11 Nisan 2013 Perşembe

Film Çelıncı 11.Gün

Ejderha dövmeli kızın kitaplarını okumadım. İzlediğim ikinci versiyonundan sonra da okumayı hiç düşünmedim. Ama bu ilk film cidden okumam gerektiğini hissettirdi. Kesinlikle çekilen ikinci filme göre çok daha dolu bir film olmuş. Noomi Rapace zaten harika ötesi karizmatik bir insan. Onun oynadığı Lisbeth, diğer çemçüğün oynadığından daha oturaklı bir karakter olmuş. Zaten bu yüzden de En Sevdiğim Karakter olarak onu diyeceğim (tabii ki de).

En kısa zamanda diğer filmlerini de izleyip, kitaplarını okumayı düşünüyorum.

İnsan ister istemez diğer izlediğiyle kıyaslamaya gidiyor. Bütün film boyunca ama öbüründe böyle değildi, burda böyle değildi falan gibi şeylere takıldı kafam. Hollywood'un acınası romanslarının yanında bu soğuk İsveç'lilerinki bile daha samimi, daha oturaklı olmuş.

Bir de neden o kadar değişirsin ki arkadaşım onu da anlamış değilim ben. Madem ortada kurulu bir düzen var, bir kurgu var daha niye oynuyorsun üstünde saçma salak eklemeler çıkarmalar yapıyorsun? Madem ben daha iyisini çekerim diye bir iddian var, en azından saygılı ol da hikayeden sapma.

Tabii Hollywood'un böyle bir kaygısının olduğunu düşünmek naiflik. Neyse.

En sevdiğim dialog Martin ile Blomkvist arasında o işkence sahnesinde geçen dialog idi. Öbür filmde de oydu gerçi. İki filmdeki tek ortak paydam o sahne oldu zaten.

Ama en sevdiğim sahne tabii ki de arada bir ekrana giren Harriet'in resmi oldu. Öyle anlarda koyuyorlardı ki o resmi, filmi bütünleştiren nokta olmuş resmen. O da şudur:


Ne kaa güzel bi kız. Her ne kadar makyaj ve fotofoş da olsa..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder