30 Ağustos 2014 Cumartesi

Once Upon A Time Çılgınlığı

Bundan iki yıl öncesinde (belki biraz daha fazla) dizi izleme sitelerinde Once Upon A Time adlı bir dizi görmüş "kim izliyo la bunu" diye kezban kezban sormuş ve sonrasında 8'den fazla puanı görünce şaşırmıştım. Daha sonra kuzenim İrem'in hocası ev ödevi olarak (ingilizce çalışması için) bu diziyi vermesi ve İrem'in her bölümde her on dakikada iç çekişleri ile evi yıkması sonrasında merak salarak diziyi izlemeye başladım.

HACI YOK BÖYLE BİR DİZİ!!!!!!!!!!!!!!!!!!


Şimdi ben size bunu nasıl tarif etsem ki bilemedim. Ne desem yavan gelecek size en başta. Ama izlemeniz gerek!!!!!!

Dizide tüm masal kahramanları var. Bunlar bir ormanda yaşıyorlar. Kötü Kraliçe bunlara bir nahlet yağdırıyor. Ve hepsi bu dünyaya gelip bir kasabada yaşamaya başlıyorlar. Ama kimse kim olduğunu hatırlamıyor. Herkes birbirinden kopuk. Zaman durmuş. Pamuk Prenses' in bir kızı olmuş, o kız gelip bunları kurtarmaya çalışıyor kötülüklerden.

Daha sonra dizininin her bir yeni bölümünde olayları birbirine o kadar güzel bağlıyorlar ki, aklın durur. Herkesin hikayesini çok güzel birbirine bağlamışlar. Ağlayasım gelir.

Hele ki dizide bir nokta var, akıllara zarar. İyi bildiğin karakterler kötü çıkıyor. Bkz. Peter Pan. Herkes birbirinin dıdısı çıkıyor. Bkz. Peter Pan. Bazen saf iyi ile saf kötü karışabiliyor. Bkz. Rumplestiltskin. Bkz. Kötü Kraliçe Bkz. Hook.

Bu diziyi izleyip de pişman olan kimseyi görmedim. Sanki dizinin altında Evanescence yaşıyor. Tam olarak Evanescence diye açıklayabilirim. Bayık gibi görünse de gayet güzel. Resmen her bölümde arkadan Amy Lee çıkacakmış gibi. Hatta bana kalsa Kırmızı başlıklı kızı kesinlikle Amy Lee oynamalıydı. KE-SİN-LİK-LE!!!! (Bkz: Sol resim)

Kısaca karakterleri açıklayayım da kim necidir bilin.

Pamık: Pamuk pirenses dünyadaki adı ile Mary Margeret (bok gibi olduğunun farkındayım ama neden bu ismi kullandığını dizi içerisinde çok güzel açıklamışlar). Yahuşuklu pirens ile evlenmiş, Kötü Kraliçe' yi alt etmiş ve bir çocuk doğurmuştur.


Yahuşuhlu Pirens: Ortalarda kasıntı kasıntı gezmekte, kızına babalık edemediği için kendini dağlara taşlara vurmahtadır. Dizideki tek yakışıklı olmayan insandır. Bunun esprisi her yerde dönmüş sanırım. Dizinin tek yakışıklı olmayanı diye...

Emma Swan: Pamuk ile Yakışıklının kızı olmakta ve 'Savior' yani Kurtarıcı olarak anılmaktadır. Kötü Kraliçe' nin lanetinden kaçabilmiş iki kişiden birisidir. Dünyada onlara yardım etmek tek görevidir. Saçları hiç bozulmaz bu Emma' nın.

Henry: Emma' nın oğlu olup Kötü Kraliçe tarafından büyütülmüştür. Yani iki anası vardır bu Henry' nin. Henry dünyanın en gereksiz karakteri olmakla birlikte hiç başımızdan eksik olmamaktadır. Bütün belalar bu Henry' nin yüzünden gelmektedir.

Kötü Kraliçe: Regina' dır adı. Böylesine harika bir karakter daha TV tarihine gelmemiştir. Kötü ama sor bakalım niye kötü?! Esas kötü kim? Pamuk mu kraliçe mi? Bir de pamuk her zaman prenses kalacaktır ama Regina kraliçedir bir kere! Yok böyle bir karizma, yok böyle bir asalet. Pamuk, ilk sevgilisini mundar etti, Emma da Robin Hood' u... Kendisi direkt Emma için "Anasına bak kızını al" demiştir.

Rumplestilskin: The Dark One olarak bilinir. Ayrıca dünyadaki adı Mr. Gold. Bir iyi bir kötü bu Rumple. Ama her daim iyi Rumple. Yanlış anlaşılan karakterlerin en başında gelebilir Rumple. Can Rumple canan Rumple. Henry' nin dedesidir (baba tarafından). Kraliçe' ye lanet hazırlamasında yardım etmiş ama lanete kendi imzasını atmıştır ya helal olsun! Deary lafı meşhurdur.

Hook: Peter Pan' daki Hook bu işte. Yok böyle bir karizma. Ama her nedense Emma' ya aşık. Her güzeli bir çirkin alır diye boşuna dememişler. Zamanında Rumple ile bir sürü sorunu olmuş ve hep kötü karakter olarak anılmış olsa da kahramanlığın, yiğitliğin kitabını yazmıştır.

Belle: Güzel ve Çirkin adlı hikayedeki güzel insan. Çirkin de bu arada Rumple oluyor. En şirin insan olsa gerek. En talihsiz kişidir de kendisi. Gelen hapsediyor giden hapsediyor. Her dakika Rumple'a bir şey oldu diye üzülmesi de cabası.

Granny: Kırmızı başlıklı kızın anneannesi. Bad-ass bir anneanne olup bütün kasabaya yemek yapmak ve gerektiğinde silah kuşanıp kötülerle savaşmak için bir numaralı insandır.

Esasında milyon tane yan karakter var. Dizi onlar sayesinde dönüyor. Ama esas ekip bu diyebilirim. Mesela Robin Hood var dört gözle bekledik bu son sezona kadar - kötü kraliçenin ruh eşi çıkmıştı bir bölümde -, Aurora var - uyuyan güzel - onun prensi, prensin yancısı Mulan - en başta prense aşık sanıyordum Aurora' ya aşık çıkarak LGBT' ye selam çaktı - Tinker Bell var acıların çocuğu peri, Henry' nin babası Rumple' ın oğlu var Bae o da lanetten çook önceleri kaçmış dünyaya gelebilmiş kader onu Emma Swan ile tanıştırmış falan gereksizin önde gideni, bir ara Pinokyo vardı o da epey önemliydi ama şimdilerde çocukluğuna döndü, bir şerif vardı mesela erkek fahişe Jamie Dornan'ın oynadığı, büyülü ormanda Pamuk' un avcısı idi, bi aralar Wicked Witch of the West mevcut kötü karakter olarak, ondan önce Cora vardı kötü kraliçenin anası - (SPOYLER!!) kötülüklerin anası desek daha doğru olur Wicked Witch de var ortada -. Aklınıza gelebilecek bütün karakterler mevcut kısacası. Eğer bir hikayenin baş rolündeki karakter yoksa (bkz Alaaddin yok) mutlaka yan karakteri girmiş diziye (bkz. Alaaddin'in cini). Yan karakterler açısından cüceler de bir numara. Pamuk Prensesin cüceleri yani.

Ayrıca belirtmek gerek: Penny Dreadful dizisini, bu dizinin tutmasından sonra yaptılar. Yani "Aman ne güzel dizi Penny Dreadful" diyen arkadaşların mutlaka bir ara Once Upon A Time' a bakmaları rica olunur. Zira, Penny Dreadful, bu dizinin bol sevişmeli, bol cadılı, şeytanlı "çakma"sıdır.

Yeni sezon Eylül'ün sonlarında başlayacak. O zamana kadar oturun, baştan sona izleyin derim. Yeni sezonda Frozen' daki kız kardeşler olacak.




28 Ağustos 2014 Perşembe

Kıroluk Özeti

Sizinle bir şey paylaşmak istedim. Haftasonu gittiğim San Francisco gezisinde otobüse binmeden bir Türk gördüm. Çok belli Türk olduğu bazı insanların. Direkt insanların götüne bakmalarından mı dersin, direkt bir muhabbet kurmaya çalışmalarından mı, giyimlerinden mi kuşamlarından mı artık her nedense... Kolombiyalı arkadaş ile ne zaman birisini görsek "Bu Türk, bu değil" diye direkt ayrımını yapabiliyoruz. Neyse. Otobüse bindik. Bu eleman direkt bizim arkadaş Gabriel' e (Brezilyalıdır kendisi.....) "Türk müsün" diye sordu.


Şimdi iki önemli nokta var. 

1. Tanımadığın bir adama gidip "Türk müsün" diye sormanın nasıl bir mantığı var? Adam bir bok anlamadı, ne diyeceğini bilemedi. Niye öyle dedin şimdi yani?

2. Diyelim ki adam Türk. Sana ne amk. Bilmek zorunda mısın? Sırf Türk diye birini taciz etmek zorunda mısın? Sen Türkiye' de yolda gördüğün herkesi bu şekilde taciz edebilir misin? 

Neyse hiç oralı olmadık, bu geçti yerine oturdu. İsimlerimiz kontrol edilirken lanet olsun ki benim Türk olduğumu anladı. Ve gelen sorular aynen şu şekilde, aralıksız "Aa napıyosun burda, nerde kalıyosun, yaşın kaç, gayet küçük duruyosun"....... Sana ne amk. Sana ne amk!!!


Kıro adam her yerde kıro, orası kesin. Ama Amerika'ya gelen Türk adamların yüzde 80'i ayrı bir kıro. Manyak bir özgüven patlamaları var bir kere. Zannediyorlar ki kendileri Amerika' ya gelince artık her şeyi yapabilirler. Tüm kızlara yavşayabilirler, tüm insanları muhabbetleri ile taciz edebilirler, her türlü yarak kürek muhabbeti yapabilirler, kolay yoldan para kazanabilirler, insan kazıklayabilirler vb. Zannediyorlar ki, sırf Türk olduğun için en yakın kankası olabilirsin, her şeyi seninle konuşabilirler, her türlü yavşak muhabbeti çekebilirler yanında. Bir sürü mükemmel Türk'le de tanıştım tabii. Aklı başında, ne yapmak istediğini bilen, çabalayan, çalışan, düzgün insanlar... Ama nerede 3 aylığına gelen var, onlarda bir terslik var işte.

Burada az Türk yok, ama gidip de birine "Törk mösön" diye yılışman kadar ayıp bir şey de yok yani. Kimsenin maaşını, nerede çalıştığını, nasıl iş bulduğunu vb. şeyler sormanın da alemi yok. Türk olduğunu belli etmenin, bir muhabbet beklemenin hiç alemi yok. 

Bu elemana gelince... Otobüste bir başka Türk vardı. Adam sessiz sakin, kız arkadaşı ile tura çıkmış. Hiç konuşmadık. Niye konuşalım zaten, kırk el yabancı sonuçta. Bu adama yapıştı bu sonradan görme... "Ben burada kalmak için ne yapabilirim" diyor. Adam da direkt şunu söyledi yüzüne:

"Şu mentaliteden çıkman gerek en başta."


Hevesli olabilirsin, bir şeyler değiştirmek isteyebilirsin. Yeni insanlar tanıyıp çevreni geliştirmek isteyebilirsin. Ama her şeyin bir adabı var. Haddini bilmek gerekiyor önce. Sırf Türk diye insanlara yılışmaman gerekiyor en başta. Bence bu böyle.

22 Ağustos 2014 Cuma

Ondan Bundan Vol.8

Bahsetmek istediğim iki mesele var. İlki doğum günüm! 25 oldum uleyn! Benim için bir ilk ise üç kere mum üflemem oldu. Birisi Skype' tan! Annemler almış pastayı, ben burdan üfledim abim oradan destekle söndürdü =) İkincisi Cihan sağolsun cupcake'lerden oluşan kocaman bir tepsi ile geldi öğlen yemeğinde. Pek de güzel oldu. Üçüncüsü de akşam Hillside' daki arkadaşlar sağolsunlar hazırlamışlar bir pasta, o oldu. Bir de hediyem var ki sormayın gitsin! 

Ayrıca bir de Emperor plağı. Onu nereden bulmuşlar hala bir fikrim yok.

Ertesi gün turne hocam da iki tane plak hediye etti. Direkt doğum günüm için değil, öylesine... Hatta Slayer plağı kırmızı çıktı. 500 tane üretmişler. Instagram' da var onun resmi.

Bugün de Village Records' a gittik. Bilmeyenler için söyleyeyim. Village Records ya da kısaca The Village, 60'lardan beri en bilindik stüdyolardan birisidir. Bu stüdyoyu kullanmayan kimse yok diye biliyorum ben. Zaten içeri bir giriyorsun, her yer ödül, her metrekarede bir hatıra. Yok böyle bir olay.

Ama enteresan olan şey binanın dışı idi. Çünkü, bildiğin izbe sayılacak bir sokakta, köşede, içi boşaltılmış gibi duran bir bina var. Binanın dışında hiçbir hareket yok. Kapısına el ilanları sıkıştırmışlar. Buraya sanatçıların geldiğini anlamanın imkanı yok! Ama binanın yan tarafına geçiyorsun, ufak bir kapısı var. Şu şekilde:


Sonra içeri bir giriyorsun! Pir giriyorsun! Yok böyle bir stüdyo. Mükemmel ötesi. O döşemeler, o akustik! Yok böyle bir tasarım ya. Her santimetre kareyi özene bözene tasarlamışlar. Vokal odasına 2 milyon dolar ödemişler diyorlar. Sorduk oradaki çalışan elemana. "Fiyatını bilemem ama epey vakit aldı orayı yapmak" dedi.


Bu da dersimizin geçtiği kontrol odası. Öyle huzur dolu bir ortamdı ki çıkmak istemedik üç saatin sonunda. Diğer taraflarda da resim çektim ama hepsini koymak istemedim. Piyanoyu ayrı bir odaya koymuşlar, orkestra ile sesler karışmasın diye. Vokal odası zaten bombaydı. Eko için de oda yapmışlar, eğer seslerin biraz daha eko yapmasını istiyorlarsa bu odanın kapısını açıyorlar, ille içeride kayıt yapmalarına gerek de yok. O içerideki halılar! Milyarlar eder o halılar. Odanın her bir bölümünden (ki üç oda bir salon, salon salomanje diyeyim) farklı bir ses geliyor. 

Mükemmeldi kısacası. Bahsetmeden duramazdım. Haftasonu da San Francisco' ya gidiyoruz. Bu sefer kesin! Onu da geldiğim zaman fotoğraflarla anlatırım. 

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Latinlerin İletişim Formülü

Arkadaşlar dün gece feci bir aydınlanma yaşadım. Resmen kafamın içerisinde oturdu bütün olaylar. Buraya geldiğimden beri "ben neden bu Brezilya' lıları anlamıyorum" derdine düşüyordum ya artık anlıyorum!


Mesele sadece Brezilya menşeili olmaktan geçmiyor. Bütün Latinler aynı. Denedim %100 çalışıyor.

Şimdi başlıyoruz:

Örnek 1: Latinler kendi aralarında konuşmaktadır. Birisi "Hava bugün çok güzel" der. Diğeri onaylar. Tam bu sırada Dilara lafa dalar "Valla ne güzel hem serin hem güneşli" diye. Tam o sırada 1 numaralı Latin "Aslında bu havadan nefret ederim ben" der. Diğeri "Evet evet, hiç sevmem" der.


Örnek 2: Latinler yine durum belirten ifadeler ile insanlarla iletişim kurma çabasındadır. 1. Latin "Bugünkü yemek bok gibi, dışarıda mı yesek" der. 2. Latin de "Evet ya gidelim bence de" der. Bu arkadaşların suşiye bayıldığını bilen Dilara "E o zaman gidip suşi yiyelim" der. 1. Latin "Keşke çıkabilseydim ama çıkamam bugün" der. 2.' si de "Yarın gideriz belki ama bugün olmaz" der.


Örnek 3: Latinler yemek yapma meselesi ile alakalı konuşmaktadır. 1. Latin "Yemek yapmayı çok özledim" der. 2. Latin "Ben de ev yemeklerini özledim" der. Dilara lafa atlar "Ben de özledim. Acaba girip bir çorba mı yapsam şuan mutfağa" şeklinde. 1. ve 2. Latin "Yemek yapmaktan nefret ederim" minvalinde lafı çevirirler. 


Örnek 4: Latinler Robin Williams (rest in peace) hakkında konuşmaktadır. 1. Latin "Duydun mu RW ölmüş" der gayet üzgün. 2. Latin "Evett duydum çok yazık olmuş" der. Olayı yeni duyan Dilara "Neee?! Ciddi misin?" diye üzülür. 1. Latin "Ünlüler ölünce üzülen insanları anlamıyorum" der. 2. Latin de "Evet yani bana ne sonuçta" der.


Şöyle durdum baktım bugüne kadar başımdan geçen bütün konuşmalara. Hepsi bu şekilde işlemiş. Maksatları muhabbeti kesmek ya da dışlamak değil. Dibimden ayrılmıyor hiçbirisi. Madem istemiyorsun, konuşmazsın sonuçta. Bunlar öyle değil. Hem konuşacaklar hem de benim söylediğimin tam tersini söyleyecekler. Adamlar zevk alıyor bundan. Zarfı atıyorlar, sen de muhabbete giriyorsun. Zart! Hemen tersine çekip seni haksız çıkarıyorlar, kendilerince seni eziyorlar. Sanki kendileri söylememiş gibi, sen bir şey istemişsin de onlar istememiş gibi oluyor dışarıdan bakınca. Hiçbir zaman muhabbeti ben başlatmıyorum, hiçbir zaman ortaya yeni bir şey atmıyorum. Kendileri söylüyor, ikinci cümlede kendileri ile çelişiyorlar. Huyları bu. Evet, çözdüm. 


3 Ağustos 2014 Pazar

Fotoğraf Kıskançlığı

Bu aralar kafamı instagram'a feci taktım. Neredeyse internetteyken baktığım tek şey instagram'a konulan fotoğraflar oldu. Çok güzel resimler (TDK) var lan. Görünce imreniyor insan. Bir sürü yeni insan tanıdım. Özellikle de gezdiğinin gördüğünün resimlerini çeken kişiler dikkatimi çekiyor.


Ama instagram' a kafamı bu kadar takmamın bir başka sebebi var. O da facebook'a koyulan resimler. Arkadaş, liseden tanıdığım bir kız var, 3 yıl önce "dünya evi" ne girdi kendisi. Üç yıldır kızın koyduğu resimlerin hepsi düğününden. Üç yıl geçti lan. Üç yıl sürmeyen evlilik var daha artık karta kaçtın yeter... 


Facebook'a artık kimse o kadar bakmıyor sanırım. Herkes ya instagram'da ya da twitter' da. Twitter bile o kadar kalmadı artık. Vine var sanırım. O konuyu henüz anlamadım, sanırım bütün memleket komedyen olmuş ben Amerika'ya geldiğimden beri...


Sıkıldım kısacası, facebook'ta beş yıl önce olan olayların tekrar tekrar gündeme gelmesinden. Instagram' da en azından insanlar çabalıyor yeni bir şeyler koymak için. Çabaları takdire şayan. Tamam şu sıralar herkes tatil resmine takmış kafayı, herkes gezmelerde tozmalarda. Olsun lan herkes koysun istediğini nolcak. Anlamaya başlıyorum artık yavaş yavaş bu uygulamaları. Kimisi diyor yok samimiyeti öldürdü, yok muhabbet bitti, yok millet etiketçi olmuş, yok millet birbirini kıskandırmaya çalışıyor zart zurt.


Bir uygulama ile kıskançlık hissediyorsan belki de sorun sendedir. İnsanların fotoğraflarını kıskançlık sebebi gören insandan çekinirim arkadaş. Fotoğraftan bu kadar nem kapan adam kim bilir başka şeyler için neler düşünür? 

O resimlere baktığım zaman ben mutlu insanlar görüyorum. Gezip tozup keyfini süren, tadını çıkaran insanlar görüyorum. "Ulan o kadar da kötü değil be" diye düşünüyorum genel olarak. Mutsuzluk normal değil sonuç olarak, normal olan insanın mutlu olmaya çalışması. Ama ille de "oy kıskançlık, aman etiketçi, yok dostluk bitti, vay eski bayramlar" dersen bsg arkadaşım. Ne benim moralimi boz ne de kendininkini. 


1 Ağustos 2014 Cuma

Bayram Haftası Film Maratonu Son Gün

Söz verdiğim üzere, bugün son filmleri yazıyorum. Hellraiser serisini hiç izlememiştim önceden. Belki küçükken ekranda görmüşsem odur, onu da anlamamışımdır muhtemelen. İlk iki filmini izledim, devamını da getirmeyi düşünüyorum.

İlk filmin başındaki sahnede arkadan gelen Türkçe konuşmalar komikti. Mide ağrısına birebir gelen bir ilaç satıyordu adamın biri. ASDFGFSGFH

Aklıma takılan, onca yıllık filmin ardından akıllarda şu ayakkabıların kalması. İçim acıdı yeminlen... Ne güzel Pinhead' den geriye kala kala bu tikican ayakkabıları kaldı demek. Yazıık...

Bak aklıma gelmişken şunu da paylaşayım istedim:

İşte Hellraiser bilgim bu videoyu geçmiyordu.

Serinin ikincisi Hellraiser Hellbound bana göre ilkinden çok daha güzeldi. Mükemmel filmmiş lan. İzlemeden geçirdiğim yıllara acıdım resmen. İlk filmde esas karakter kurbanlarken ikinci filmde esas karakter Pinhead olmuş doğal olarak. Gerçi ilk filmdeki karakterlerin bir çoğu yine oradaydı ama bangır bangır ben buradayım diyor Pinhead. Özellikle geçmişinin olduğu sahne on numaraydı. Tamamen on numara dehşet bir film. Herkese tavsiye ederim. Ama benim tavsiye edecek bir yüzüm yok zaten izlemiştir herkes bu filmi.

Gerçi geçen gün internette birinin "Arkadaşlar Esaretin Bedeli' ni izleyin" dediğini gördüm. Ama dalga mı geçiyordu arkadaş mı seçiyordu anlamadım. Umarım dalga geçiyordur. Yoksa böylesi bir varlıkla nasıl başa çıkılır tam bilemiyorum. Torrent kullanmayı bilmeyen adamdan sonra en acayip insanlar listemde Esaretin Bedelini öneren insanlar geliyor.