaman neden yemeklerde tuz yok, diye sormuş adam.
- Ben sizin tuzu hiç sevmediğinizi duymuştum, demiş kindar küçük hükümdar oğlan oğul.
- Olur mu hiç, ben tuza bayılırım, tuzsuz yaşayamam demiş, hükümdar.
- O zaman oğlunuzu niye tuz "kadar seviyorum sizi" dedi diye memleketinden sürdünüz ZAA!, demiş oğlan.
O zaman fark etmiş ki hükümdar, karşısındaki bu genç adam kendi oğlu.
Sonunu sevmiyorum bu masalın, herkes barışıyo bayram ediyorlar falan. Bana ters. Ha ben bunu niye anlattım? Canım acayip tuz çekiyor, tuz aş eriyorum resmen, tuuuuuuuz tuuuuuuuuuuz tuuuuuuuuuuuuuuz!!!!
Hükümdarın 3 tane oğlu varmış. Hükümdar bir gün oğullarını denemek için yanına çağırtmış onları.
-Beni ne kadar seviyorsunuz?, diye sormuş oğullarına.
İlk oğlan anasının gözü:
- Sizi dünyadaki tüm altın ve gümüşler pahasına seviyorum, demiş. Hükümdarın hoşuna gitmiş bu cevap, gururdan kabarmış.
İkinci oğlan daha bir anasının gözü:
- Ben sizi dünyadaki tüm değerli taşlar, tüm güzel saraylar ve konaklar pahasına seviyorum, demiş. Adam iyice ilgi manyağı olmuş, şımarmış.
Üçüncü ve hiçbir zaman tahtın ona gelmeyeceğini bilen oğlan babasına bakıp direkt:
- Ben sizi tuz kadar seviyorum babacığım, demiş.
Hükümdar tüm altın, gümüş, elmas, güzel saraylar ve konaklardan sonra tuzu beğenmemiş tabii. Kızmış küçük oğluna, bu oğlan beni ancak tuz kadar sevip sayıyor demek ki, demiş ve oğlanı ülkeden sürmüş.
Diğer oğlanlar da sevinmiş babaları onları daha çok seviyor diye. Yalakalıkta sınır tanımamışlar ibneler.
Sürülen küçük oğlan dağları ovaları aşmış, koca nehirlerden ve denizlerden geçmiş sonra bir bakmış bir arpa boyu yol gitmiş. Biraz daha yürüdükten sonra bir başka hükümdarlığa varmış. O kadar yorgunmuş ki artık, karşısına çıkan ilk kapıyı çalmış. Yaşlı bir teyze çıkmış karşısına. Bu küçük oğlan nereden geldiğini, kim olduğunu çaktırmadan teyzeden yardım dilenmiş. Teyze de oğlana bir oda vermiş, karnını doyurmuş.
Ertesi sabah büyük bir gürültüyle uyanmış küçük bebe.
-Teyze, teyze hayırdır? Bayram mıdır, seyran mıdır, bu ne gürültü?, demiş teyzeye.
Teyze de:
- Yok yavrum, bugün talih kuşu uçacak ve yeni hükümdarımızın başına konacak, demiş.
Neyse tutmuşlar meydanın yolunu. Kuş uçmuş, gitmiş gelmiş bu küçük piçin kafasına konmuş. İnsanlar isyeaan etmiş "yabancı birisi bu, bize hükümdar olamaz" demişler. Küçük oğlan da kimseye bir şey dememiş.
Ertesi gün tekrar toplanmışlar, küçük velet gitmemiş meydana. Issız bir köşede sessizce seçimin bitmesini beklemiş. Ama kuş gene gelip bunun kafasına konmamış mı?! İnsanlar gene isyanda olmaz hayır, bir daha deneyelim demişler.
Ertesi gün küçük bala teyzeden helallik almış ve oradan uzaklaşmaya başlamış. Ama kuş gene gelmiş ve bunun başına konmuş.
O zaman insanlar höh demişler ve mecbur kabul etmişler. Çağa da hükümdar olmuş o memlekete. Uzun yıllar kendisi büyürken memleketi de büyütmüş. İlim, bilim gırla yani o derece...
O sırada kendi memleketinde, büyük abisi, babasının tüm altın ve gümüşlerini her seferinde "uff snne be slkk .s .s" diyen karıya kıza harcamış. Ortanca oğlan da memleketi ve o güzelim sarayları konakları yabancı mihraklara satmakla meşgulmüş. Hükümdar üzgünmüş ama yine de küçük oğlunu affetmemiş.
Küçük oğlan, yani yeni memleketinin hükümdarı bir gün babasına bir davet yollamış. Hükümdar olarak tabi, hiç çaktırmamış kim olduğunu falan.
Adam da kalkmış gitmiş. Belki yeni bir dostum olur, belki ülkemi kurtarırım ümidiyle. Yeni hükümdar küçük piç oğlan öyle bir sofra donatmış ki dillere destan olmuş. Ama yemeklerin hiçbirine tuz koydurmamış. Yal gibi iğrenç olmuş o yüzden hepsi.
Hükümdar gelmiş oturmuş sofraya. Bir güzel yemeye başlamış. Tuzun olmadığını fark edince:
- Pardon hükümdar bey oğlum sizin memlekette tuz mu yok, fakir misiniz pardon da yani? demiş.
Hükümdar da:
- Olur mu efendim, bizim memleketimizde tuzdan bol ne var?, demiş.
- E o zaman neden yemeklerde tuz yok, diye sormuş adam.
- Ben sizin tuzu hiç sevmediğinizi duymuştum, demiş kindar küçük hükümdar oğlan oğul.
- Olur mu hiç, ben tuza bayılırım, tuzsuz yaşayamam demiş, hükümdar.
- O zaman oğlunuzu niye tuz "kadar seviyorum sizi" dedi diye memleketinden sürdünüz ZAA!, demiş oğlan.
O zaman fark etmiş ki hükümdar, karşısındaki bu genç adam kendi oğlu.
Sonunu sevmiyorum bu masalın, herkes barışıyo bayram ediyorlar falan. Bana ters. Ha ben bunu niye anlattım? Canım acayip tuz çekiyor, tuz aş eriyorum resmen, tuuuuuuuz tuuuuuuuuuuz tuuuuuuuuuuuuuuz!!!!
27 Şubat 2012 Pazartesi
Asus Transformer Prime
Efendim uzun zamandır kendi bilgisayarımın artık pert olması ve sürekli olarak baba bilgisayarında sığıntı gibi yaşamaktan gına geldiğinden ve elime üç kuruş para geçtiğinden yeni bir bilgisayar almaya niyetlenmiştim. Ama aslında baba bilgisayarı nasıl olsa bana kaldı istesem tablet alabilirim ne güzel olar diye gönlüm tabletlere kaydıydı.
Oturdum araştırdım. Ipad almayacağım garantiydi. Çünkü Ipad sevmiyordum. Çünkü Ipad'den tiskiniyordum. Bunun bir çok sebebi vardı çünkü, ne kadar sonradan görme varsa hepsinde olması başta olmak üzere, piyasada daha kaliteli ve DAHA UCUZ ürünlerin olduğunu bilmem gibi...
Ayrıca ASUS severim ben. Kullandığım bilgisayarların (iki tane zati) hepsi (arada emanet kullandıklarım dahil olmak üzere) ASUS idi. ASUS seviyordum. ASUS bir taneydi. ASUS, ASUS'tu, gerisi yalandı... Hiçbir orijinalitesi olmayabilirdi ancak her zaman daha iyisini yapardı. Biz böyle bilir böyle severdik ASUS'u. O, candı... canandı...
Tablet araştırırken (kasımda başladım) ASUS'un mükemmel ötesi güzel bir tablet çıkaracağını duydum. Bu öylesine güzel öylesine kalite bir tablet olacaktı ki, herkes heyecanla bekler olmuştu. Üstelik takılabilir klavyesi ile çevirilerimi rahatlıkla yapabilecektim, böylece laptop yükünden büyük ölçüde kurtulmuş olacaktım. Çok heyecanlıydım, parası neyse verip alacaktım gardaş.

Ocak ortası gibi ilk olarak klavyesiz modelini sürdüler piyasaya. Klavyesi sonra satılmaya başlandı, ikisi birlikte 1.600 lira gibi bir şey ediyordu. Yalnız bir sorun vardı. İki renkli çıkan ürünün sadece dangalak bir MOR rengi gelmişti güzel ve yalnız ülkemize. Çalışanlara diğer güzelim, şahane, fevkaladenin fevkinde şampanya rengini sorduğum zaman gördüğüm tepki yıktı beni.
Aylardır tablet araştıran ben sanki sırf rengine bakıyomuşum da manavdan elma seçiyormuşum gibi, teknolojiden anlamayan andaval biriymişim gibi bir tepki. Sanki Allah benim belamı versinmiş, "taş gibi tablet, alacak paran da var, sırf dışına göre mi seçiyosun" bakışlarına maruz kalmıştım.
Size ne lan hırtolar? Diyelim ki öyle rengine göre seçiyorum gene de sana ne lan angut! Sen kimsin sünepe! Fakir! Aşağılık yaratık. Kahpe! Sana ne lan düdük! Sana ne lan bebe! Zalım mısın?
Feci inada bindirdim Şampanya rengi gelene kadar bekleyeceğim ulan!
Oturdum araştırdım. Ipad almayacağım garantiydi. Çünkü Ipad sevmiyordum. Çünkü Ipad'den tiskiniyordum. Bunun bir çok sebebi vardı çünkü, ne kadar sonradan görme varsa hepsinde olması başta olmak üzere, piyasada daha kaliteli ve DAHA UCUZ ürünlerin olduğunu bilmem gibi...
Ayrıca ASUS severim ben. Kullandığım bilgisayarların (iki tane zati) hepsi (arada emanet kullandıklarım dahil olmak üzere) ASUS idi. ASUS seviyordum. ASUS bir taneydi. ASUS, ASUS'tu, gerisi yalandı... Hiçbir orijinalitesi olmayabilirdi ancak her zaman daha iyisini yapardı. Biz böyle bilir böyle severdik ASUS'u. O, candı... canandı...
Tablet araştırırken (kasımda başladım) ASUS'un mükemmel ötesi güzel bir tablet çıkaracağını duydum. Bu öylesine güzel öylesine kalite bir tablet olacaktı ki, herkes heyecanla bekler olmuştu. Üstelik takılabilir klavyesi ile çevirilerimi rahatlıkla yapabilecektim, böylece laptop yükünden büyük ölçüde kurtulmuş olacaktım. Çok heyecanlıydım, parası neyse verip alacaktım gardaş.

Ocak ortası gibi ilk olarak klavyesiz modelini sürdüler piyasaya. Klavyesi sonra satılmaya başlandı, ikisi birlikte 1.600 lira gibi bir şey ediyordu. Yalnız bir sorun vardı. İki renkli çıkan ürünün sadece dangalak bir MOR rengi gelmişti güzel ve yalnız ülkemize. Çalışanlara diğer güzelim, şahane, fevkaladenin fevkinde şampanya rengini sorduğum zaman gördüğüm tepki yıktı beni.
Aylardır tablet araştıran ben sanki sırf rengine bakıyomuşum da manavdan elma seçiyormuşum gibi, teknolojiden anlamayan andaval biriymişim gibi bir tepki. Sanki Allah benim belamı versinmiş, "taş gibi tablet, alacak paran da var, sırf dışına göre mi seçiyosun" bakışlarına maruz kalmıştım.
Size ne lan hırtolar? Diyelim ki öyle rengine göre seçiyorum gene de sana ne lan angut! Sen kimsin sünepe! Fakir! Aşağılık yaratık. Kahpe! Sana ne lan düdük! Sana ne lan bebe! Zalım mısın?
Feci inada bindirdim Şampanya rengi gelene kadar bekleyeceğim ulan!
7 Şubat 2012 Salı
Sinikırs

"Açken sen sen değilsin" mottolu reklama kılım. İzlemeyen (varsa) için anlatayım. Bir grup bekar erkek ev taşıyor. Aralarından biri açlıktan Muazzez Abacı'ya öbürü de Gönül Yazar'a dönmüş. Muazzez'e bilgisayar ekranını karpuz gibi fırlatmalarının ardından gayet tabi Muazzez dengesini kaybedip yere düşüyor. Sonra diğer bekar erkekler bununla alay ediyor, tüylü bamya falan filan diyerekten.
O tüylü bamya diyenin ağzına s*çarım lan ben! Terbiyesiz herif! Kimsin lan sen? Kimsiin? Geçmişin beleşten iş gücü bulmuşun köle gibi çalıştırıyon arkadaşını, üstüne üstlük bi de alay ediyosun. Hırbo. Ağzını burnunu dağıtırım ben o Muazzez'in yerinde olsam. Hele o aralarına girmeye çalışarak "al abi bi sinikırs ye" diyen kıroyu daha bir döverim. Ulan sen arkadaşını sabahtan beri senin evini taşıması için eşşek gibi çalıştır, bir yemek ısmarlama g*tten bi çikolata ile geçiştir. Ulan angut! Ulan dallama! İnsanlıktan nasibini almamış orangutan! Nesin lan sen? İnsan mısın?
Muazzez ile Gönül'ün orada bulunmaması gerek en baştan. Böyle heriflerin hem evini taşıyıp hem alay edilip sonra da sanki y*rraklık eden onlarmış gibi muamele görmelerini hak etmiyorlar. Yalan mı? Alsın o tüylü bamya diyen bi tarafına kosun o sinikırsı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)