16 Aralık 2012 Pazar

Türkiye Metal İşleri..

Kısa olacak bu seferki de. Aklıma takılan ya da fark ettiğim olay şu. Adamın biri adını sanını duymadığın bir metal grubunu getir. İki kişi "yıkılacak, kopacak, s*kip atacak" desin, dünyanın efsanevi metal grubu oluveriyor. Ömründe hiç dinlememiş olmasına gerek yok. Birileri dedi ya önemlidir... Girersin pogoya millet bok sanır. Formül bu.

Ömründe Heaven Shall Burn dinlememiş adamlar "çocuklarını kesecek"lerdi neredeyse. Ya da Mastodon mu geliyormuş!! Oha yıkım var. Korpiklaani geliyormuş haydi halaya.. Adamlar tanınmıyormuş, kötü şarkı yapıyormuş fark etmez. Dik iki tane adam internet başına, öldürsünler, kessinler, biçsinler. Sosis partileri versinler.. Tamam bitti. Hiç dertlenme batmazsın o konserde.

Tabi ben "olaydan erken kopmuş sıradan bir bağyan"ım ne anlarım.. Hakkaten bir ara da o daly*raklar vardı neredeler acaba şimdi? Acaba hala konsercilik mi oynuyorlar yoksa internet yorumlarına küsüp Demet Akalın'a mı sarmışlardır?

Not: Yukarıda saydığım gruplar bu muhabbetlerden sonra bilinmedi mi a genç? Lastfm istatistikleri..

27 Kasım 2012 Salı

Tom

Yanda görmüş olduğunuz cengaver benim çook sevdiğim bir varlık. İlk aldığımda adını kulağına üç kere neden bilmiyorum Tom diye okudum. Ama ah benim canım fatarım diye (markası) çağırıyorum genelde. Çok süper bir ilişkimiz vardır. Taş gibi bir midi klavyedir.

Mesele şu ki uzun zamandır bir araya gelemiyoruz. Sebebi benim her zaman uğraşacak başka bir şeyler bulmam.

Ama şu okul başvuruları dönemi bir geçsin, GRE bir geçsin, taşındıktan sonra kafamın en rahat olacağı dönemde bir süre hiç çeviri almadan rahat rahat başına geçeceğim. Tüm o tedirginliğimi alacak, depresyon bitecek.

Sadık yarim Tom, bekliyor şimdi kenarda. Hep yanımda. <3 p="p">

15 Kasım 2012 Perşembe

Konser Ve Sinema Aydınlanması

Geçen gün Yesu ile birlikte muhabbet ederken uzun zamandır sinemaya gidemediğimizden falan bahsettik. Sonra Yesu dedi ki "Sinema zaten ya arkadaşlarla ya da sevgiliyle daha güzel oluyor.", ben de onayladım tabii diye. Sonra eve geldim düşündüm uzun uzun. Aklıma yalnız gittiğim filmler, konserler geldi.
 Mesela yapacak bir işim olsaydı, Robin Hood'a pazartesi sabahı bilet alıp salonda tek başıma izlemiş olmazdım. Hayatımda izlediğim en güzel filmdi. Niye? Yalnız izledim. Yalnız derken salonta tek başıma... Dünyada kaç kişi kocaman bir sinema salonunda tek başına Russell Crowe izlemiştir? Eşsiz bir deneyimdi.


Sonra aklıma Rock'n Coke'ta Kaiser Chiefs ve Nine Inch Nails için VIP bileti aldığım aklıma geldi. Alperenler almamıştı. Tek başıma gidip önde izlemiştim. Hatta Kaiser Chiefs bittikten sonra daha biz çıkamadan Linkin Park için sırada biriken insanları aldıklarından onları da en önde izlemiştim. Tek başıma olduğum için kimsenin gözüne batmamıştım. O da ayrı bir güzeldi. Zaten hiçbir konserde yanımda kim olduğunu bile konser bitene kadar hatırlamıyorum.

Bazen o kadar çok kendimi kasıyorum ki gideceğim konserlere adam bulacağım diye. Sırf gidecek kişi bulamadım diye gitmediğim tonlarca konser var. Ama artık son. Bir daha asla kimseyle birlikte bir konsere ya da sinemaya gitmek için uğraşmayacağım. Hadi insanlar gidelim derse olabilir ama o kadar. Bu kadar kastığım zamana üzülüyorum. Aman gelsin diye başkalarına bilet almama üzülüyorum.


The end.

1 Kasım 2012 Perşembe

Dertlerde çözüm ortağı

Yazacağım şeyle ilgili değil ama söylemeden edemeyeceğim. Ulan Google nabıcan benim cep telefonumu amk lan vermiyorum lan vermiyorum!!! Her seferinde sormanı geçtim son seferlerde bak emin misin bak ciddi misin bak gidiyorum bak vermezsen kötü olur küsüşürüz falan diye en az yirmi kere sorması da sinir bozucu.

Neyse.

Sevgili dostlar, sayın büyükler, dünya tatlısı okurlar;
Sizinle çok dürüst konuşacağım. İçtenlikle yardımcı olacağım derdinize. Valla bak. Şurada ekran başında kimsenin haberi yok birbirinden. Utanmayın sıkılmayın neyse derdiniz söyleyin. Söyleyin ki bir çözüm bulalım.

Neden?

Neden herhangi bir espriyi, bir dizi müziğini ya da karikatürü durmadan, ardarda, en az bir ay boyunca her gün birbirimizin hesabında en az 5 kere gördüğümüz şeyleri (tekrar soruyorum cümle bitmeden yeterince vurgulamak adına) NEDEN NEDEN paylaşıyorsunuz?

Neden yahu? Valla bak kızmıyorum sadece soruyorum. Belki bir açıklaması vardır bunun diye. Olamaz mı? Olur. Hepimiz aptalca şeyler yaparız. Cefasını da çekeriz. Mesela bu blog sayfasına isim alırken sarhoştum, her açmamda kendimden iğreniyorum. Anlatsam orman olur ne amk ergen ergen... Hele de birilerinin okuduğunu ve bu okurların bir yıl kadar hiç sayfama bakmadığını düşünürsek yeni sayfa almaya da üşeniyorum, onları kaybetmemek adına. Bu yüzden bu salaklığı sizinle her zaman paylaşıyorum sonra gidip aynaya "Senden nefret ediyorum" diyorum. Böyle şeyler. Ama sizin açıklamalarınızı çok merak ediyorum.

Desek ki çok fazla arkadaşınız yok. Sadece bir kişinin paylaştığını gördünüz ve diğerlerine göstermek istediniz. Mümkün mü? Sanmıyorum.

Ya da para verdiklerini varsaysak? Her paylaşana on lira falan? Pek mantıklı değil.

Paylaşınca daha mı havalı oluyorsunuz? Ettiğim küfürlere bakacak olursak o da pek doğru değil.

Biri çıkıp der şimdi birisi paylaştı ki gördün onu sen de sayfanda diye.Haklısın kardeşim ona bir şey demiyorum. Ama aşağı yukarı çevrelerimiz belli, kırk el yabancıyla da arkadaş değiliz artık, herkes birbirini tanıyor - ya da çoğu diyelim. Diyelim ki seninle 20 ortak arkadaşımız var. Sen paylaştın ilk tamam gayet hoş, güldük eğlendik. Sonrasında o yirmi kişiden 5 kişi daha paylaşıyor. O 5 kişi ile ortak olarak her biriyle 20 daha arkadaş olsa ve onlardan da 5 kişi paylaşsa falan. Benim matematiğim kötü ama o kadar da değil yahu.Ana sayfanda en az 10 kişinin paylaştığı bir şeyi senin paylaşmanı anlamıyorum. Anlamak istiyorum ama anlamıyorum.

İnternet başında geçirdiğim sürenin üçte birini bunu düşünerek geçiriyorum. Ama nein Davud anlamıyorum.

O yüzden tekrar soruyorum. NEDEN canım kardeşim? NEDEN sevgili arkadaşım? NEDEN can yoldaşım? Sebebini paylaş, onu yirmi kere paylaşalım; oradan bir çözüm bulur birisi o da onu paylaşır, onun 5 arkadaşı da paylaşır, derdimiz çözülür. Sonra gideriz hiç duymadığımız yeni müzikler dinleriz, yeni sayfalar keşfederiz. Çöplüğe dönmez ortalık.

Saygılarımla.


(Dip not: Kulağım şimdiden çınlıyor ve neler söylendiğini duyabiliyorum "-trip.- Sana ne amk istediğimi paylaşırım. -trip trip.- Sosyal bir insanım ben senin gibi mağara kaçkını inek değilim.-trip.-Beğenmiyorsan okuma.-trip tirp-" Keşke unsubscribe edebileceğim kadar değersiz mahlukatlar olsaydınız ama normal hayatta hepiniz cansınız canansınız.)

5 Ekim 2012 Cuma

Allahlık müessesesi

Dua eder misiniz? Ben eskiden epey ederdim. Bu aralar bir kaç kere deneyeyim dedim ama sonu hep "ayheytyu" ile bitiyor; nerden nefret konularına geçtiğimi bırak nerede ve neden ingilizce konuşmaya başladığımı da fark etmiyorum. Pek verimsiz.

Bu Allahlık müessesesi ya da artık neye inanıyorsanız fark etmez - ister kozmos, ister manitu, ister gök tengri, ister feto, isterse tayyip -  sadece olumsuz durumlarda çalışıyor onu fark ettim. Nerede çarpılma, "bak beter olursun", "ağzını hayra aç" "aman hapse atarlar" gibi durumlar var orada çalışıyor. Nerede kötü bir şey olacağını düşünsen aman umarım olmaz desen çotank oluyor (selam murphy). Ettiğin dualar, dileklerin falan sıra gelince babayı alıyorsun.

Tecrübeyle sabittir.

En son istediğim bir şey ne zaman mucizevi bir şekilde kabul oldu da sevindim diye düşündüm dün gece ve hatırladım!! Zira deve gibi kin güden birisi olduğumdan kayıtları var her bir şeyin. En son ben orta okuldayken, cebimizde beş kuruş para yokken kahverengi bir bot için dua etmiştim. Annem nereden para buldu ne oldu da aldı bilmiyorum ama deli gibi sevinmiştim. Demek ki dualar kabul oluyo demiştim çocukluk aklı. Sonra ayakkabı ilk haftadan yırtıldı.

Bu yazının moralimin çooook bozuk olmasıyla alakası yok. Durum değerlendirmesi. Zaten hiçbir zaman aman sadece dua edeyim de gelsin diye bir mantık yürütmedim (o mantığı en son yürüten kişi 5. yy'da yaşamış olsa gerek) ama zerre faydası olduğuna inanmıyorum.

Haaa şimdi böyle diklendim ya garanti kötü bir şey gelir "çarpılırım". Bu müessesenin işlediği tek kurumu çarptırmak zira.

Not: Ufak bir sır vereyim. Diyelim ki gece güzel rüya görmek istiyorsun. Sandman'e dua et. Valla bak işe yarıyor %50. Diğer müesseselerden daha fazla şansın var. Çarpılmıyorsun da. ;)) ;PpP


10 Ağustos 2012 Cuma

Fotoğrafçı Kız Sorunsalı

Boş vaktim çok ya eskiler hep aklımda bu sıralar. Böyle gittiğim konserler geliyor aklıma bir bir. Orada gördüğüm garip tipler, enteresan olaylar falan. Ama en çok aklıma takılan fotoğraf çeken kızlar. Hacıt kim onlar ya? Nerede besliyorlar onları? Neden bir gördüğümü bir başka konserde hiç görmedim? Olayları ne onların? Yaşları kaç? Hele o yanlarında çanta gibi taşıdıkları kız arkadaşları? Onlar orda çok önemli bir iş yaptıklarını sanarlarken yanlarında dikilen garibanlar hani? Daha zayıf olanlar tip olarak? Bildin mi?

Kimsiniz lan siz?

Ot gibi bittilerdi bir ara, hala devam ediyorlar mı bilmiyorum. Uzun zamandır öyle konsere monsere de gitmedim. Depresyondayım çünkü. Belki de konser ayağını bırakmış sadece Tumblr resmi falan çekip önüne yazı koyuyolardır? Instagram yetmiştir. Öss'ye mi girmişlerdir? Hayat gailesine mi düşmüşlerdir? Kendileriyle ne kadar alay edildiğini fark edip ortam mı değişmişlerdir? Neden fotoğraf? Nasıl ve nerede başladılar?

Derin mevzular.

15 Temmuz 2012 Pazar

Saç mı dedin?

Sen Hilary Duff! Sen Avril Lavigne! Sen Naz Elmas! Sen Rihanna! Ve sen Victoria Beckham!

Burada internette sizin saçlarınıza hayran olup da gidip yolunmuş tavuğa dönen Türk kızları adına konuşuyorum! Çok büyük ah aldınız, kiminiz hala alıyorsunuz.

Avril sarısı, Naz kızılı derken renk paletlerinin en ücra köşelerinde soytarıya dönen kızların üzüntüsü bilin ki peşinizi bırakmayacak. Hilary'nin saç kesimlerini beceremeyen kuaförler yüzünden hepiniz cehennemde yanacaksınız!!!

Umarım o kuaförleri de yanınıza odun olarak koyarlar.


12 Temmuz 2012 Perşembe

Mr. Sandman'in İşleri Bunlar. No: 2

Son zamanlarda gördüğüm eeeen saçma eeeeen gereksiz rüyayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Zira elimde zilyon çeviri var ve zamanım azken yapacak daha iyi bir iş bulamazdım sanırım :D

Dün gece İsmail Baki'nin yeni programını izlediğimi göz önünde bulundurarak söylemeliyim ki rüyamda Halil Sezai vardı. Amaaa onun dışında bütün Avengers ordaydı misal. Belki Scarlett olmayabilir, onu tam hatırlamıyorum.

Eski yurduma ziyarete gitmişim neden bilmem. Ama o kadar değişmiş o kadar güzelleşmiş ki. Orda bir tanıdığım varmış güya. İsmini hatırlamadığım bir adamdı. Kötü haber vermemiz gerekiyormuş ona. Yanımda Simge var :D Bütün rüya boyunca yanımdaydı, hayırdır inşallah. Park gibi bir yere gidiyoruz temiz hava açıklık belki adama iyi gelir diye. Ama kötü haber verince adam bir anda Hulk'a dönüştü ve karşısında da ben vardım. Hulk aynı zamanda Halil Sezai'ye benziyordu. Rüyanın bu kısmı acayip kötü. Dayak yedim ve gerçekten dudağımın patladığını burnumun kırıldığını falan hissettim. Karşımdakinin Hulk olduğunu göze alırsam ucuz atlatmışım sanki.

Simge diyor ki gel bi lavaboya gidelim de yüzünü gözünü yıka sonra burdan gideriz. Tamam diyorum. O kadar dayağa rağmen keyfimiz yerinde güle oynaya şebeklik yaparak lavabonun yolunu tutuyoruz. Lavaboya gitmek için baya bir merdiven inmek gerek ama geniiş geniş rahat merdivenler. Zıplaya zıplaya inerken biz karşımıza geri kalan tüm Avengers çıkıyor. Tam biz zıpladığımız sırada çıktıkları için gülüyorlar tabi, nabıyo la bunlar diyorlar. Biz de gülüyoruz, hiç dayak yememişiz gibi. Sonra Simge sağolsun yüzümü falan temizliyo da çıkıyoruz ordan.

Deli gibi eğlenmişiz, uyandığımda hala gülüyordum.

25 Haziran 2012 Pazartesi

Güzel Kızlar

Holivudun bazı hanım ablaları çohgzeller hakkını vermek lazım. Hem oynadıkları filmler güzel, hem kendileri güzel, hem her bir şeyleri güzel işte. Allah özene bözene yaratmış. Yürü ya kulum demiş, ben seni kollarım panpa demiş resmen. Kıyak geçmiş, torpil yapmış bizden almış onlara vermiş. Bir grup çirkinin şansını çekmiiiş bunlara pompalamış.. Bak şimdi sinirlendim. Terbiyesiz bizden niye alıyon onlara veriyon? Biz insan değil miyiz? Çok kırgınım şuan yazıyı her an bitirebilirim.

Neyse isimlerini vereyim şu paçozların da gözünüz gönlünüz açılsın.

Emily Blunt

Bana bu ablanın bir tane kötü filmini söyleyin. Aksanından tut gözlerine, duruşuna, tüm filmlerinin hastasıyım. İzlediklerim kadarının diyelim en azından. Bence bu hatunun yanında Zooey Deschanel, Anne Hathaway ve hatta Scarlet Johansson halt etmiştir.(Hepsinin adını yazarken gugıla baktım)

En güzel filmi Young Victoria.




Jennifer Lawrence

O bir Mystique, o bir "Catnip", o bir dünya güzeli. Onun da oynadığı her film güzel. 


En güzel filmi Winter's Bone ve Hunger Games.





Kaya Scodelario

Tabii siz Skins izlemediğiniz için bilmezsiniz bu kızı. Beş yaşında falan olsa gerek şuan hatırlamıyorum yaşını falan. Ama güzel bu da, o rolde de güzeldi. Her yerde güzel. Allah kahretmesin..

Skins haricinde Uğultulu Tepeler'de oynayır..




Mia Wasikowska

Jane Eyre'e Rochester (Fassbender belirteyim yanii) Jane'i öpmek için eğilir bu da "Üşüdüm" ben der tin tin yürür ve gider. Rochester da orda mal gibi kalır. O kaa güzel bi sahne ki.Abla güzel, filmleri güzel.


En iyi filmleri Jane Eyre, Restless.


Elizabeth Olsen

Olsen ikizlerini topla on ile çarp, aradan uyuzluklarını ve medya maymunluğunu çıkar üstüne bir de daha güzel bir gülüş ekle işte o. Ablalarından milyon kat güzel, milyon kat şirin, milyon kat daha iyi filmleri var. Daha nolsun..
En iyi filmi (Oldboy tekrar çekilene kadar) Martha Marcy May Marlene.

Dakota Fanning

Bazıları şanslı doğuyor işte anam, dediğinizi duyar gibiyim. Bence daha fazlası. Bir de kardeşi var bunun tam bir maymun o. Dakota zarif, şık, güçlü bir ifadeye sahip. Diğeri gibi sonradan çıkmalarını nereye koyacağını bilmemezlik etmiyor.


En iyi filmi The Secret Life of Bees, Runaways, Uptown girls.. (tıvaylayt deeermişim kdshgdh)




Yazmadığım bir iki isim daha var. İlki Kirsten Dunst. Eskimeyen bir yüz. Onun da filmleri her daim iyidir. Güzeldir, zariftir, gözleri her an bir yaramazlık yapacağıymış gibi bakar. Rashida Jones var, Parks & Recreations izleyene kadar kimdir nedir bilmezdim (hatta orada Amy Poehler'in bir sözü var -Melting pot'un en güzel örneğisin- şeklinde hakkaten öyle). Rose Byrne, Felicity Jones gibi cici kızlar.. Marion Cotillard gibi ablalar...

En iyisi miii bunun bir ara da erkek versiyonunu yapayım.

1 Haziran 2012 Cuma

Kısacık.

Gece gece aklıma takıldı, hemen yazıp kaçıcam.


Reenkarnasyon diye bir şey varsa eğer en iyi insanlar Christian Bale'in saç teli olarak dünyaya geri dönüyorlardır. Yok böyle bir şahanelik! Ufacık bir tel bile sebepsiz yere düşmüyor. Böyle bir ahenk olur mu yahu? Tabii bir ton şey sürüyordur nasıl bakım yapılıyordur dediğinizi duyar gibiyim. Ama yine de olmayan bir şeyi cilalayamazlarmış gibi geliyor. Resim de koydum gideyim..

24 Mayıs 2012 Perşembe

Gururluyum!

Bazen öyle şeyler görüyorum ki feysbukta, aman yarebbi diyorum bunu kesinlikle yapmamalıyım. O videoyu izlememeliyim, o fıkrayı okumayayım, o şarkıyı paylaşmayayım. 


Mesela,


-Nejat İşler - Ah, Fırat Tanış - Yani, Sarp Apak - Efulim gibi günde en az 20 kere paylaşılan şarkıları bir kere bile dinlemediğim ve paylaşmadığım için gururluyum.


- Hasan Mezarcı fıkrasını bir kere bile okumadığım için daha bir gururluyum.


- Ajdar yorumu yapıp sempatiklik aktırmadığım için gururluyum.


- Profil resmime Zooey Deschanel veya Mary Kate-Ashley Olsen, Elizabeth Winstead'dan veya daha beteri İTÖRNIL SANŞAYN OF DI SIPOTLIS MAYND'tan herhangi bir resim koymadığım için gururluyum.


- Beğendiğim elemanların ota boka yazdıkları statülere like çakmadığım ve muhabbete zorla kendimi atmadığım için gururluyum.


- Gramer hatalarıyla yazılmış özlü sözleri paylaşmadığım için gururluyum.


- Yediğim yemeğin resmini çekip koymadığım için gururluyum.


- İsmimi değiştirmediğim için gururluyum.


- Zaman tüneline bugüne kadar geçmemek adına yaptığım ısrarlardan ötürü gururluyum.


- Son olarak, artık gün içinde nasıl sitelere girip hangi reklamlara tıklıyorsa, feysbuk spam atıyooo kusura bakmayın veya bozuldu gene feysbuk diyerek kendini aklamaya çalışan dallamalardan olmadığım için gururluyum.

4 Mayıs 2012 Cuma

Gıymetlım

Hayatta nefret ettiğim üç şey var. Biri Justin Timberlake, açık ve net. Diğeri hayatındaki başarısızlıkları bir şekilde sana yıkan veya suç bastırmak için her türlü çakallığı yapan ergen ruhlu insanlar. Üçüncüsü de Türk dizi senaristleri. Tabii hepsi değil ama özellikle iki kelimeyi her dakika her yerde karakterlere söyletenler. 


Yok böyle iğrençlik. Yazarken bile tiskiniyorum. Ama o kelimelerin ilki KIYMETLİM. Nesin sen gollum musun amk? Olayın ne? Ne ayaksın? Kıymetlim ne lan? Eminim bir yerlerde kıymetli kelimesinin bu şekilde kullanılması hatadır. Öyle sırıtan, öyle batan bir kelime daha hiç duymadım."Seen benim kıymetlımsııın" allah da senin belanı versin. O kıymetli de sana girsin! Böyle dizilerde kıymetlim falan deyince birileri böyle güzel bir havası varsa bile o sahnenin her şey mahvoluyo. Resmen o havanın içine ediyorlar. Daha çok DAVETLİM kelimesini çağırıştırıyor bana.


 -Aaa pardon kıymetli olmayan giremez hanfendi.
 -Durun beyefendi! Hanfendi benim kıymetlim. Girebilir..


 Bereketlim, hareketlim gibi kelimeler bile daha romantik lan.


İkinci ve daha tiskindiğim kelime de GELİNİM. Tamamen amerikanın oyunu bu kelime. Kaç yaşına geldim Türkiye'de böyle bir kullanım görmedim lan ben. Adamlar sevdikleri kadınlar için gelinim kelimesini kullanınca sanki oğullarına kız alacaklarmış gibi bir çağırışım yapıyor. Bu memlekette kimse evleneceği kadına GELİNİM demez. Derse göttür o. Gavattır, evlenilmez o adamla. Özentidir, bebedir. "Seen benim gelinimsıın".. Tövbe tövbe.. Hatırlarsanız gelinine tecavüz eden bir adamlı Türk filmi vardı kim oynuyodu hatırlamıyorum ama.. Direkt aklıma o geliyo lan!


 Ne salak adamlarsınız lan. Bir de maaş falan alıyorsunuz siz.Diğer kelimelerin boku mu çıktı? Nedir bu marjinallik? İzlediğin yabancı filmi senaryoya aktarırken biraz fazla abartıyorsun. Bari bu kadar ayağa düşme lan. Bir saygınlığı kalsın senaristliğinin. Ne yaptığınız adam gibi bir iş ne de siz sağlam bir ayakkabısınız. Götsünüz. Hatta anlayacağınız dilden söyleyeyim: GÖTÜMsünüz.


  "-Kıymetlimsin, gelinimsin Hacer. 
-Bok ye İsmail."

17 Nisan 2012 Salı

Royal Filmler

Herkesin gizli bir popisi vardır, kimi evde İsmail yk dinler, kimi aslında sıkı bir One Direction hayranıdır, kimi toptur falan. Benim popim de İngiliz filmleri izlemek. Böyle lordlar leydiler falan o biçim. Zaten toplasan 15 tane film var öyle izlenebilecek. Ya da var ama ben bilmiyorum henüz. Bulursam onları da izlerim. Bildiğiniz varsa paylaşın.

Elizabeth (1998)
Cate Blanchett Kraliçe Elizabeth rolünde. Anladığım o ki, bu İngilizler Kraliçe Elizabeth hakkında büyük bir ayırım yaşıyorlar. Bir kısım Elizabeth'in ne harika kraliçe olduğunu savunmakta, bir kısım da ne büyük bir şıllık olduğunu. Bu film ne büyük kraliçe olduğunu savunanlardan. Filmde ayrıca Geoffrey Rush ve Ralph Fiennes gibi isimler de var. Zaten bu filmlerde oynayan adamlar genelde aynı, o yüzden tüm figüranlar bu listedeki çoğu filmde var. Filmde kraliçenin henüz tahta geçtiği yılları anlatıyor. Milletin, ablası Mary (Bladimeri) tahttayken nasıl buna sırtını döndüğünü ve o tahta geçtikten sonra nasıl alay ettiklerini anlatıyor. Filmin ayrıntısı: Marry'nin cüce soytasını (Philippa Gregory'nin 'Kraliçe'nin Soytarısı'ndaki olduğunu farz ettiğim) Marry ölür ölmez Elizabeth'in yalakası olması, Norfolk Dükü'nü oynayan adamın performansı sayesinde nefret ve samimiyet duygularını aynı anda yansıtması, Elizabeth'in en sonunda halkının arasına çıktığında o insanların karşıdaki sanki bir tanrıçaymış gibi eğilmesi... Mükemmel sahneleri mevcut. En mükemmel sahnesi dans sahnesi.



Sense and Sensibility (1995)
Filmde Alan Rickman, Emma Thompson, Kate Winslet, Hugh Laurie, Hugh Grant ve Harriet Walter gibi isimler var. Sadece bu sebepten bile izlenir. Babaları ölen 3 kız kardeş, üvey abileri ve yengelerine kalan miras yüzünden kapıda kalırlar. Bu kardeşlerden 2'si hakkında geçiyor film. Büyük olan Elinor çok mantıklı, evin geçimini sağlarken kendini unutmuş bir kızdır. Etraftakiler evde kalmış diye adını çıkarmıştır (zaten bu filmlerde 25 yukarısı evde kalmış 30 yukarısı bir gözü toprağa bakıyordur). Diğer kardeş zaten ablasına fırsat bırakmayacak şekilde şımarık aaay aşık olayım amaaan şiir okuyayım piyano çalayım laylay tipli bir kızdır. Film boyu bu kız hep aşk meşk davasında taş gibi Alan Rickman'ı görmezden gelir ona kötü davranır seni çileden çıkarır. Büyük kız da yengelerinin kardeşi Edward'a aşıktır. Çok seviyeli bir muhabbetleri olur bu insanların. Ama hep bir yanlış anlaşılma vardır hep aralarına giren bir şey vardır. Filmin ayrıntısı: Harriet Walter'ın kankasının kendi kardeşine aşık olduğunu öğrendiği andaki geçirdiği sinir krizi, Emma Thompson'ın geçirdiği sinir krizi (aşağıdaki değil), Alan Rickman'ın kapı ucunda Kate Winslet'in piyano çalışını dinlemesi.



Persuasion (2007)
Antony Head ve Sally Hawkins (şirin ingiliz kız) haricinde benim pek tanıdığım oyuncu yok. BBC filmlerinde genelde öyle oluyor zaten. Burada da evde kalmış bir kız var. Jane Austin kitabı ne beklersin, illa ki bir evde kalmış kız olacak. Elliotlar Anne (En o anne değil) Elliot hariç çok burnu havada çok ukala kendilerini çok büyük bir bok sanan salak üç tane asilzadedir. O kadar salaklardır ki edindikleri borç yüzünden hor görüp kızlarını (Anne) vermedikleri askerin ailesine evlerini kiralamak zorunda kalırlar. Eee gün gelir devran döner şeklinde bir film. Anne zamanında Frederick Wentworth ile aşk yaşamış ama hem babası hem vaftiz anasının onu ikna etmesi üzerine ayrılmışlardır. Zira Wentworth savaşa gidecek bir askerdir, ailesi asil değildir, evlilik uygunsuzdur. Amaa yıllar sonra Wentworth'ün ablası Anne'lerin evini kiralayınca o savaşta ailece ne kaa zengin oldukları ortaya çıkar. Fred çok katıdır hiç yüz vermez Anne'e. Ama filmin sonunda buzlar erir, gecikmiş evlilikleri gerçekleşir. Filmin ayrıntısı: Antony Head'in yemek yiyişi.

Jane Eyre (2011)
Canımın içi Mia Wasikowska ve saçları oynuyor bu filmde. Bass Fender bir de. Bildiğin Jane Eyre. Filmin ayrıntısı: Küçük Jane kuzeninden saklanırken kuzeni bunu bulur ve kafasını daaan diye kenardaki pencere mi kapı mı nedir onun koluna vurması. O kadar gerçekçi ki izlemen lazım. Mia'nın tıngır mıngır yürüyüşü. Bir de Judy Dench.




Pride & Prejudice (1995)
Keira'lı köşeli çene yerine şirin mi şirin Jeniffer Ehle'nin oynadığı Mr. Darcy'nin Colin Firth olduğu mikemmel dizi. Dizinin geri kalanı çirkin insanlar. 6 bölümlük dizi. Bir oturuşta izlenir. Dizinin ayrıntısı: Jeniffer Ehle'nin her daim her olaya güler yüz ve sakinlikle karşılık vermesi. Aşağıdakinin ilk 2 dakikası gibi.




Northanger Abbey (2009)
Bu filmde de şirin bir kız olan Felicity Jones oynamakta. Sıradan bir ailenin genç kızı Kate zengin komşuları tarafından Bath'a davet edilir. Çok roman okuyan bir kızdır aklı beş karış havadadır. Zengin bir askerin oğlu Henry Tilney ile tanışır. Ama Bath'taki maceraperest tipler Kate'i zengin komşularının kızları olduğunu ve o kişilerinde çoooook zengin olduklarını düşünüp başına ekşirler. Filmin ayrıntısı: Bath zenginler için tehlikeli bir yer kardeş. Ha bir de muslinin metresi 5 şilin olabilir fazla para vermeyin. Bir de şu söz "No vampires no blood. The worst crimes are the crimes of the heart." Kepitıl!

The Young Victoria (2009)
Kraliçe Viktorya, ilk zamanları, çok sevgili Prens Albert ile (sakın google'da aramayın. ben aradım pişman oldum) aşkı, evliliği, Lord Melbourne falan... Gayet güzel bir film. Hele benim gibi Emily Blunt'a aşıksanız kesin izleyin. Filmin ayrıntısı: Lord Melbourne'un kralın doğungününe gittiğinde ve adının anons edildiğinde kadınların tepkileri, Viktorya ve Albertın ilk valsi (hele Viktoryanın o kayışı), "Don't underestimate Victoria" "Don't underestimate Melbourne", Sör Conroy'un her sahnesinde etrafında uçan sinek, Viktoryanın Alberta evlenme teklif etmesi, kraliçe olduğunda verdiği ilk emir.




Marie Antoinette (2006)
Sofia Coppola'nın en sevdiğim filmi. Yok böyle bir film. Filmin her noktası ayrıntı. Hangi birini anlatayım. Milyon kez izlemişimdir. Yukarıdakilerin hiçbirini izlemeseniz bile bunu mutlaka izleyin derim. Filmin ayrıntısı: ilk sahnesi, ayakkabı denerlerken arada görünen mavi converse, saraydaki kadınların kraliçe gelmeden 10. çocuğunu doğururken ölen kadından konuşurken kraliçenin gelişiyle 180 derece mod değişmeleri, pötitriyanonda gitar dinleyişleri, prenses yumurtaları pis görmesin diye temizlenip yerlerine konuşu, her gün yedikleri yemeklerin duruma göre değişmesi, İsveçli kont. Hatta o kontu oynaması için Tom Meighan'a teklif gitmiş (Kasabian solisti) ama o kabul etmemiş. Güzel film.




Daha başka filmler de var Vanity Fair, A Room With A View gibi... Vanity Fair salak bir film. A Room With A View'de de pipili adamlar var.. Amazing Grace her ne kadar dönem filmi olsa da bu listenin filmi değil. Anonymous'ı ayrıntıları bulacak kadar çok izlemedim henüz. Öneriniz varsa beyle izlerim ama lütfen çıkıp da Boleyn Kızı falan demeyin pls. .S .S

28 Mart 2012 Çarşamba

Atılım AQ

Artık yıllarca içiçde biriken öfkeyi, o kızgınlığı bir kaygım olmadan anlatabilirim sanırsam. Aman diplomalarımı vermediler aman mezun etmezler kaygım yok artık. Diplomamı aldığım dakikaya kadar bir kazık daha atmasını bekledim yalan değil. "Sana teknik çeviri vermemişiz mezun olamazsın" demelerini bekledim. Çünkü en başarılı 50 öğrencisini okulun tanıtım cd'si ile ödüllendiren saçma bir okul bizimkisi. Her şeyi beklersin. Utanma arlanma dışında her şeyi beklersin. Mezun oldum sanırsın seni tek ders sınavına sokmaya mecbur koyarlar sırf o 1500 doları alabilmek için.

Master başvurusu için diplomalarımı bana 2 ayda veren bir okuldan her şeyi beklerim. Üstelik dilekçe yazıp aciliyeti belirtmişken. Bir dilekçe yazarsın beceriksiz üç çapulcudan oluşan öğrenci işleri onu kaybeder bir de yavşak yavşak yüzüne bakar. Başka bir tane yazarsın iki hafta o odada sürünür sonra rektöre gider ama bir bakarsın ki rektör yurt dışına çıkmııış. Sonuçta en geç bir hafta içinde çıkması gereken (dilekçe yazınca acil oluyor ya hani) diploman 2 ayda çıkar.

İlk girdiğimiz yıl hazırlıkta dil sınavı için burnumuzdan getirmelerine bir şey demedik, bölümün birinci yılında "Ama sen ağlamıyosun kieee" diye öğrencisini yalvartmadan geçirmeyen hocalar için de bir şey demedik, halihazırda tonla not taking speaking writing dersleri almamıza rağmen "bu bizim bölümün temel dersleri alınacaaak" diye dönem uzatmalarına ama tıp çevirisi teknik çeviri gibi ESAS alınması gereken dersleri adam yerine konulmadığımız için alamadığımızda da bir şey demedik, çift anadal yaparken gördüğümüz o muameleye de bir şey demedik. Her yıl bahar şenlikleri için çalışırken her işimizi sekteye uğratmalarına da bir şey demedik. Aman mezun etmezler şurada kaç yıl kaç ay kaç gün kaldı diye.

Düşünün yani ilk 50'ye girmişiz ve bize verilen hediye bir tane not defteri ve bir de tanıtım cdsi. TANITIM CD'Sİ NE AMK o akşam bizi sahneye çıkarıp yüzümüze tükürselerdi bu kadar koymazdı. Yine de bir şey demedik. Ama o diplomaları beklerken yaşadığım o stres, aman başvuruyu kaçırdım kaçıracağım ne bok yerim o zaman düşüncesi yüzünden ömrüden giden o ömür yüzünden bundan sonra ömrüm oldukça her yerde her koşulda Atılım Üniversitesi'ni kötülemezsem ben de Dilara değilim.

23 Mart 2012 Cuma

Tablet Tablet Baksana

Bu yazının bir amacı yok, sadece yeni aldığım tabletin klavyesini daha çok kullanmak için yazıyorum. Asus'un şampanyası hala gelmedi benim de canıma tak etti. Mor renklisini aldım. Pişman da değilim valla. Düşündüğüm kadar da kötü değilmiş. Pek hoş bir şey. Ama çevirileri bununla yapmak için biraz daha alışmam lazım.

Tavsiye ederim ama Asus Transformer Prime'ı. Alabilirsiniz izin veriyorum.

13 Mart 2012 Salı

Unutma Beni

Kim izliyo la bu Fox dizilerini dediğiniz şeylerden birini ben izliyorum bazen.

Gerçi o kadar sıkıyo ki artık yuh çüş breh breh diye ilk beş dakikasında kapatıyorum genelde. Ama gün içinde evdeyseniz pek kaçamıyorsunuz.

Adı Unutma Beni. Ama dizideki çoğu adamı unuttum bile ben. Hepsi kayboldu zaten. Her sezon yeni adamlar koyuyorlar, her gün bir olay. Ama izlemesen on yıl sonra baksan hala Emine, Şerif'e yalan söylüyordur - çünkü onu, Özgür'ü, Şeker Hala'yı ve babasını korumak istiyordur-, İlkay Ali'ye trip atıyordur - çünkü Ali'yi hak etmediğini düşünüp ona kötü davranarak uzaklaştırmaya çalışıyordur- falan!

Hani olur da bir gün açarsanız televizyonu ve bunu görürseniz, kim kimdi diye kafanız karışmasın diye ufak ufak tanıtayım bunları size.

Şerif
Has abi modunda bu Şerif. Komşu kızı Emine ile aralarında hiç kopmayan bir bağ olmasına rağmen sürekli aralarında 3. kişiler vardır. Bir keresinde bir pavyon şarkıcısıyla evlenmişti ama kadın bunu ondan saklayabildi. Bu kadar da salaktır Şerif. Bu pavyon karısından bir oğlu var Özgür. Ama bu bebeye Emine daha çok annelik etmiştir.

Emine
Komşu kızı Emine. Şerif'in kız kardeşi İlkay ile çok yakın arkadaşken bir ara Şerif'le evli kalmışlardı. Özgür'e baktı. Şerifin tüm şerefsizliklerine (aldatmıştı falan) katlandı. Annesinin sevgilisi annesini öldürüp Emine'yi pavyona satıp para kazanmak istemişti. Sonra adamın biri kurtarır gibi olup karısı gibi yapıp (cidden karısına benziyor diye yanına almıştı) sonra da daha büyük işkenceler etmiştir. Ama hala Şerif'e söyleyememektedir çünkü maldır, çünkü embesil bir eziktir Emine.

İlkay
Şerifin kardeşi. Bir ara kötü bir adamla evliydi. Esas sevgilisi Ali'den uzak kalmıştı. Ali de o sıralar bu kötü adam Rauf'un kız kardeşi Nazlı evliydi. Ama sonra o kötü adam Ali'nin kız kardeşiyle evlendi, araları tatlıya bağlandı. Nazlı da diziden ayrıldı zaten. İlkay'ın başına gelmeyen kalmadı. Şimdi de felçli ve evlerindeki hizmetçi kocasını ayartmaya çalışıp kızını çalmayı düşünüyor. O derece yani.

Ali
Esas oğlan Ali. Başına gelmeyen kalmayan bu Ali'nin esas Tuna diye bir arkadaşı vardır. Dizi'de herhalde hiç görülmedi ama her işi halletti bu Tuna. "Tuna'cım araştırır mısın kim bu?" Tuna hop arar bulur kim. Sonra Ali'yi arar durumu bildirir. Kötü adam Rauf'un kız kardeşi Nazlı Ali'yi kızının babası olarak göstertip evlenmişti. Ali de ondan intikam aldı. Nazlı da sonra ondan intikam aldı.

Şeker Hala
"Kardeşciim" diye ortalarda gezinen bu hala Şerif ve İlkay'ın ve daha nicelerinin halası. Bir nevi anne. Hepsine göz kulak olmaya çalışmaktan başka bir olayı yok dizide.



Hikmet Baba
Zamanında humar borcu için küçük kızı Çiğdem'i satmış ama şimdi ortalarda namus edep timsali olarak gezen hırbo. Şerif ve İlkay'ın da babasıdır.



Güler Anne
Şerif ve İlkay'ın ve Çiğdem'in ve Elvan'ın (karıda çocuk çok)annesi. Hırsız ekibi vardı. Kapkaççı gençleri yetiştiriyordu ama sonra Çiğdem'i bulduktan sonra o da namus timsali kesildi. Ayrıca kendisi Hababam Sınıfı Tatil'de filmindeki kızlardan biridir.

Çiğdem
Ali'nin eski eşi Nazlı Ali'den intikam almak için allem etti kallem etti ve Çiğdem'i Ali'nin yatağına sokup filmini çekip İlkay'a yolladı. Bu da yetmezmiş gibi Çiğdem Ali'den hamile kaldı ve sonra delirdi. Sonra İlkay'dan Ali'yi ayırmak için bir sürü şey yaptı. Bir ara tımarhanede kaldı. Sonra annesinin eski hırsızlarından birisine aşık oldu ve şimdi o da namus timsali.

Elvan

Güler Anne'nin çocuklarından biri. Babası ve üvey anası para karşılığı kızı evlendirmeye kalkınca Güler'in yanına kaçtı. Çiğdem'in deliliklerine katlanıyor.

Asuman

Ali'nin kız kardeşi. Kötü adam Rauf ile evlendi. Önceden Rauf'un oğluyla da takılmışlığı vardı. Annesine yıllarca Coğrafya okuyorum diye yalan söyledi. Şimdi namus timsali.

Rauf
Yıllar yılı her gün kötü adam olarak bilindi. İlkay'ı kaçırdı zorla evlendi. Sonra İlkay alkolik olunca nedense Rus bir işkenceciye teslim etti. İlkay delirdi. Çiğdem'in kocasını öldürdü. Kız kardeşine Ali için bir sürü yardım yaptı. Ali'nin babasını hapse attırdı. Ama şimdi Asuman ile evli ve namus timsali.

Kenan
Emine'nin işkenceci kocası. Hayatı zindan etmekle meşhur. Herkese ama herkese kötülük yapmış. Bir tek Emine'yi pavyondan çıkarıp onunla evlenmiş iyi olarak. Ama onun da niyeti farklıymış falan.

Ceylan
Şerif'in şimdiki karısı. Şerif'i öldürmek isteyen Kenan bunu başaramaz ve Şerif bu Ceylan'ların evine sığınır. Ama köy yerinde laf olur söz olur ve Şerif de Emine'nin ondan hamile olduğunu bilmeden gidip bu Ceylan ile evlenir. Evine getirir. Ama Ceylan azıtır, bi bok sanır kendini ve Emine'ye sen kimsin ayağı çeker. Dağdan gelir...

Zafer
Muzaffer, Sakıp, Uğur vb. isimleri ile her dönem bir başka kimlikte gelip hepsinin erzini dürten bir adam. Saf kötü adam. Şerif'in pavyoncu karısının sevgilisiydi. Şerif'ten nefret etmekte. Son durumu muallak. Nerede olduğunu bilmiyorum ama yüzünde bir yara bandı olduğuna eminim.

Meltem
Çiğdem kendi bebeği öldüğünde İlkay'ın bebeğini ortadan kaldırmak için bu Meltemin bebeği ile değişir. Ama o bebek ölür. İlkay esas bebeği öğrenir. Gidip alırlar. Meltem hala İlkay'ın bebeğini kendi bebeği sanır. Bir şekilde kendini sevdirir ve İlkay'ların evine sokar kendini. Ali'ye yazar. İlkay'a yanlış ilaçlar verir (felçli falan) masözünü kovdurur.

Özgür
Berk'lere ders çalışmaya gider hep. Evlerinin kapısında görünür sadece.





Ben size diyorum çok boş vaktim var.

7 Mart 2012 Çarşamba

Tuz Masalı

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, çook uzak diyarların birisinde güçlü bir hükümdarlık varmış. Bu hükümdarlık, gücü ve adaleti ile dillere destan olurmuş.

Hükümdarın 3 tane oğlu varmış. Hükümdar bir gün oğullarını denemek için yanına çağırtmış onları.

-Beni ne kadar seviyorsunuz?, diye sormuş oğullarına.

İlk oğlan anasının gözü:

- Sizi dünyadaki tüm altın ve gümüşler pahasına seviyorum, demiş. Hükümdarın hoşuna gitmiş bu cevap, gururdan kabarmış.

İkinci oğlan daha bir anasının gözü:

- Ben sizi dünyadaki tüm değerli taşlar, tüm güzel saraylar ve konaklar pahasına seviyorum, demiş. Adam iyice ilgi manyağı olmuş, şımarmış.

Üçüncü ve hiçbir zaman tahtın ona gelmeyeceğini bilen oğlan babasına bakıp direkt:

- Ben sizi tuz kadar seviyorum babacığım, demiş.

Hükümdar tüm altın, gümüş, elmas, güzel saraylar ve konaklardan sonra tuzu beğenmemiş tabii. Kızmış küçük oğluna, bu oğlan beni ancak tuz kadar sevip sayıyor demek ki, demiş ve oğlanı ülkeden sürmüş.

Diğer oğlanlar da sevinmiş babaları onları daha çok seviyor diye. Yalakalıkta sınır tanımamışlar ibneler.

Sürülen küçük oğlan dağları ovaları aşmış, koca nehirlerden ve denizlerden geçmiş sonra bir bakmış bir arpa boyu yol gitmiş. Biraz daha yürüdükten sonra bir başka hükümdarlığa varmış. O kadar yorgunmuş ki artık, karşısına çıkan ilk kapıyı çalmış. Yaşlı bir teyze çıkmış karşısına. Bu küçük oğlan nereden geldiğini, kim olduğunu çaktırmadan teyzeden yardım dilenmiş. Teyze de oğlana bir oda vermiş, karnını doyurmuş.

Ertesi sabah büyük bir gürültüyle uyanmış küçük bebe.

-Teyze, teyze hayırdır? Bayram mıdır, seyran mıdır, bu ne gürültü?, demiş teyzeye.

Teyze de:

- Yok yavrum, bugün talih kuşu uçacak ve yeni hükümdarımızın başına konacak, demiş.

Neyse tutmuşlar meydanın yolunu. Kuş uçmuş, gitmiş gelmiş bu küçük piçin kafasına konmuş. İnsanlar isyeaan etmiş "yabancı birisi bu, bize hükümdar olamaz" demişler. Küçük oğlan da kimseye bir şey dememiş.

Ertesi gün tekrar toplanmışlar, küçük velet gitmemiş meydana. Issız bir köşede sessizce seçimin bitmesini beklemiş. Ama kuş gene gelip bunun kafasına konmamış mı?! İnsanlar gene isyanda olmaz hayır, bir daha deneyelim demişler.

Ertesi gün küçük bala teyzeden helallik almış ve oradan uzaklaşmaya başlamış. Ama kuş gene gelmiş ve bunun başına konmuş.

O zaman insanlar höh demişler ve mecbur kabul etmişler. Çağa da hükümdar olmuş o memlekete. Uzun yıllar kendisi büyürken memleketi de büyütmüş. İlim, bilim gırla yani o derece...

O sırada kendi memleketinde, büyük abisi, babasının tüm altın ve gümüşlerini her seferinde "uff snne be slkk .s .s" diyen karıya kıza harcamış. Ortanca oğlan da memleketi ve o güzelim sarayları konakları yabancı mihraklara satmakla meşgulmüş. Hükümdar üzgünmüş ama yine de küçük oğlunu affetmemiş.

Küçük oğlan, yani yeni memleketinin hükümdarı bir gün babasına bir davet yollamış. Hükümdar olarak tabi, hiç çaktırmamış kim olduğunu falan.

Adam da kalkmış gitmiş. Belki yeni bir dostum olur, belki ülkemi kurtarırım ümidiyle. Yeni hükümdar küçük piç oğlan öyle bir sofra donatmış ki dillere destan olmuş. Ama yemeklerin hiçbirine tuz koydurmamış. Yal gibi iğrenç olmuş o yüzden hepsi.

Hükümdar gelmiş oturmuş sofraya. Bir güzel yemeye başlamış. Tuzun olmadığını fark edince:

- Pardon hükümdar bey oğlum sizin memlekette tuz mu yok, fakir misiniz pardon da yani? demiş.

Hükümdar da:

- Olur mu efendim, bizim memleketimizde tuzdan bol ne var?, demiş.

- E o zaman neden yemeklerde tuz yok, diye sormuş adam.

- Ben sizin tuzu hiç sevmediğinizi duymuştum, demiş kindar küçük hükümdar oğlan oğul.

- Olur mu hiç, ben tuza bayılırım, tuzsuz yaşayamam demiş, hükümdar.

- O zaman oğlunuzu niye tuz "kadar seviyorum sizi" dedi diye memleketinden sürdünüz ZAA!, demiş oğlan.

O zaman fark etmiş ki hükümdar, karşısındaki bu genç adam kendi oğlu.

Sonunu sevmiyorum bu masalın, herkes barışıyo bayram ediyorlar falan. Bana ters. Ha ben bunu niye anlattım? Canım acayip tuz çekiyor, tuz aş eriyorum resmen, tuuuuuuuz tuuuuuuuuuuz tuuuuuuuuuuuuuuz!!!!

27 Şubat 2012 Pazartesi

Asus Transformer Prime

Efendim uzun zamandır kendi bilgisayarımın artık pert olması ve sürekli olarak baba bilgisayarında sığıntı gibi yaşamaktan gına geldiğinden ve elime üç kuruş para geçtiğinden yeni bir bilgisayar almaya niyetlenmiştim. Ama aslında baba bilgisayarı nasıl olsa bana kaldı istesem tablet alabilirim ne güzel olar diye gönlüm tabletlere kaydıydı.

Oturdum araştırdım. Ipad almayacağım garantiydi. Çünkü Ipad sevmiyordum. Çünkü Ipad'den tiskiniyordum. Bunun bir çok sebebi vardı çünkü, ne kadar sonradan görme varsa hepsinde olması başta olmak üzere, piyasada daha kaliteli ve DAHA UCUZ ürünlerin olduğunu bilmem gibi...

Ayrıca ASUS severim ben. Kullandığım bilgisayarların (iki tane zati) hepsi (arada emanet kullandıklarım dahil olmak üzere) ASUS idi. ASUS seviyordum. ASUS bir taneydi. ASUS, ASUS'tu, gerisi yalandı... Hiçbir orijinalitesi olmayabilirdi ancak her zaman daha iyisini yapardı. Biz böyle bilir böyle severdik ASUS'u. O, candı... canandı...

Tablet araştırırken (kasımda başladım) ASUS'un mükemmel ötesi güzel bir tablet çıkaracağını duydum. Bu öylesine güzel öylesine kalite bir tablet olacaktı ki, herkes heyecanla bekler olmuştu. Üstelik takılabilir klavyesi ile çevirilerimi rahatlıkla yapabilecektim, böylece laptop yükünden büyük ölçüde kurtulmuş olacaktım. Çok heyecanlıydım, parası neyse verip alacaktım gardaş.


Ocak ortası gibi ilk olarak klavyesiz modelini sürdüler piyasaya. Klavyesi sonra satılmaya başlandı, ikisi birlikte 1.600 lira gibi bir şey ediyordu. Yalnız bir sorun vardı. İki renkli çıkan ürünün sadece dangalak bir MOR rengi gelmişti güzel ve yalnız ülkemize. Çalışanlara diğer güzelim, şahane, fevkaladenin fevkinde şampanya rengini sorduğum zaman gördüğüm tepki yıktı beni.

Aylardır tablet araştıran ben sanki sırf rengine bakıyomuşum da manavdan elma seçiyormuşum gibi, teknolojiden anlamayan andaval biriymişim gibi bir tepki. Sanki Allah benim belamı versinmiş, "taş gibi tablet, alacak paran da var, sırf dışına göre mi seçiyosun" bakışlarına maruz kalmıştım.

Size ne lan hırtolar? Diyelim ki öyle rengine göre seçiyorum gene de sana ne lan angut! Sen kimsin sünepe! Fakir! Aşağılık yaratık. Kahpe! Sana ne lan düdük! Sana ne lan bebe! Zalım mısın?

Feci inada bindirdim Şampanya rengi gelene kadar bekleyeceğim ulan!

7 Şubat 2012 Salı

Sinikırs


"Açken sen sen değilsin" mottolu reklama kılım. İzlemeyen (varsa) için anlatayım. Bir grup bekar erkek ev taşıyor. Aralarından biri açlıktan Muazzez Abacı'ya öbürü de Gönül Yazar'a dönmüş. Muazzez'e bilgisayar ekranını karpuz gibi fırlatmalarının ardından gayet tabi Muazzez dengesini kaybedip yere düşüyor. Sonra diğer bekar erkekler bununla alay ediyor, tüylü bamya falan filan diyerekten.

O tüylü bamya diyenin ağzına s*çarım lan ben! Terbiyesiz herif! Kimsin lan sen? Kimsiin? Geçmişin beleşten iş gücü bulmuşun köle gibi çalıştırıyon arkadaşını, üstüne üstlük bi de alay ediyosun. Hırbo. Ağzını burnunu dağıtırım ben o Muazzez'in yerinde olsam. Hele o aralarına girmeye çalışarak "al abi bi sinikırs ye" diyen kıroyu daha bir döverim. Ulan sen arkadaşını sabahtan beri senin evini taşıması için eşşek gibi çalıştır, bir yemek ısmarlama g*tten bi çikolata ile geçiştir. Ulan angut! Ulan dallama! İnsanlıktan nasibini almamış orangutan! Nesin lan sen? İnsan mısın?

Muazzez ile Gönül'ün orada bulunmaması gerek en baştan. Böyle heriflerin hem evini taşıyıp hem alay edilip sonra da sanki y*rraklık eden onlarmış gibi muamele görmelerini hak etmiyorlar. Yalan mı? Alsın o tüylü bamya diyen bi tarafına kosun o sinikırsı.

3 Şubat 2012 Cuma

Facebook Saçmalıkları

Her gün en az on kere baktığım bir site olan Facebook hakkında kafamda biriken bir şeyler var. Mesela:

1. Profil resmi olarak çiçek, çocuk, yetmez ama evet logosu, Arapça Allah yazısı,gölgesinden kalp şekli çıkan yüzükler (bkz. soldaki resim), feriha ile emir (bir zamanlar deniz efe aslı threesome'ı var idi)falan filan zırva bi ton iş koyan liselden tanıdığım kız arkadaşlarım. Yarısını ismini hatırladığım için kabul ettim, diğer yarısını kabul etmedim valla. Hatırlamıyorum çünkü 50 tane kız vardı sınıfta, e sen de resmini koymamışsın hiçbir yere. Ben nereden bileyim kimsin sen? Anlamadığım çok şey var bu insanlarla ilgili. Kafa yoruyorum bazen ama bir şey bulamıyorum.

2. İlkokulda orta okulda falan hiç muhabbetimin olmadığı tembel olduğu için her gün dayak yiyen adamlar. Tamam resmi de var bunların. Ama bazıları gerçekten daha da sinir bozucu hale gelmiş. Sadece sana yazmak için ekliyolar seni feysbukta. Bunun düşüncesi bile sinir bozucu zaten.

3. Yeni edindiğim bir uygulama sayesinde kim arkadaşlıktan silmiş, kim sayfasını kapatmış kim geri açmış görebiliyorsun. Kimse ayyy bunu mu merak ettin demesin gardaşım hepiniz de benim gibi merak etmişsinizdir. En azından sürekli olarak kendiliğinden azalan artan arkadaş sayısı kafa karıştırıcı benim için. Neyse işte. Halt ettim ekledim uygulamayı. Bütün bir gün boyunca tek gördüğüm, sadece nedense sadece kızların hesaplarını kapatması, gece yarısı geri açması ve sabah geri kapatması oldu. Niye yani noluyo orda?

4. Mezun arkadaşların oyun isteği yollaması. Bu aslında canı sıkılan insanın bütün gün oyun oynuyorum bir şey yapmıyorum görün halimi a dostlar ifadesi değil mi? Yazık lan çok üzülüyorum onlara ben. Ben de mi böyle olcam diyorum sonra.

5. Hepimiz tanımadığımız kişileri eklemişizdir, gayet normal bir olay bence. Ama ekleyen adamların yıllar sonra "Pardon ekleşmişiz ama kimsiniz siz ben tanımıyoruaam" demesi garip. Olum sen ekledin beni. Açılış muhabbetin bu mu? Ne diyeyim ben sana cevap olarak? Muhabbeti baltalayan sensin zaten, sana söyleyecek kelime bulamam ki "e tanımıyosan niye ekledin, sil" demekten başka.

6. Anlamadığım bir olay da facebook chat. Msnde neredeyse bir aydır kimse online olmuyor artık baktım bütün insanlar ordaymış meğer. Başta adam yerine koymadım ben bunu. Geçenlerde açayım bari dedim ama bi b*k anlamadım ben. Buralar hep kasıyo ama kimse msn de değil artık. Msn'in o rahat ortamı yok ki milletle "cibırcebır" yapasın.

Böyle böyle şeyler.

27 Ocak 2012 Cuma

İstanbul'u Sevmemek

Neden bilmiyorum İstabul'a karşı aşırı bir nefret besliyorum. Bana ne yaptı İstanbul? Hiçbir şey... Gene de sevmiyorum, sevemiyorum, uyuz oluyorum, şehri yakmak istiyorum.

Böyle bi terslik var sanki İstanbul'da. Sanki insanları geceleri tek ayak üstünde duruyomuş gibi, sanki şehirdeki bakireleri tanrılara kurban veriyorlarmış gibi... Şehirdeki her şey kasıntılıktan ölüyor. Böyle filmlerde Chris Evans ile öldürülmüş süper kahramanlar gibi bi gereksizlik bi zorlama bi iğrençlik bi pompalamasyon... Ömrümde bu kadar yavşak insanı bir arada görmedim. Yok İstanbul'da deniz varmış, taşı toprağı altınmış yok bilmem ne.. Pardon ama bi sktirip gider misiniz lütfen? Git at o denizden kendini insanlığa bi hayrın dokunsun.

Hele bir de Ankara ile yapılan kıyaslamalar var ki adamı öldürür. Övüle övüle bitirilemez o İstanbul. Yok Ankara'da deniz bile yok, orada insanlar nasıl yaşıyor? Hava hep gri (halbuki yalan, kış aylarında hava gayet beyaz olabiliyor -!-) insanlar sıkıcı, orda hayat yok. Hasbam İstanbulda sanki gece hayatına akmaktan ölüyo, sanki milyon tane verilen konsere her gece gidiyo, her gece sinemada tiyatroda fink atıyo falan. Bir de Ankara'yı beğenenlerin küçük şehirlerden gelenler (satır arasında köylü kelimesini okudunuz biliyorum) olduğunu söyleyen İstanbul'lu (!)lar var. Siz sanki oraya Sivas'tan, ne bileyim Trabzon'dan falan gitmediniz sanki amk. 7 nesil İstanbul bebesi sanki. Kendini ne olarak görüyosa, kıronun önde gideni...

Türkiye'nin bir çok ilini görmüşlüğüm vardır ama hiçbirinde İstanbul'daki tipleri görmemişimdir. Böyle götü kalkıklık böyle yavşaklık yok yahu dünyanın hiçbir yerinde. Böyle İstanbul'da oturuyorum deyince bir insan direkt olarak kafamda canlanan bir tip var. Tüm ömrünü yolda geçiren, entel koftisi, böyle canı sıkılınca gidip Can Bonomo, Büyük Ev Ablukada falan dinleyen gereksiz bir tip (Eskişehirde öğrenci olanlar da Model dinler dikkatli bakarsanız). Bu kadar sevimsiz, bu kadar gereksiz bir insan daha hiç görmedim, göreceğimi de sanmıyorum.

Nefretim büyük.

15 Ocak 2012 Pazar

Fareli Köyün Usher'ı

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde çok uzaklarda bir köyde kendi halinde bir halk yaşarmış. Müzisyenlerle dolu bu halk bir gün boyband denen yaratıklarla karşılaşmışlar. Her yerde o kadar çok boyband varmış ki, halk artık bunlarla baş edemez olmuş. Her delikten yeni bir boyband çıkmaya başlamış. Her yerde bu boybandler kaslı kaslı vücutlarını parlatıp buğulu gözlerle aşk şarkıları söyleyerek insanları sürekli iğrendiriyorlarmış. Bir raddeye geldikten sonra halk gene bir müzisyen olan Usher'a Michael Jackson'ın pop tahtı karşılığında bu boybandlerden kurtulmasını istemiş. Usher da bu durumu seve seve kabul etmiş. Başlamış boybandlerden bile beter şarkılar yapmaya. O kadar kötüymüş ki şarkıları boybandler bile bu duruma katlanamaz hale gelmişler ve köyü terk etmeye karar vermişler.

Usher onları uzak bir daymenşına sürerken bu boybandlerden bir tanesinden Justin Timberlake diye bir gavat kulaklarını tıkayarak Usher'a meydan okurcasına köyde saklanmış. Usher uzaklaşana kadar bu ergenin farkına varmamış bile. Ama işini bitirip köye geri döndüğü zaman bir de ne görsün?!! Köy halkının kendisine söz verdiği tahtın yakınında başka bir adam duruyor! Üstelik muhtar Emtivi de onun sırtını sıvazlıyor.

-Dur orda soluk benizli!, demiş Usher.

Justin Timberlake onunla kavgaya girerek kaslı ergen vücudu ile buğulu bakışlarını Usher'ı yok etmek için kullanmış ama nafile! Kavgalarının devam ettiği bir sırada köy muhtarı Emtivi çıkıp demiş ki:

-Madem ikiniz de bu tahtı istiyorsunuz o zaman iyi olan kazansın.

Aslında muhtarın amacı tahtı kimseye vermeyip üstünden yıllarca rant sağlamakmış. Usher bu işte bir terslik olduğunu anlayıp bu durumu kabul etmemiş. Emtivi muhtar da Justin'e yıllar boyunca tahtın yeni varisi muamelesi çekip tüm halka ne büyük bir müzisyen diye yedirmiş.

Oysa Usher o arada gizli mağarasında çok ama çok gizli bir deneyle uğraşıyormuş. Amacı tüm köyden intikam almakmış. Gizli silahını tamamladıktan sonra tekrar halk arasına karışmaya karar vermiş. Yıllar sonra köy halkının karşısına çıkıp herkese dostça davranmış ve köy halkına ufak bir çocuğu tanıtmış. Bu çocuğun adı da Justin Bieber'mış. Oysa bu çocukta bir terslik varmış. Ağzını her açtığında köyün çocukları büyüleniyormuş ve hep onu takip ediyormuş. Bütün köy çocukları saçlarını onun gibi kestirmiş, bütün küçük kızlar dolaplarına onun resimlerini asmış. Netekim (!) en sonunda köyün bütün çocuklarının ağzına s*çılmış, hepsi birer gerizekalı olmuşlar ve ailelerini utandırmışlar.

Halk Usher'a gelip:

-Aman Usher yaman Usher nolur kurtar bizi bu hanzodan, demişler.

Ama Usher'ın cevabı hazırmış:

-Bana yıllar önce yaptığınız haksızlığın bedelini şimdi çocuklarınızla ödeyeceksiniz, demiş onlara intikam dolu bir sesle.

Ve Usher'ın köyden aldığı intikam bütün bir köyü yok etmiş. Usher da gitmiş oralardan.

.
..
....
Evet, canım sıkılıyor.