30 Nisan 2015 Perşembe

Cassey Ho

Youtube' da çılgın bir abla var adı Cassey Ho. Dünyanın en içten, en gaza getirici ve en sevimli pilates hocası olsa gerek. Hiçbir egzersizini tam bitiremesem de her bölümünü mutlaka ama mutlaka izlerim. Mükemmel ya.

Bilenler bilir, Amerika' da yaşayan Asyalı ailelerin çocuklarına olan baskıları muhteşem boyutlarda. Bu kızın babası da kızının doktor olmasını istemiş, başka hiçbir şey yapmasına izin vermemiş. Kendisi anlatıyor bunları. Diyor ki "Benim babam, zamanında yaptığım çizimler ile alay ederdi, senden modacı falan olmaz sadece adam gibi bir bölüm oku, derdi". Adam bunu çocukluğundan beri sürekli olarak söylemiş.

Düşünsene, beş yaşından itibaren baban sana "Senden bir bok olmaz, çizme bunları" diyor... Ve bunu sırf para getirecek bir iş için yaptığını düşün. Böyle böyle kızı zorla tıbba yazdırmışlar. Sonrası da bitmemiş, adam, kızın her aldığı derse, ders dışı tüm vakitlerine karışmış. Neden bu seçmeli dersi aldın, niye boş durdun diye beynini yemiş kızın.

Ve bu kız uzun bir süre kendinden nefret ederek, her şeyine bir kusur bularak yaşamış, doğal olarak. Ağır bir depresyon geçirmiş. Ama sonra pilates yapmaya başlamış, çok zevk aldığını fark etmiş. Bunu bir iş olarak seçmiş kendine. Sadece youtube' da değil, bir çok yerde tanınan bir hoca olmuş. Ve şuan babasına ve ona inanmayan sülalesine inat kendi spor giyim markasını yaratmış olup milyonları kırmakta. Son kuruşuna kadar helal.

Cassey, bizdeki pilates manyağının (Ebru) aksine anoreksik değil. Çok sağlıklı olduğu belli, yediğini içtiğini ve yaptığı sporu paylaşmasından, konuşmasına kadar. Kızın yüzüne baktığın zaman resmen gözlerinden hayat fışkırıyor kızın ya... Hastalık derecesinde zayıf değil. Ve bu yüzden sürekli olarak internette hakarete uğruyormuş. "Sen ne biçim hocasın, göbekli hoca mı olur" diyeni çokmuş. Halbuki göbekli değil, kız sadece piyasadaki hoca bozuntularının aksine ideal kilosunda, daha azında değil. Kız normal. Kız vücudundan memnun. Kız mutlu.

Son zamanlarda bu konuda çok konuşur olmuştu, bakmış konuşmakla olmuyor, herkesin sesini kesecek bir video yapmış. Buyurunuz:


27 Nisan 2015 Pazartesi

Ayın 5 Şarkısı

Bu ay aslında Saint Cava' nın şarkısı aldı götürdü her şeyi. Ama öyle böyle değil, yatıyorum onunla kalkıyorum onunla. Çok güzel lan. Ama yine de diğer şarkılar da göz önünde bulundurulmalı kesinlikle. Seveceğinizi tahmin ediyorum.

1. Kid Cudi, Haim - Red Eye
Bu şarkı bu ay bir listede karşıma çıktı. Ne yalan söyleyeyim ilk defa dinledim. Kid Cudi' nin başka şarkılarını bilirdim de Haim' den zerre hazzetmezdim. Ama birlikte pek iyi olmuş.


Not: Bir de Red Eye deyince aklıma Nicole Kidman geliyor...  99' dan beri Red Eye. Bu kadının gözleri neden hep böyle acaba? Hep kafası güzel mi geziyor, yoksa gözünde bir sorun mu var? Ben son filmlerinde vardır diye düşünüyordum ama epey eski filmlerinde de durum bu. Bir de hep yakın çekim yaparlar gözlerine herhalde bir anlamı falan var... ASDFGSDFGH


2. Saint Cava - Forget
İşte budur. Tek kelimeyle.


3. Röyksopp, Robyn - Monument
Meşhur Spotify listelerinin birisinde can yakmakta bu şarkı da...


4. Faun - Diese kalte Nacht
Vazgeçilmezim. İlk çıktığı günden beri dinlerim bu albümü. Bu ay geri dönüş yaşadım. Bir de bir şey fark ettim: Geçen yıl aynı vakitlerde ne dinlemişsem bu yıl da aynı şeyleri dinliyorum. Enteresan.


5. Night on Bald Mountain
İş bulamaz iken iş başvurularını hiç eden HR bölümlerinin ölümlerini planlarken güzel gidiyor. Tavsiye.

Arkadaşlar bu arada Orphan Black' in yeni sezonu başladı. Eğer izleyecek bir şeyim yok diyorsanız mutlaka tavsiyemdir.

20 Nisan 2015 Pazartesi

Okuma Bozukluğu

Ne zamandır dikkatimi çeken bir konu var, beni çok rahatsız ediyor. Tamamen benimle alakalı, kimseye laf sokmak değil amacım bu yazıda. Ama eminim başkalarında da vardır.

Eskisi gibi kitap okuyamamak.


Şöyle ki, eskiden köpek gibi kitap okurdum, her elime geçeni okurdum. Artık elime bir kitap aldığım zaman o kitabın elimde durma süresi 10 dakikayı geçemiyor. Geçen trafoya kedi girince ve bütün bir gün internetsiz bilgisayarsız kalınca dedim işte tam zamanı, eskisi gibi okuyabilirim. Yok arkadaş, sürekli olarak olmuyor. 

Daha sonra şu makaleye denk geldim. Diyor ki, günlük olarak bir insan (tabii o Amerika’ nın ortalamasını almış) bir günde ortalama 100,500 kelimeye maruz kalıyormuş. Tüm bunlar, televizyondan, bilgisayardan, yoldaki tabelalara kadar her şeyi kapsıyor. İki roman ediyor bu sayı bayanlar baylar. İki roman… (Tercüman olarak işim metinlerle alakalı olduğu için bu ortalamanın üstünde kaldığımı düşünüyorum. Hele elimde yetiştirmem gereken bir iş varsa.)


Ve bu kadar kelimeye maruz kalınca da normal okuma ve okuduğumuzu anlama oranımız düşüyormuş. Okuyup geçmeye ve üzerinde fazla düşünüp analiz yapmamaya çok alışmışız demek ki. 

Şuan kara kara düşünüyorum, ben bu sayıyı nasıl azaltırım diye. Ben hep bunun sebebinin bilgisayar kaynaklı olduğunu düşünüyordum ama geri kalanın da sayısı pek az değil. Kaldı ki işim bilgisayarla. Aklınıza bir fikir gelirse paylaşın. Bir çaresine bakalım şu işin.

19 Nisan 2015 Pazar

Ondan Bundan Vol.12

Vay anasını, bu yazının 12.' sini yazdığıma inanamıyorum! O kadar oldu mu yahu? Valla olmuş işte.


* Sıfırı tükettim arkadaşlar. Her yönden üstelik, sadece parasal anlamda da değil. Param bitti, izleyecek filmlerim bitti, bu ay sonunda muhtemelen Spotify hesabımı da yenileyemeyeceğim. Tıkandım her açıdan. Yapılacaklar listemi açıyorum, bomboş! Hiçbir şey koyamıyorum içine resmen. Geçen Kolombiyana mesaj attı "ee ne zaman gidiyoruz Los Angeles' a birlikte" diyor. Kıza diyemedim benim dolmuşa binecek kadar bile param kalmadı diye. Kızılay' a gidemiyorum ben amk.


* Bu arada Atılım' dan arkadaşlarımız Mert Kağan Ekinci ve Onur Orhun Bozkurt hepimizin hayali olan tercüme bürosunu açabilme cesaretini gösterdiler. Çok büyük bir tebriği hak ettiler. Başarılı insanların işlerini büyütmeleri gibi güzel bir şey daha yok ya. Darısı başımıza.


* Spotify Kanada listeleri bir harika dostum. Great Lake Swimmers tarzı şarkılara hastaysanız siz de kesinlikle tavsiye ederim.

* Facebook' ta sağ alt köşede, zaten ekli olduğunu düşündüğüm sevgili "arkadaşlarım"ın esasında ekli olmadığını ve önerilenler olarak yerini aldığını görüyorum. Helal size. Cansınız.


* Bu aralar sıkıntılı. Ama ayın 5 şarkısı mükemmel olacak işte tam da bu yüzden. Son olarak kendimi hareketlendirmek veya en azından kalkıp bir iş yapmak için hareketli şarkılara sardığımı belirteyim. Uzun zamandır dinlemediğim kadar folk metal şarkıları dinliyorum yine. Bünyeye iyi geliyor.

Bu kadar yeter bu seferlik.

14 Nisan 2015 Salı

Kaybolan Gençlik

Arkadaş, dün gece bir aydınlanma yaşadım ki sorma gitsin. Bir zamanlar üniversitede çok kuğul arkadaşlar vardı. Bu arkadaşların ekseriyeti hipster idi. Hepsi ama hepsi Hindistan' a gitme hayalleri kuruyordu. Fire vermeden hepsi Arcade Fire falan dinlerdi. Kızlar saçlarını lavanta rengine boyardı, oğlanlar hipster sakalı ve gömleği ile gezerdi. Ve tüm bunlar şöyle bir 4 yıl öncesinde gerçekleşmişti. Bunlar, şimdilerde olduğu kadar popüler özellikler de değildi. 


Gözünüzde canlandı mı bu arkadaşlar? Genelde dil ile alakalı bir şey okurlardı. Eski Yunancaya falan merak salarlardı. Hiçbir festivale gitmez ama en çok onlar gider gibi görünürlerdi. Bakımsızlardı. Suratsızlardı. Ama hep o davet edilmediğimiz partilerde resimler çekilir profil fotoları yaparlardı.


Arkadaş, hiçbiri ortada yok! Hiçbiri!!! Kayıplar lan. En son bunlardan birisiyle konuştuğum zaman sanırım sene 2011 idi. Ne oldu bunlara kuzum? Nerelere gittiler? Hepsi hesaplarını kapadı. Hepsi ortadan kayboldu. Hiçbiri yeni müzik dinlemiyor, hiçbiri bir paylaşımda bulunmuyor. Ne iş yapıyorlar, nerelerde takılıyorlar? Boyut mu atladılar nedir? 

Hayır başlarına bir şey geldi diye korkuyorum. Nazik çocuklar, kırılganlar falan..

9 Nisan 2015 Perşembe

Twitter Fenomenliği İsim Rehberi

Son zamanlarda Twitter' da süregelen bir durumu fark ettim. Aslında çok önceden beri var olan bir durumdu. Ama yeni dikkatimi çekti ne yalan söyleyeyim. Önceden umuruma bile değildi.


Efendim neymiş o durum diyeceksiniz. "Fenomen" isimleri. Ya da fenomen olmaya çalışan insan isimleri. Aynı İstanbullu rock grubu isimleri gibi, bu isimlerde de bir acayiplik var. Ben de üşenmedim, oturdum ve size bu isimlerin bir analizini yaptım. Afiyet olsun.

İlk önce kadın ve erkekleri ayırmam gerekiyor. Sonunda hepsi aynı kapıya çıkacak gerçi. Kadınlardan başlayalım.


1. Kadınsan "hanım, prenses, miss, matmazel ve hatta mademoiselle gibi kelimeleri kullanacaksın. Ama mesela "bilmem ne hanım" değil "bilmem neyin hanımı" diyeceksin. Güdüllü Prensesi gibi. Gönüllerin Leydisi gibi. Ne bileyim, Kitaplığın Hanımı gibi.

2. Üstte verdiğim örneklere dayanarak, eğer ikinci kelimeniz yabancı çağrışımlı ise ilk kelimeniz mutlaka bir köy veya kasaba ismi olmalı. İkinci kelime ne kadar batılı ise ilk kelime o kadar doğulu olmalı. Ya da tam tersi. Bağcılar Leydisi, Zonguldak Ereğlisi Matmazeli, Kızılcahamam Prensesi, Çekoslovakya Teyzesi, bu şekilde yani.

3. Çok garip bir şekilde kadınlar "paçoz, yelloz, yosma" gibi kelimeleri de kullanmaktalar. Acayip...


Gelelim erkeklere:

1. Kadınlar için olan ilk iki kural geçerli burada da. "Bey, beyzade, paşa, efendi, paşazade" gibi kelimeler çok kullanılmakta. Ama işte kadınlardaki gibi bu sefer Güdüllü Monşeri, Kuala Lumpur Paşazadesi gibi kullanacaksınız.

2. Soyadını olduğu gibi kullanan ama ilk ismini yabancı ellerden seçen erkekler de mevcut. Jonathan Mıngıllıoğlu gibi (öyle biri yok, varsa da bilmiyorum). Ricardo Öztürk gibi. Tabii bunun tam tersi de olabilir. Adını olduğu gibi yazıp soyadını değişen olabilir. Ama bu soyadı bu sefer hoşlandığı film karakterlerinin isimleri olabilir. Selahattin Durden gibi.


3. Erkeklerde uydurma kelime uydurup kendine isim olarak seçenler de mevcut bildiğiniz gibi. Asgande Tusgandi gibi isimler uyduracaksın. Biraz halka yaklaştırmak için sonuna başına bey, bay bir şeyler yerleştir işte.

4. Erkeklerde bir de kendi çaplarında esprili şakalı isim adaptasyonlar da çok gidiyor bu sıralar. Marco Paşazade Sezai de mesela. Kül Tigin Recai mesela. İbrahim A. Dumas, Sigmund Necmettin Tüzelkişilik, yardır gitsin, sınırı mı var bunların?


Tüm bunları yaptığınızda insanlar direkt olarak sizin fenomen olabileceğinizi düşünüp takibe alıyor. Tavsiye.


2 Nisan 2015 Perşembe

İş Arama Çıkmazı

Daraldım.

Türkiye' ye gelirken iş arama ve bulma konusunda çok fazla bir umudum olduğunu söyleyemem. Ama öküz gibi bir üniversiteden hayvan gibi bir ortalamanın bana yardımcı olacağını da düşünmedim diyemem tabii. Gerçi Türk işveren nereden anlar orası da var. Neyse işte.

Hayatında her şeyi doğru yaptığına inandığı için başına iyi şeyler gelmesini bekleyen küstah insanlardan değilim, olmamaya da özen gösteriyorum. O yüzden gelir gelmez güllük gülistanlık bir ortama gireceğimi, iş görüşmesinin birinden çıkıp öbürüne koşacağımı da düşünmedim. 

Ama beklediğim bir şey vardı: İnsan yerine konup bir cevap almak.

Şöyle ki bir yere başvuruyorsun, maillerinin ellerine geçmeme gibi o mailin okunmama gibi bir ihtimali de yok açıkçası. Mail denilen şey kaybolmaz sonuçta. Hele ki iş bulma sitelerinde zaten kimin özgeçmişine baktığı kabak gibi çıkıyor. Tüm bunları biliyoruz. Bu karşıdaki adam beni biliyor, bundan eminiz. 

Kaç tane işe başvurdum, geri dönen kişilerin sayısı iki elin parmağını geçmez. Ulan en azından bir yanıt verin. İşe başvuruyorum, araya gidip hatırlatması için adam sokuyorum. Adam götüne takıp bir cevap bile yazmıyor lan. Niye yani.

Adam o kadar süper ki seni muhataba almıyor. Sen kimsin ki göt, diyor resmen. İnanır mısınız kendimden şüphelenmeye başladım artık ben kötü bir eğitime veya deneyime mi sahibim diye. Bir de araya soktuğum insanlara konuşuyorlar hakkımda. Hani bilmesem hiç adımın bile geçmediğini, diyeceğim ki onca başvuran arasından kaybettiler. Ama iş öyle değil. Birileri bakıyor ve direkt olarak önümü kesiyor.


Ne olursa olsun tüm o başvurduğum şirketlerdeki baştan aşağı tüm çalışanları s*kip atacak niteliklere sahip olduğuma inancımı sarsmak istemiyorum. Beğenmeyen kendi kaybeder... İşleri kendilerinin olsun. İlla ki kafamın uyuşacağı, başarılı insanların olduğu bir ortamda iş bulacağım. Çünkü Türkiye' de az da olsa böyle insanların olduğuna inanıyorum.